05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

25MAYIS2003.SAYI896 EDEBİYAT 17 halkın dolaştığı sokaklar hep eskisi gibi karmakarışıktır; halktan kadınlar namaz saatleri arasında camilere gidip kadınlar mahfelinde dinlenirler; sizinle konuşur, gün boyu yaşadıklarını, kaygılarını anlatırlar... Böylece kendime yeni kaynaklar buluyordum! Aşk ve Fantazya'yla uğraşırken kendimi tamamen yazıya, Mağrip tarihine ve müziğine verdiğim tek dönemdirbuaynızamanda 1982'deikinci filmimi de çevirdim. Yeni bir tarzın da başlangıcıydı bu: Biçimlerin kaynaşması, seslerin üst üste binmesi. Uzun zaman, bir yazar olarak kendi kendimin psikolojik analizini yaptım. Kırk yaşımı geçtiğim o günlerde ömrüm boyunca hiç Fransızca aşk sözcüğü telâffuz edemediğimi fark ettim!... Yani birini sever ve bunu söylerken mutlaka kendi dilimi kullanmam, sesin tohumundaki şefkat ya da teslimiyetin mutlaka anaç bir öz taşıması şart mıydı?... Ulusal Kütüphane'ye gittim; pek çok Arapça sözlük kanştırdım. îslamiyet öncesi şiir nedeniyle Arap diJinin her şeyden çok 'aşkın dili' olduğu öne sürülüyordu... Bundan geriye kalan neydi? Kısacası benim içimde ve şimdiki zamanda birbirine karışan Arapça'yla Fransızca'yı birbirinden ayırmam gerekiyordu. Yazabilmek için bunu yapmak zorundaydım. Bunu, kendi yaşamınızla ilgili pasajları, Fransız askerlerinin Cezayir kentini almasıyla ilgili tarihsel anlatıyı ve Cezayirli kadınların seslerini almaşık biçimde kitaba yerleştirerek başardınız. 1962'denl968'ekadarCezayirkentinde XIX. yüzyıl tarihi hakkında dersler vermiştim. Fransızca, ülkemizeorduyla geldi. Fransız subayların yazdığı, kütüphanede incelediğim mektuplarda atalarımızın, savaşlarımızın izlerini bulabiliyordum. Aşk ve Fantazya'nın ilk iki bölümünü büyük bir hızla yazdım. Sonra, durdum. Bol bol Alman müziği dinliyordum, özellikle Schubert, Beethoven. Beethoven'in sonatlarının yapısını incelerken karşıtlann almaşık olarak sıralandığı iki bölümden sonra bir kopuş, bir patlama gerektiğini anladım. Annemin aşiretinden köylü kadınlarla sinema için yaptığım sohbetleri saatlerce tekrar dinledim. Ve kitabın üçüncü bölümünde köylü kadmların tarihçesine, onların tanıklıklarına geri döndüm. Bir Cezayir dörtlemesi inşa etmeye koyuldum (şu an dördüncü cildi yazıyorum), bu ikiz bir otobiyografi gibi: Biri bana ait bunların ve öbür kadınlardan oluşan koroya ötekiyse Fransa'nın varlığına karşıt olarak Cezayir'e. Medine'den Uzaklara, Islamiyet'in ilk zamanlarından, Peygamber'in çevresinden gelen kadınların kaderleriyle torunlarının kaderleri çakışıyor burada. Bu romanın kaynağında, benim için gerçek bir şok yatıyor: Cezayir'de, 1988 Ekimi'ndemeydanagelenolaylar.Ordu üçgün boyunca altı yüzden fazla genci öldürdü.Kızım 1987'deokumaküzereoraya döndüğü için, Cezayir'de olanlardan neredeyseânındahaberdaroluyordum. Kızım bir anda kendini Cezayir'deki yepyeni çelişkilerin tam ortasında buluvermişti! 