Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
1AYIS 1999. SAYI 687 ıli'Topkapı Sergi.si"altıntahtan kaflanlara kadar Parish ziyaileri büyülüyor. Nc varki, açılış ;sinde Fazıl Say konseri dışinda kiye'nınçağdaşlığınıyansıtan ıtsal olaylardüzenlenmedi. Debilirki"Paris'teO.smanlı vardı, <yoktu". Buboşluğu,dünyanın nlü iki fotoğraf ajansından biri ı "Sipa Prcss"in kıırucusu Gök•iipahıoğlubiranlamdadolduriirk ve yabancı ünlii 80 fotoğıdanbirereserlc"Parcdc Baga•"de"lstanbulFarklı Bakışlar" lebirscrgi düzcnledı. 1 Ağusd kadar açıkkalacakolan sergi"mde ortalamabin kişinin gezbildiriliyor. 16. Louis doncde, bir iddia üzcrine 60 giindc lan "Parc dc Bagatcllc"deki bu ğraf scrgisine, parktaki çiçek ahçesergisinindeMayısgülleambakları ve parkın güzelliği oğasal bir renk kattığı "Paris" ;isindeanlatılıyor. 11 80 ünlii fotoğrafçı, 80 fotoğrafla İstanbul'u anlatıyor. İstanbul'un 1001 suratını yansıtan sergi 1 Ağustos'a bakış açısından sunmak istedi. BöyleceSIPA Press'in kurucusu veyöneticisi Gökşin Sipahioğlu bu sergiyi bizlere sunuyor. Ara Güler, Yann ArthusBertrand, Reza, Arnaud Baumann, Alezandra Boulat, Coşkun Aral, Palriek Frilet, ŞakirEczacıbaşı, Mark Ribaud, Sebastiao Salgado gibi ünlü fotoğrafçılardan Istanbul'la ılgılı çalışmalarından birer fotoğraf istendi. Bu fikironların çok hoşuna gitti. Hatta bazıları .salt bu sergi içinözel olarak ealıştılar." PAZARIN PENCERESINDEN Martı Conatan SELÇDK EREZ ızım, hamileliğinın beşınci ayında New Jersey'den telefon edip i doğacak çocuğun erkek olacağını bildirmiştı: Yeşım, "Bılıyorsun", demişti, "kocamın ailesinde butun erkeklere aynı ad verılıyor; hepsı Francis... Demek ki bu da Francis olacak!" "Öyleyse" dedım, "damada söyle, benim de koşulum var: Islami bir göbek adı ısterım!" "Peki, ne olsun?" "Saddam!" Damat çok üzüldü: "Yahu başka Isim ml kalmadı?" "Kötü bir Saddam çıktı diye Saddamların tümünü mü defterden sileceğiz? Kımbılir katil Francis'lerın, sapık Corc'ların sayısı kaçtır? Ama elalem çocuklanna bunların adlarını vermeyı sürdürüyor.." "Yahu bu adı versek çocuğa mahallede, okulda kötu davranırlar, habire dayak yer!" Uzun tartışmalardan sonra şaka yaptığım anlaşıldı; ancak kızım kendine özgü dayatma yöntemleriyle çocuğa Johnathan adını verdirtti. "Turkçe 'Canatan' diye okunduğu için bunda ısrar ettin değil mi?" "Hayır, Rıchard Bach'ın 'Martı Jonathan Livıngstone' uzun öyküsünü çok sevmiştim de ondan!" Yemlenmekten çok uçmaya önem veren sıradışı bir kuştu Rıchard Bach'ın Johnathan'ı: Soydaşları kırk yıllık martılar gibi davranırken o, daha hızlı nasıl uçabileceğini, pelikanlar gibi deniz yüzeyine yakın süzülüp süzülemeyeceğini araştırır, ıkıbın fitten dalma rekorları kırmaya çalışırdı.. Sonuçta, bu kuşun çabaları, diğer martı larca takdir edilmez, bu sıradışı martı başka dünyalara sürülür. Canatan'ın anası, en büyük kızım Yeşim aslında Bach'ın Jonathan'ına benzeyen, kafasına koyduğunu ne yapıp yapıp başaran gözupek ve mert bir ınsandır; ben bu adı gavurluğuna rağmen her andığımda bu kızımı en sevdiğim nitelikleriyle gözönüme getırdiğınden benımsedım... Jonathan, sırası gelince martılann öldükten sonra uçup durdukları bu yaşamötesı alemde dıngin ve ermiş hocalardan ders alır... Sonra da bu derslerden