Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
7 KASIM 1999. SAYI 711 15 Berlin duvarının ilebinlerceBerlinlisokaklaradö llk döncmlerinde gri bir surete sahip olan duvar, ressamların ilgisiniçekmedi. Duvarın Batıtarafında sadece protesto yazılan boygösterdi. Üçüncükezyapıldığında, rcssam Frank Liefeoghe, kontrplaktan haztrladığı tuvalini duvarın yüzeyine iliştircrek Doğu Berlin'e doğru uzanan bircadde resmetmek istedi. Fakat Bcrlin polisinin müdahalesi tizerine resmini tamamlayamadı. Duvar, dördüncükez yapıldığında ise prefabrike panellcrden oluşmuştu. Şehir içinde kalan kısrnı beyazaboyanmiijtı. Amatör ve profesyonel ressamlar, grarYiticilcriçinidealtuvallcrhazırdı adeta. Birdenbirc insanlarda duvarı resimleme isteği doğdu. Duvardaboydan boya resimlcrgrafittilerboyatmayaba^ladı. Duvarartıkrcsimlerlegrafittilerleaşılıyorveeritiliyordu. (îidcrek ünlü sanatçılardan talepler gcldi. 1%2'dc Moskova'damuhalif "Eylcm Grubu"nu kuran ve I976'da Batı'ya sıgınan Lew Nussberg'in New York'tan gönderdiği eskizde duvardan fışklran çiçckler ve duvardaki bir deliktengözükendağlaryeralıyordu. küldü. I lerkes duvara doğru yüriidü. Doğu vc Batı birbirine kavuştu. KarlOttoConrady'nindeüzerinden on diği gibi "şiir sokağa dökiilmüştü". Artık gcriye dönüş yoktu. yıl geçtl. Berlin I989güzünde, Avrupa'daGraffltlcilerin ki,dünyadakiobüyük değişimin yaratıcılıklarını sanki odak noktasıydı. Geriye baktığımızda 0 günler için en güsınadıklan zcl değerlendirmeyi Paris Match'ın 50. yıl özel sayısında duvarın Vaclav Havel yapıyordu: yıkımına "Siz, ben, hepimiz biliyorduk ki demirperde bir gün ortadan değişimin odak kalkarsa Berlin Duvarı da yıkılanoktası olarak caktı; ya da tam tersi duvar yıkıldığında demirperdcyi de kendibakıldı. Havel siyle birliktc yok edecekti. Gcrçektendebuoldu: Praglıların Başöyle dlyordu: tı Almanya Büyükelçiliği'nin öniindc bekleyen Doğu Alman Söylemeye vatanda.'jlannaçaygetirişini,hepgerek var mı, sinin Batı Almanya'ya doğru otobüslerle yola çıktıklarında duyyeryüzü duğu sevinci hiç unutamam. cennetl Oanlarçılgınlıkvecoşkuanlarıydı; komünizmin yönettiği kenrandevuya di dünyamıza ait olmayan her kogelmemlştl... nudaki müthişcehalctimizlebirleşen o olağanüstü saatler ideallerimİ7İhayallerlebesliyordu. Batı'yıyalnız dıştan, vitrinlerindcn, mallarının tükenmez Oraffltlcller için tuval... bolluğundan,otomobillerinden,televizyon Sanatçılarciuvarısanatescrlcriyleaijmaya yayınlarının çekiciliğinden tanıyorduk. Batı konusundakiidealleştirilmiş bir vizyonuçalışırkenyenibirdurumortayaçıktı. Duvar muz,ckonomikmucizeninsıkı veçokçalışgörülmcyc ve üstünde düşünülmeye değer mayı gerektirdiği, genellikle büyiik bir gübirnitelikkazandı.Giderek.kcndiniyapanlara karşı bir silah oldu. I 984'te, Berlin ça vensizlik duygusu aşıladığı ve hcrkesi kendi sorumluluğuy la baş başa bıraktığı gerçeğini pında "Duvarı Resimleyerek Duvarı Aşiecrmiyordu. Istediğinizşeyi garantilememak" konulu bir resim yarışması düzenlcndenkarşılığındaçokseyistemekteydi.Devdi. Bufikir, Batı'dan Doğu Berlin'egeçilen rimin coşkusu içinde, hayatlarının bir cennekapılardan en büyüğü olan Checkpoint tedöniişcceğinisananlarçoktu. BuhapishaCharlie'ninhemcnyanındayeralanvekaçış öykülerinin sergilendiği müzenin ziyarctçi nenin kapıları açıldığındamahkumları sarlerinden gcldi. Yarısjinaya 288eskizgönde malayan aldatmacanın aynısıydı. rildi. 30 eser sergilcnmeye değer bulundu. Söylemeye gerek var mı; yeryüzü cenneti Birinciliği, Doğu Alman Matthias HohlSte randcvuyagelınemiijti."