1988 Ekimi'nden sonra Paris'te, yöneticilerin kendi aralarındaki hesaplaşmaları tamamlayabilmek için nasıl îslamiyet'i kullandıklarını anlatmak istedim. Uzun süredir, IX. yüzyıldayaşamış Arap tarihçi Tebari'yi büyük bir keyifle okuyordum. Onun kaleminden çıkmış, Peygamber'in ölümüneve Ebubekir'inhalifeliğinin ilk zamanlarına dair metinlerden yola çıkarak yazdım, amaen ünlülerinin yanında en az tanınanları da dahil olmak üzere, sistemli olarak kadınların bakış açısını benimsedim. Tamamen Arapça. metne, hatta bazen kelimelerin kökenlerineyakınkaldım. Hâlâ aşağı yukarı ayda bir kez Cezayir'e gidiyordum; bu kitabı babamın evinde, 1990HaziranrndaIslamcılarınbelediye seçimlerini almasından üçgün öncebitirdim. Bin dört yüz yıl önce meydana gelmiş olaylar hakkında yazmak, olayların bana gülünç, saçma gelen akışını birden değiştirecekti sanki! Bununla birliktekitap çıkınca, Cezayir'deki birkaç üniversiteyi dolaştım. Çarşaflı öğrencilerden şaşıranlar çok oldu: 'Fransızca yazıyor, ama Peygamber'in çevresindeki kadınlar hakkında ayrıntılarverebiliyor!'Yurtdışında bana edebiyat ödülleri getiren bu kitap, Fransa'da başka tür bir anlayışsızlıkla karşılandı: Fransa'da laikaydınlarda bir tür tutuculuk var. 1988'den sonra, 90'dan 2000'e uzanan korkunç yıllar boyunca, ülkemin dramının beni kemirdiğini hissettim; sanki kendi dengem her an buna bağlıymış gibi bir çıkış bulma çabasıyla, bir terapi gibi, yazma ihtiyacı içimi yiyip bitiriyordu. Çevremdeki güncel olaylar, Cezayir'in şiddetinin temposunu izleyerek hızlanıyordu.LeBlancdel'Algerie'yi.öldürülmüş üç dostumla sohbet biçiminde kaleme aldım: Fransızca birden neredeyse törensel bir dil oluvermişti. Sonra Oran, langue morte'da ölümün kıyısındayken yardımlaşmanın, dayanışmanın nasıl özellikle kadınlar tarafindan sürdürüldüğünü gösterdim. Louisiana'ya yerleştikten sonra, Cezayir'de sürüp giden hayatın onuruna Les Nuits de Strasbourg'u tekrar ele aldım; Cezayir'de katliamlara rağmen hâlâ geceleri sevişen erkekler ve kadınlarvardı. Son romanınız 'La Femme sans sepulrure'de gene birine saygı olarak y azılmış, bu seferki bir savaş kahramanı, iki kızının toprağa gömemediği bir kadın. Onu o dönemde pek hissedilmeyen, gerçek bir kadın dinamiğinin merkezine oturtmaya çalıştım. Büyük bir bağlılıkla eski günleri anlatan bazı kadınlar bana yardım ettiler; geleneksel yaşamdan çıkıp gelmiş iki kadındı bunlar: Biri, kadın türünün korkunç vicdanını içinde banndıran birfalcı, öteki de, meyvebahçelerinin arasında yaşayan, yetimleri için kentte oturacak bir yer talep eden, ancak derdini Berberice dilegetirdiği için geri çevrilen Zehra Teyze! Bu romanesk anlatı, kentlerdeki orta sınıfların bağnna yerleşen ağır bir bellek yitimine çare oluyor. Cezayir'de bir şeylerin değişmesi için miyazıyorsunuz? Ben de pek çok Cezayirli kadın yazar gibi, bazen gerilemeye ve kadın düşmanhğına karşı bir telâşla yazıyorum. Bu romanesk anlatı tekniğiyle, kadınlann sessiz ve genellikle doğru dürüst aydınlatılmamış tarihinin kaydını tutmaya çalışıyorum. Böylece unutulan bir şey diriltilmiş oldu, toplumlarımız kendilerindeki temel parçalardan birini unutmuşlardı; Batı'da, üçüncü dünyanın ogünkü haliyle tanın , masıdabunukolaylaştırıyordu. 