öğrendiklerini, kendinden sonra gelen genç martılara aktarır... Tıpkı Yeşım'in şimdi küçük Jonathan'ı binbir itınayla eğıttiği gibi. Jonathan dünyaya gelmeden önce martılar bana daha çok çocukluğumda, hafta sonları teknelerle gıttığimiz Heybeli ve Burgaz adalarının ardındaki kayalıkları anımsatırdı: Bu kayalıklarda yumurtlayan, yavrulayan martılann kâh tiz kâh boğuk çığlıkları, başka alemlerden gelen, ürperten ama içinızden devamını dilediğiniz çağdaş bir senfoniyi andırırdı. Günbatışında demır alıp Büyükada'ya ya da Moda'ya doğru yollandığımızda martılann bazılan geminin peşıne düşer, atılacak yiyecek artıklarını kapıp götürüıierdi. Annem, bana Beyoğlu'ndaki pastanelerde satılan pastaların yapımında Marmara'daki hayırsız adalardan toplanmış martı yumurtalarının kullanıldığını söyler dururdu: "Bak" derdı, "Dünyanın hiçbir yerinde martı eti yenmez. Neden? Çunkü pıstir de ondan!" Belki de Taksim'deki Aydın Okulu'na gidip gelirken şeytana uyup bu pastalardan yemeyeyim diye bu yumurtalarda mikrop bulunduğunu da hatırlatırdı... Aradan bunca zaman geçtikten sonra şimdi bilmem hayıflansam mı? martılar, başka çağrtşımlara da yol açıyor: Can Yücel'in, tutuşturulduğunda bahar gelinceye kadar yanıp 'denizin sokak çocuklan' diye tanımladığımartıların soğuktan morarmış kanatlannı ısıtacak esrik nefesınden bahseden şıırını ve her gün Küçükbebek'ten geçerken Orhan Veli Kanık'ın "Urumelıhısarına oturtulmuş başına martı kuşlan konmuş" heykelini gördüğümde de rahmetli kayınvaldemi de hatırlıyorum. Şimdi, Orhan Veli'nin "Bir elinde cımbız, bir elinde ayna; umurunda mı dünya" şiirini Ankara'da Basın Yayın Genel Müdürlüğü kütüphanesine gidip gelirken tanıdığı kütüphane memuresi Medi Hanım için yazdığını bıldığım halde kayınvaldemden Orhan Veli ve bu kütüphanede çalişan Oktay Rıfat ıle bu kütüphanenin müdavimi diğer çağdaşları ile ilgili bilgilerini sorup bir yere yazamadığıma üzülüyorum. Gece bastırıp da evime dönerken Zincirlikuyu'dan ötede sıralanan göktırmalayanlann aydınlatılmış tepelerinde özellikle Sabancı bınalarının çevresindedolaşıp duran ve lacivert göğe karşı beyaz siluetleriyle olağandışı bir goruntü sergileyen martılara bakıp, "Yahu bunların konup gezeceklerı kayalıklara ne oldu da artık buralarda dolanıyorlar?" diye soruyorum. "Mövenpik", "pike yapan martı" demekmiş; Sergiyi lıazırlayan Ferit Düzyol'un ziyaretçi defterinden derledıkleriarasındaArthurlIigbeeadlı kadar açık bir konuğun yorunuı tek sözcük: "Nefes kesıci" Haııine adlı bir Holkalacak olan landalı ise "Büyülcndim. Şimdi, Istanbul ' u ben de görmek istiyorum. "İstanbulBu sergiyi gördüktensonra dünyaFarklı nın bu harika ycrinde olma merakınakapıldım."dıyor. Bakışlar" Imzası okunamayan bir kişinin izlenımrTürkiye'yitanımıyorum adlı sergiyi n kocalı baklre" ama bu sergiden sonra, en kısa sürede görme arzusu doğdu. Gökşin Si;rgi katoloğuna bakınca ger günde pahioğlu'nundabirfotografıolsayen "farklı bakış"larla Istandı,keşke!"diyerekbirdilektebuluun "binbir suratı" ortaya çıkı ortalama bin nuyor. BirbaşkaFransız"Meğerse Eminim, dünyanın hiçbıryeIstanbul gözümde tütüyormuş. Bae bir toplumun kesitlerinden kişi geziyor. na nostalj ik bir an yaşatanlara teşekesine rcnk fışkırmaz. kürler."diycyazıyor. atalogun sunuş yazısında Ne Sergiyi Bu arada Versailles Sergisi'nin Gürsel, Tevfik Fikret'in "bin düzenleyen, başarılı düzenleyicileri Topkapı ıdan arta kalan bakire" sözüy le m gördüğüm "binbir suratı" SİPA Press'in Müzesi Müdürü FilizÇagman ve Istanbul Türk ve Islam Eserleri Müzeruluyor. Gürsel, 17. yüzyılda si Müdürü Nazan Ölçer'in de "Isıbul 'a gelen Jcan Thevenot'tan kurucusu tanbul" sergisinibirliktegezdikten ıntıyı daaktarıyor: "Doğanın, sonra ortaklaşa olarak şöyle yazdık, tüm dünyaya hükmetmek ve Gökşin ları dikkati çekiyor: "Gerçek Istan;tmek için yarattığı düşünüleSipahioğlu. bul'dan kesitler. Kutluyoruz." Birziyaretçi "Harika! Rüyalarül:rgi kataloğunun önsözünde ise kesinebirdavetiye. Güzel fotoğraflar. Buülıhioğlu"Farklıbakışlar, ziras.imdıyedekeyi yakından tanımayı çok arzuluyorum." 'arklı ufuklardan gelen sayısız fotoğrafçıderken birbaşkası "On kezziyarct ettiğim Is"örüntülediğibirkent. Busergiyekatılan tanburayenidendönebilmeyıarzuladım."de>toğrafsanatçısindan her biri bize bir foa fını armağan ediyor. Her görüntü birkü mekten kendini alamıyor. "Bir renk vesımalargezintisi. Yalnıztatlar iiykü anlatıyor, bazen de bize kenti tenefvekokulareksik."diyenbirkonuğa,birbaşka ttiriyor." ıris kentinin dergisi, sergiyi "Haliç'in ola ziyaretçinin gözlemi "Yarım saatte tstanbul turu. Harikabirgezinti"sözleriileeklcniyor. istühareketliliği SOfotoğrafçıdan IstanKonuştuğumGökşin Sipahioğlu şuönemlı başlıgı altında şöyle anlatıyor: "Istanbul, açıklamayı yapıyor: "Bu sergiyi tüm Avrupa birkaraparçasıkı Halıç'leBoğazarasın.•nizc saplanıyor. Rüya görüntüleri, fakat başkentlerinde dolaştirıp Istanbul 'u tanıtacagız. Ayncaburesımlerdenseçilecekbırçekıri de biraz donuk, bu kent bugün belki bir dek grup fotoğrafaek olarak ünlii fotoğrafçıcntdeğilamaülkeninbaşlıcaekonomik lardan yenı resimler de alarak bir Istanbul kikezi olmayı sürdürüyor. Bagatelle, ziyatabı basacağız."^ lerine bu kenti daha tam, daha güncel bir Paris'te açıldı. Nefeskesicl büyü! Tan JeanMarie Del Moral o zaman burada dolaşmalarına goz yumulabılir ama otelın adı değiştikten sonra, "Prenses Oteli" olduktan sonra tavanına çivileme yapmayı hâlâ sürdürmelerine ne demeli? Sıraselvıler'dekı Alman hastanesinin damında gezdiklerinde, "Mımarısı, yıne Almanların yaptığı Haydarpaşa Gan'nınkine bir hayli benzediğinden, hastane bınasını, Haydarpaşa Garı sanıp buraya konuyor, kiremitlerine pisllyorlardır!" diye açıklardık ama bu kuşların uzun binalara merakını çözümlemek güç. Belki de artık kayalıklarda yengeç ve kabuklu, kabuksuz böcekler kalmadığından, balıklar tükendığınden, gemilerden atılan patates ve domates kabuklarını da son derece iğrençleşen denız suyundan çıkanp yemeyı mideleri kaldırmadığından nzklarını aramaya gelıyorlardır bu uzun bınalann bulundukları denizden uzak yerlere... Doğa haberlerı veren dergıler, filanca körtezde batmış, taşıdığı petrolü kilometrelerce saçıp bunlara bulaşan martıları düzınelerle öldürmüş tanker haberleri verdikçe, petroldan kararmış martı cesetlerını sergiledikçe içim kabarıyor: "Yeşim'in Conatan'ı buyüdüğünde bu gıdışle martı kalmaz, çocuklar da martılan artık denizkuşları olarak değıl de göktırmalayanlarla dolmuş kentlerin çöp karıştıranları olarak bellerler" diye endışelenıyorum.^