^ inkazandı. Ikinciliği, Amcrikalı BenoitMaubrey ve Polonyalı Ewa Partum payla^tılar. Kaynakça: Hildebrandt Rainer, The Wall Üçüncülüğüpaylaşandörtkişidenbiri 16 yaSpeaks, Verlag Haus am Checkpoint Charlie, ijindaki öğrcnci Andreas Kubick'ti. Bütün Berlin, 1990. bu eserlerin yanıbasında, bir sarmaşık da duvarı örtmeye çalışiyordu. Doğayinekendi tavrınıalmıştı. 80'li yılların sonunadoğru Gorbaçov' un y ürüttüğü pol i tikalar sonucunda esmeye başlayan "perestroyka" ve "glasnost" rüzgârları Doğu Bloku'nu sarsmaya başladı. Doğu Almanlar bu kez Çekoslovakya, Avusturya ve Macaristan yoluyla, y ine ülkelerini terk etmeye ba^ladılar. Bu göcte de yıne bilim adanıları, mühendisler, doktorlar,bürokratlarbaşıçekiyordu. Yıkımdan önce son ikiaydayüzyirmibinkiiji ülkeyi terk etti. likonomi bir kcz daha sarsıntı geçiriyordu. Derindengeli^enhareket birden ivmc kazandı. 18 F.kim günii Eric Honccker istifa etmek zorunda kaldı. 4 Kasım Cumartesi günii binlcrce Pıaglı Alman Klçiliği'ninünündcgüstcriyaplı.1) Kasım günii akşam ü/eri, Politbüro iiyesi (iünter Schabowski'ninyenidenyapılanÖnce bir hapishanenin kapüarmın açılılifjı düşünülmüştii... mayıarzulayanaçıklamaları yıkılmasının PAZARIN PENCERESINDEN Tuna boyunca Karadeniz SELÇUK ERKZ lmanya'dan, Passau'dan bindiğimiz otelgemi Tuna Nehri'nde çeşitli kentlerde dura dura Karadeniz'e doğru gidiyor. On gün süresince çeşitli kentlere uğranacak ve Tuna'nın çevre sorunlarını konu edeceğlz. Ortodoks Patriği Bartholomeos ile Avrupa Komisyonu Başkanı Bay Romano Prodi'nin hımayelerinde düzenlenmiş olan bu seminerde Tuna Nehri'nin çevre sorunlarını konu edinmış bilim adamları, bazen gemide bazen de mola verilen limanlardaki Belediye Sarayı, Hükümet Konağı gibi yerlerde sunuyorlar araştırmalarının sonuçlarını, Tuna boyu ülkelerinin din adamları da bu sorunları, cemaatlerine aktarmak için izliyorlar. Çeşitli ülkelerden gelmiş gazeteciler de var. llk durak Pasau'daki muhteşem katedralin, sonra Viyana'daki kiliselerın kubbeleri yuvarlak soğanı andırıyor. Neden? "Cambridge" Üniversitesi'nin Mimarlık Tarihi hocalarından "Dalibor Vesely" yanıtlıyor: Bunlar, kralların taçlarından esinlenilerek yapılmıştır. Aramızda Yunanlı bir sanat tarıhçısi de var: Marlanna Koromila... "Dalibor Vesely"nin anlattıklarını nakledip sordum: Bu teori geçerliyse. Bizans krallarının taçları da yarı kubbe şeklinde olmalı; zira Ayasofya'da, daha utak boyutlu Bizans kiliseleri de bu şekilde. Koromila Hanım, "Evet öyledir!" diyor ve ekliyor: "Ermeni papazlarının kukuletaları da Aktamar ve benzeri kiliselerın sivri tepeli damlarının esin kaynağı olsa gerekir. Üstelik, Ermenilerin eskiden yaşadıkları yerlerde, daha önce var olmuş Urartu misalı krallıkların başında bulunanların da böyle külaha benzer miğferleri vardı.. Passau Katedrali'ndeki dini tören sırasında Almanca konuşan Ortodoks Patriği Bartholomeos, seminerin açılışında da kusursuz bir Ingilizce ile "Sanıyede Karadeniz'e 67 bin metreküp su akıtan Tuna'nin kenarında endüstrinin yoğunlaşması, nehrin taşıdığı zehirli atıkların miktarmın büyük çapta artmasına yol açmıştır. Bu durum, Karadeniz çevresinde yaşayan ve bu denizin verdikleriyle geçinen halkın ekonomisini ve sağlığını olumsuz bir şekilde etkilemektedir.." diyerek seminerin gerekçesini açıkladı. Seminerde Avusturyalılar arıtma için nasıl yatırımlar yaptıklarını anlattıktan sonra, "Tuna, Avusturya'ya hangi temizlik ve berraklık derecesiyle girerse o düzeyte terk eder sınırlarımızı!" dediler. Viyana'da yapılmış olduğu gibi, Tuna'nın taşmasını engellemek amacıyla