191418 ' savaşının sonunda Iranlı, Türk, Mısırlı, Libyalı kadınlar muhteşem bir biçimde özgürleştiler. Arap dünyası hep dört duvar arasında kalmadı! Cezayir'de, sömürgecilik yüzünden bu daha karışık bir işti. Ninelerimiz, bize kimliğimizi unutturmamayı kendilerine görev edinmişlerdi. Ama Vaste est la prison'u yazarken, ninelerimizin savaşçıların belleğini kendilerinde taşıdıklarını fark ettim; yiğit, gerekli.amayetersizbirbellek. Yazdıklarımla kadınların belleğini onarmaya çalışıyorum; ayakta kalmamızın buna bağlı olduğunu düşünüyorum.# Türkçesi: Saadet Ozen AsiyeCebar: «Bendepek çokCezayirlî kadın yazargîbi gerilemeye ve kadm dfişiDanlığiiuı karşıbir tdaşla yazıyonını. Buromanesk anbtı tekniğiyle kaduılarifi sessiz ve kafanlıktaı fcjJmış tfldnhmıo kaydtam çalışfyonnn. geri dönmemi sağlayan şey, ana dülerime (Arapça ve Berberice) bu şekilde dalmam, kadınların belleğine yükselmem oldu. Peki, ondan sonra hep Cezayir'de mi kaldınız? Hayır. Birtaraftan, 1979'da Venedik'te Uluslararası Eleştiri Ödülü'nü almasına rağmen, filmim kendi ülkemdeki sinemacılartarafindaniyikarşılanmadı. Hepsinden önemlisi, sokakta bile karşı cinsler arasındaki saldırganlığa şahit oluyor, tıkanıklıkların doruk noktasında olduğunu hissediyordum; bunu da kapının dışındaki dünyaya olan duyarlılığımla algıladım. Bir anda başka bir yerde yaşamaya karar verdim, örneğin Paris'te neden olmasın; tıpkı bir fotoğrafçı gibi, uzaktan bakarak Cezayir hakkında daha iyi yazabilmekiçin. Ülkemdekalsam, zaman zaman şiddetli de olabilecek polemiklerin önünü alamazdım. Cezayir'e ait bu rahatsızlığı anlamaya, bunun kökenlerini bulmaya ihtiyacım vardı. Paris'te dört dönüyor, bistrolarda, kütüphanelerdeyazıyordum... Zaman zaman Fas'agidiyordum; Marakeş'te, Fas kentinde medinalarda ASİYE CEBAR Gerçek adı Fatma Zehra Imalayene olan, sinemacı ve yazar Asiye Cebar, 1936'da Cezayir'de, Şerşel'de doğdu. Öğrenimine Cezayir'de başladı, 1954'de Fransa'ya giderek, Ecole Normale Superieure'e kabul edilen ilk Cezayirli kadın oldu. 1955 yılında Sevres'de üniversiteye başladı; ancak, 1956 yılında Cezayirli öğrencilerin boykotuna destek vermek için okula ara verdi. ilk romanı Fransa'da büyük başarı kazandi; yazan, Françoise Sagan'la karşılaştıranlar oldu. 1958 yüında, Cezayir direnişinde yer alan biriyle evlendi; ancak bu evlilik boşanmayla sonuçlandı. Cebar, Cezayir Savaşı sırasında sömürge karşıtı FLN &$$ hareketinin gazetesi olan El Mücahid'de çalıştı. Tarih üzerine doktora verdikten sonra, 1959 yılında Rabat Üniversitesi'ne asistan olarak girdi. 1962 yılında Cezayir Üniversitesi'ne geçti. 1970'li yılların sonlarına doğru klasik Arapça üzerine çalışmaya başladı, tiyatroya ve sinemaya yöneldi, bu konularda Cezayir'de dersler de verdi. Şair Malik Alula'yla ikinci evliliğini yaptı. Dünyanın değişik üniversitelerinde dersler verdi. 1999'da Belçika Kraliyet Akademisi'ne seçildi. Sayısız ödül aldı. Yazarın başlıca yapıtları: La Soif, Femmes d'Alger dans leur appartements, Medine'den Uzaklara, Femme sans sepulture. Yazarın Aşk ve Fantazya'yla başladığı Cezayir Dörtlemesi'nin ilk kitabı türkçede çıktı. ikinci kitabı da çıkmak üzere.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle