Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
D OĞADA YAŞAM Haldun Aydıngün R müş Amazon yerlisi kadar tehlike altında olabiliyordu... Galiba 15 yıl önceydi, televizyonda Bodrumlu çok yaşlı, emekli bir sünger avcısıyla söyleşi yapılıyordu, "Peki, biittta arkadaşlannız vurgun yiyip genç yaşta ölmiiş, siz nasıl hayalta kaldınız?" diye soruvermişti genç hanım. Yaşlı süngercinin cevabını hiç unuımayacağım. "Ben korkaktım" demişti. Bunu söylerken de yüzünde hiçbir ifade yoktu, ne utanç ne de kurnazlık. Bu sözler bir anlamda tüm doğa etkinliklerine yön verdi; "Ölmek yok, dönmek var" BÜDAK'taki sloganımız oldu. "Gerektijpnden" fazla risk almamak için pek çok zirveye ulaşamadan gcri döndük ve doya doya başarısızlık duygusunu tattık. Bunları çok iradeli ya da bilinçli olduğumuzdan, sanırım o Bodrumlu süngerci gibi ölümden doğal olarak korktuğumuz için yaptık. Yeterince korkak olmak tüm doğa etkinliklerinde insana hayli büyük bir güvenlik payı veriyordu. ASGELE Raif Ertem Ölmek yok, dönmek var! limdeki fotoğrafta Recep Çatak, her zaman hatırlayacağım gülüşüyle bize bakiyor. Geçen yıl şubat ayı sonunda ölüm haberini aldığım zaman, uzun bir süre buna inanamamıştım. (•) Dağcılığın ve genelde tüm doğa sporlarının tehlikeleri, özellikle kazaların ardından, üzerlerinde sık sık konuşulan konular. Ancak kolay yoldan bir sonuca ulaşılabileceğini pek sanmıyorum. Bogazici Üniversilesi Dağcılık Kulübü (BÜDAK) yönetimindeyken, aramıza yeni katılanlara büyük bir güvenle "daga çıkmamn kaldırımda yiirümekten daha tehlikeli olmadığım" söylerdik. Bu hem doğru hem de yanlış bir sözdü. Yanlıştı, çünkü dağa çıkmak ya da doğa gezilerine gitmek son derece tehlikeli olabiliyordu ve bizim sözümüzden sanki hiçbir tehlikesi yokmuş izlenimine kapılmak mümkündü. Doğruydu, çünkü kaldırımda yürümek de pek çok tehlikeyi içeriyordu. Ancak çocukluğumuzdan beri içinde yetiştiğimiz bir ortam olduğu için refleks olarak trafiği yoğun olan bir yola sıçramamayı, ISKİ'nin çukurlarına düşmemeyi ve daha pek çok doğru hareketi öğrenmiştik. Doğaya ilk kez gidecek bir insan ise Taksim Meydanı'na düş E Doğada güvenliğin en önemli ikinci kuralı da hiç şüphesiz hazırlıklı olmaktı. Ne kadar antrenmanlıysanız, ne kadar tecrübeliyseniz ve ne kadar gerekli araca sahipseniz doğada başınıza bir şey geldiğinde kurtulma şansınız o kadar artıyordu. Bu konuyu iyice anlamamı sağlayan olay Halil Alpay ile Yüksel Kuranoğlu'nun senelerce süren hazırlık ve denemeler sonunda Ağrı Dağı zirvesine kışın ulaşmalarıydı. Ne kadar aynntıya inip ne denli hazırlandıklarını öğrendiğimde sadece hayran kalmıştım. Bu ikiliden HalilAlpay' la daha sonra yakın arkadaş olmuştuk. Hem yaşça büyüğümdü hem de benden çok daha deneyimliydi. Benim için doğada "güvenlik konusunda bir idealdi, onun herhangi bir dağ kazasına uğrayabileceğine kesinlikle inanmıyordum. 