yapılmış yapay kanalların yol açtığı zararın büyüklüğü yıllar sonra anlaşılmış. Bunlar, nehrin, yatağı boyunca doğal yaşamın sürmesini sağlayan ve suların arınması için gerekli olan bataklıkları yok ederek çevreye büyük zararlar venyorlar. Seminer sırasında, Viyana'ya kadar gitmiş ecdadımızın Avrupa ortalarında ve Balkanlar'da bıraktıkları izlerin yenilerini keşfetmek insana keyif veriyor: Semineri izleyenlerden biri, Yukarı Avusturya'da Altenhof Şatosu'nda doğmuş Salbur Kontesi.. Bu hoş ve asil kadın, evli bulunduğu Hırvat kökenli Dr. Draskoviç'ten nükte yaparak bahsaçarken "Bir 'çuş' ile evlendim!" diyor. Asıl Avusturyalılar, öteden beriden gelenlerden böyle bahsaçıyorlar.. Kuçümsedikleri, kendileriyle hemayar saymadıklarına "çuş!" dıyorlar. Bu "çuş"u nasıl yazarsınız? dıye sordum: "Tschusch" diye yani bizim at durdurmak ya da fazla ileri giden hödüklere seslenmek için kullandığımız kelimenın eksıksizi bu! Viyana'da ve Bratislava'da eskı evleri gezerken avluya bakan kapalı koridorlara ve çıkıntı yapan odalara, mekânlara da "avlak" diyorlar. "Yahu bu necedir?" diye A soruyorum. "Galiba Çekçe!" diye cevap veriyorlar. Etimolojik cahilliklerini gidermeyi ulusal bir görev sayıyorum. Mauthausen şirın bir Avusturya kenti; ancak Iklnci Dünya Savaşı'nda Nazilerin burada oluşturdukları "Temerküz" kampını gezdik. Yahudilerin, Rusların ve birçok değişik etnik kökenli 195.000 insanın yok edildiği bu kampta olup biten vahşetin bir daha tekrarlanmaması için Patrık Bartholomeos ve çeşitli dinlerin ilerı gelen ruhbanı beraber dua ettiler. Yugoslavya'da Novi Sad'da, köpruler Kosova olayları sırasında NATO uçaklarınca bombalandığından gemimızi terk edip otobüslerle Belgrad'ı aşıp başka gemilerle devam ediyoruz yolumuza. Yugoslav papazları bize, "NATO Vahşeti" başlıklı kitaplar veriyorlar; bağırsakları dışarı fırlamış, yüzleri parçalanmış ölü resımleri.. Sonra bir de "Harbin çevreye verdiği vahım zarar"ı anlatan konferansa çağrılıyoruz: Pancevo'da kimyasal madde üreten fabrikanın ve diğer kentlerdeki petrol rafinerilerinin bombalanması sonucu Tuna'nın çok kirlendiği, NATO saldırılarının buralarda bulunan bazı nadir kuşların ve bitkinin de belki de yok olmasına neden olduğu anlatılıyor. Biri kalkıp "Belki çok nadir değlllerdi ama Arnavutları da olumsuz etkilemedi mi bu Bulgar Krulı Simeon... savaş" diye sorunca "Ne Arnavutu? Onlar bombardımandan sonra öldüler; bizden de çok kimse yitirildi!" gibi cevaplar duyduk. Novi Sad'da köprülerın yıkıldığı halde köprülere en yakın evlerln bile sapasağlam ayakta bulunmasına şaştık. Aramızda Bulgar Kralı Simeon da var; liberalleşmeden sonra Bulgar Hükümeti, kendisinin ülkesini ziyaret etmesini engellememiş; üstelik de ona aıt bazı arazi ve emlaki iade etmiş. Vidin'de onu seven ve sayanların hiç de az olmadığını görduk: Romanya gemilerinin aksayıp yedi saat gecikmelerine rağmen yağmurlu bir havada, gecenin birine kadar kendisinı bekleyen en az yüzyüz elli kişi vardı. Vidin'ın Belediye Başkanı, "Beklenen saatte gelseydiniz en az bin kişi karşılayacaktı sızi!" dedi. Bükreş'teki oturuma katıldıktan sonra Istanbul'a dönerken bu önemli seminerde tuttuğum notlara bakıp çevre sorunları ve bunların çözümleri için yapılanlar ve önerilenler konusunda ne kadar çok bilgilendiğimi düşünüyor ve daha çok sayıda yurttaşımın bu fırsattan yararlanmamasına hayıflanıyorum. Seminer boyunca edınilen ahbaplıkların ve uluslararası olumlu iletişimlerın de en az seminerin ana konusu kadar önemli ve iz bırakıcı olduğunu da belirtmek . isterim...^