16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

E T AZARIN PENCERESİNDEN Selçuk Erez ıbbın dev adımlarla ilerlemekte olduğu konusunda kuşkunuz var mı? lşte giderek artan kanserden kurtulma oranları; ışte doğmamış çocukların anormalliklerinin önceden keşfine yol açan aletler ve işte yapay kalple yıllardır yaşayanlar. Ama diğer tarafta kayda kuyda geçmesi ve anlaşılması için yüzyılların aşılması gerekmiş öyle basit tıbbi bilgiler var ki insan bunlara baktığında tıbbi ilerlemenin yüceliği konusunda kuşkuya diişmekten alıkoyamıyor kendini. Hanımlann gebe kaldıklarında, son âdetlerinin ilk gUnünden 9 ay 10 gün sonra doğum yapacakları oldukça geç farkına vanlmış tıbbi bir gerçektir. "Feminae post finem mensium impraegnantur!" yani "Kadınlar âdetleri sona erdikten sonra gebe kalırlar"ın Latincesini söyleyen Herraann Boerhaave, 18. yüzyılda yaşamış Hollandalı bir bilim adamıdır. Tıbbi konularda verdiği derslerin notları toplanarak, 1944'te Oöttingen'de A. Von Haller tarafından bastmlmış olan Boerhaave, Fransa'da çok sayıda gebenin izlenmesi, sonunda yüzde doksan dokuzunda âdetin son gününe yedi gün ve dokuz ay daha eklenerek bebeğin dunyaya geleceği tarihin hesaplanılabildiğini açıklamıştı. Aradan bir sUre geçtikten sonra, DüsseldorFlu bir hekim olan Franz Carl Naegele, Boerhaave'den naklen bu gerçeğin Almancasını eklemişti kaleme aldığı yeni eserine. Manheim'da 1812'de basılmış olan "Erfahrungen und Abhandlungen aus dem Geblethe der Krankhelten des VVelblichen geschlechtes" adlı bu eserde, Naegele'nin bir bebeğin son âdetten kaç gün sonra doğacağı konusunda yazdıklan çağdaşlarını o kadar etkilemişlerdir ki, arada Hermann Boerhaave unutulmuş, formül, "Naegele Formülü" olarak bellenegelmiştir. Oysa Naegele, bu formülün bulucusu değildir biir; bu formülü bulduğunu hiçbir zaman iddia etmemiştir ikii; bu formül yanlıştır UUuç! Paris şehrinde fahişeliğe dair... Henrı de ToulouseLautrec'ın (18641901) "Des Moulıns Sokağı'ndakı Salon" adlı tablosu (1894): Bugun Fransa'daki Albı Müzesı'nde yer alan bu yapıt, özurlü bedenının getırdıği acıları, Parıs'ın kalburustü genelevlerınde aylarca ınzıvaya çekılerek unutmaya çalışan Lautrec'ın bu tür mekanlarda ürettıgı en önemlı tablolardan bırıdır Lautrec. kendısıne 'ıyı davranan', onu 'âdeta sevebılen bu kızların' yüz hatlannda, en ınsanı duyguları yakalayabılmıştı... 1850'lerde hep âdetin sonundan hesaplanan bu formül, zamanla "son âdetin ilk gününe yedi gün eklemek ve son âdetin gerçekleştiği aydan üc ay geri gitmek" şeklini almış ve bu yeni şekliyle yine Naegele formülü olarak anılmaya devam etmiştir. BugUn dünyanın her yerinde tıp öğrencilerine kadın doğum hocaları "Evladım Naegele Formülü'nu söyleyiver!" dediklerinde öğrencilerden "Son âdet tarihinden yedi gün ileri ve üç ay geri" diye cevap verenlere "Aferin bildin!" derler ve genellikle bilmeden evrensel çapta bir hak yeme eylemine katılmış ve kadınları gördükleri son âdetin ilk gUnünden dokuz ay on gün sonra cocuk doğuracakları gerçeğini hiç olmazsa 18. yüzyılda fark edebilmiş Hermann Boerhaave'nin ruhunun muazzep olmasına katkıda bulunmuş olurlar. Kavranması, belgelennıesı için yüzyıllar geçmesi gereken basit tıbbi gerçekler bundan ibaret değildir. Zaman zaman fark edilen sonra unutulan, ardından yeniden keşfedilenler de vardır: Mcsela Anadolu'da yuzyıllardır yara tedavısınde, yaraların mıkroplanmasının engellenmesinde