86 yılı yazında görevli olduğu fabrikada, trafoda cereyana kapılıp öldü. Hepimiz için inanılmaz bir şok oldu; gerçi dağ kazası değildi, ama gene de bir kazaydı ölıım sebebi. Ne kadar tedbirli olursak olaîım, riski sıfıra hiçbir zaman indiremiyoruz. Bu gerçeği doğaya giden herkesin çok iyi bilmesi gerekir. Geçen yaz Lütfü Tınç benden bu sayfayı oluşturmamı istediğinde, hâlâ tam çözemediğim bir sorunla karşı karşıya kalmıştım. Insanları doğaya açılmaya teşvik ederken, aynı zamanda da hiç alışık olmadıklan ortamlara girmelerini söylüyorduk. Bu da hiç tanımadığım bir insanı, bilmediğim bir yerde başına gelebilecek kötü bir olaydan beni vicdani bir sorumluluk altında bırakabiliyordu. Aslında yaşantımıza baktığımızda, her kararın belli bir riski içerdiğini görüyoruz: Oto ehliyeti almak, uçağa binmek, tupgaz kullanmak, hatta en zararsız ilaç olan Aspirin bile belli bir yaşam riskini içeriyor. Çözüm hiçbir zaman bunlardan kaçmak değil, aksine bilinçli ve tedbirli olarak uygulayıp riski en aza indirmek. Bu prensibi doğa sporlanna da tatbik edebiliriz. Çünkü bu sporların insan yaşamına katabilecekleri o kadar çok ki...D (•) Recep Çatak 'ı 1989 yılı şubat ayında Ağrı Dağı 'nda bir kazada kaybettik. Solda, bir Ağrı tırmanışı; üstte, geçen yıl şubat ayı sonunda yıtırdığımtz Recep Çatak Rumelifeneri'nde pîknikli kas açma R umellfenerl cıvarında denız kıyısındakı kayalar bazı yerlerde çok guzel küçük tırmanma olanakları sağlıyor Kllyos'a doğru kıyıdan ılerlerken hemen hemen her koyun içinde bazen son derece dık bazen de küçuk yükseltılerden oluşan, genelde sağlam yapılı kayalar mevcut Guzel bir bahar günunde denız kıyısında hem bir plknık hem de kışın hamlamış kasları açmak ıçın lyı bir antrenman olanağı saglıyabilırler. D • stanbul'da Eminönü. Eminönü'nde I balıkçı tekneleri. Tuttukları balıkları I teknelerinin içinde kızartıyorlar. Çeyrek ekmek içinde satıyorlar. Yılların geleneği. önceleri kuruş hesabıyla yerdik. Sonraları tek lira. Palamut, torik, lüfer, kofana. Etli balıklar. Tadı damağımda. Dün yine Eminönü'nden geçtim. Rıhtımda tekneler. Teknelerde balıkçılar. Bağırıyorlar. "Bahk ekmek! Bahk ekmek!" Tekneler rıhtımda. Balıkçılar içinde. Tavalar kaynıyor. Balıklar kızarıyor. Kokusu burnumda. Yaklaştım. Davrandım. Bir de ne göreyim? Kızaran balıklar! lthal uskumrular... Gözlerıme inanamadım. Utandım! Deniz bizim. Tekne bizim. Kızaran balıklar başka ülkelerin. Bizim denizimizde, bizim teknelerimizde. Bizler de yiyoruz... Vay ananı vay!.. Nereye gitti palamutlar, torıkler, lüferler, kofanalar?... Duramadım. Kumkapı'dan başladım. Dolaştını. Sarıyer'e dek. Balıkçılar, balıkçılar. Biraz istavrit, bol ithal uskumıul Eh! Arasıra tatlısu balıkları. Biz denizlere bakıyoruz, denizler bize. Boş!.. Denizler de boş, bakışlanmız da... Bayağı büyük beceri. Daha yirmi yıl evveli. Fakirin ekmeği. Balıklar, bahklarımız. Artık başka ülkelerden geliyorlar. Nasıl da becerdik? Nedeni belli! Kirlilik! Talan! Yaşam alanı olmaktan çıklı denizlerimiz. Sanayi atıkları. Daha sanayileşmcden!.. Kent pislikleri. Petrol. Biz atınca eloğlu durur mu? Onlar da getirip atmay<ı başladılar. Yabancılar! Bizim denizlerimize... Oysa biraz temiz olsa Karadeniz. Akan ırmaklar pislik taşımasa. SüzdUr kumlardan Terkos'a. Bu susuzluk günlerimizde. lç, yıkan. Deyiceksiniz ya! Temiz olsa akan ırmaklar. Gerek kalır mı Karadeniz suyuna. Sonra arkadaşlar. Teknelerimizdeki donatım fazla. Okyanuslar için düzülen takımları, iç denizlerimizde kullanıyoruz. Evet üç beş gün fazla tutuyoruz. Sonra? Yok! Yiyeceğimiz ithal, içeceğimiz ithal! ithal su lütfen! Deniz bizim, tekneler bizim. Tavalarda kızaran balıklar yabancı. Kızartan biziz, yiyenler de! Rasgele... D Bahk ekmek, bahk ekmek 27