kullanılmış olan balın ve şekerin bundan on yıl önce Falkland savaşında bir Arjantinli hekim tarafından yeniden keşfedilmesi ve bir lngiliz tıp dergisine yolladığı bir yazı ile bu gerçeğin belgelenmesi bunlardan biridir. Bir süre önce lskoçya'da bir bronz çağı mezannda bulunan insan iskeletlerinden birinin göğsünde bilimsel adı "sphagnum" olan bir yosun bulunmuştu. Bronz çağında kullanılmış olan bu yosunun günümüzde yeniden yararlı olduğu anlaşılmış ve Edinburglu cerrahlardan Charles W. Cathcart yaptığı deneyler sonucunda bu maddenin yara iyileştirilmesi konusunda faydah olacağını yayımlamıştı. Kavranması, kayıtlara geçmesi için asırların geçmesi gerekmiş tıbbi gerçeklerden biri de "gebelik sırasında dölyolunun morlaşması"dır. Tıp, gebelik sırasında dölyolunun önet hafif pembemsi mavi bir renk aldığını, sonra da morlaştığını ancak 19. yüzyılın sonunda James Rcad Chadwick saycsinde öğrenmiştir. Bu Bostonlu hekim, 1887'de Amerikan Jinekoloji Cemiyeti'nin yayın orgaruna yazmış olduğu "Vagina girişinin mavileşmesinin gebelik belirtisi olarak değeri" başlıklı bilimsel makalesinde "Gebeliğın başlangıcında mo rumsu bir pembeliğin görüldüğünü, gebelik ilerledikçe bu rengin mavileşip siyaha yakın koyulaştığım" ve "Bu renk değişiminin nedeninin o yöreye alışılagelmişten fazla kan hücum etmesinin sonucu olduğunu" açıklamıştır. BugUn bu fızyolojik morarma "Chadwick Belirtisi" olarak anılır. Ancak bir süre önce bulunmuş olan bir eser, gebelikte dölyolunda görülen bu morarmanın keşfinin belki de Dr. Chadwick olmayabileceğini yansıtmaktadır: 1837'de Parenlduchatelet tarafından kaleme alınmış olan "De la Prostitution dans la Ville de Paris" (Paris Şehrinde Fahişeliğe Dair) başlıkh (Bailliere, Paris) bu kitapta Mazas Hapishanesi Başhekimi Dr. Etienne Joseph Jaquemin'in erkek hekimlere muayene edilmesi ayıp sayılmayan fahişelerin tetkıki sonucunda yeni bir gebelik belirtisi keşfettiğini ve bunun vaginanın morlaşması olduğu yazıhdır. Bu basit gerçeğin saptanması için 19. yüzyıla ulaşılmasının gerekmesi aslında kadının dölyolunun muayenesinin uygar diye nitelenen toplumlarda bile bu çağa kadar "ayıp günah" olarak kabul edilmesidir. Kadının üreme organlarının muayenesi ayıp ve günah sayıldığından bedeni dıştan ölçülür ve bu dış ölçülere bakılarak doğum yapıp yapamayacağı kestirilmeye çalışıhrdı (Kadının doğum kanalı konusunda fikir edinmek için o çağlarda geliştirilmiş bu dıştan ölçme aletleri bazı hastanelerimizde hâlâ kullanılmaktadır). Kadavraya don giydirmeye kalkan, kadın hastaları muayene etmeyen erkek tıp fakilltesi öğrencileri; anlamanız gerekir ki doğanın (ister kadın üreme organı olsun isterse kestane ağacı) doğrudan doğruya gözlenip incelenmesinin yerini tutacak başka hiçbir yöntem yoktur! Gerçeklere ancak sansürsüz, korkusuz, sınırsız incelemelerle varabiliriz. Gazetelerimizin tıp köşelerjne her gün gelen "Penisimin uzunluğu bilmem kaç santim: Çocuğum olur mu?" mektuplarını yazan delikanlılarımızın çokluğu dikkat çekmektedir. Görülüyor ki bu cahil delikanlılarımı/ ıle 19. yüzyıl öncesi Avrupah bilim adamlarının dertleri aynıdır: Gerçeğin doğrudan doğruya tanıma, aracısız öğrenme sonucu bulunacağını kavramamış bir ortam ve yoz bir terbıye sisteminin egemen olduğu bir yerde yaşamış olmaktır ortak sorunları!.. Ve bu zırva düzende her ikisi de fahişelerden çok şey oğrenmişlerdir. G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle