Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ö Y K Ü Cihat Burak Göz damlası I isuri'den • çıkar çıkmaz peşime takıldı, tombul çok güzel yüzlü alaca bir kedi, dişi muhakkak, zira alaca I kedinin erkeği olmaz, yürüyorum kuyruğunu kaldırmış bacaklarıma sürtüne sürtüne o da benimle yürüyor, alçak bahçe duvarlarının üstüne atlıyor bazen mırıl mırıl yanımda, bazen durup seviyorum, gidecek yerim uzak, Konur Sokak'ta bir doktorun evinin üst katında oturuyorum, bahçe içinde bir ev... Kedi bir türlii yanımdan ayrılmıyor, gitmesini istiyorum, çünkü muhitinden uzaklara giderse belki evini bulamaz diye düşünüyorum, her kedinin bulunduğu yerde bir takım zulalan ** icabında saklanacak, doğuracak kıyı bucağı olur... Birkaç defa şaşırtma verip köşelere saklanarak kaçmaya çalıştım ama her seferinde beni buldu, saİdambaç oynuyoruz zannediyor herhalde... Çaresiz eve kadar beraber geldik, yersiz yurtsuz bir kedi anlaşılan, yukan çıktım; açılan kapının aralığından benden evvel içeri girdi, elektriği yaktığımda teftişe başlamıştı bile, *** soyundum yultım. Gazetemi okurken (eftişini bitirmiş, geldi yorganın üstüne zıpladı, mırıl mırıl yüzüme bakıyor, teftişlen memnun kalmış anlaşılan, evi möbleli lııllum, koltuk dulap molap gibi bir kedinin isine yarayacak bir lıayli öteberi var, yalnız ınutfakta hiçbir şey olmadığımn ı'arkında değil zavallıcık, eünkü evde yemek yemiyorum, yıllardanberi bu böyle, ama karnının toklıığu, şişliğinden unlasılıyor... Nihayet ikimiz de iiyumu.su/., sabahleyin kalktığım zaman hâlâ yorganın üstünde ayak ucumdaydı, kalktım bakkaldan bir şişe süt aldım, bakkala benimle beraber geldi, kuyruk havada bakkaldan döndük, bir kaba süt koydum iştahla içti, evden çıkarken mutfak penceresini açık bıraktım, gitmek islcrsc gitsin diye, kabı da doldurdum çıktım... Gcce döndüğumde göremedim, herhalde gitmiş olınalıyılı, yaltım. Biraz sonra nereden çıktıysa cıklı, mırıl mırıl yorganın üstüne atladı, tabaktaki sütünü bitirmisti. Artık kedi evin adamı olmuştu Misuri'ye giderken onun ciğerini işkembesini alıp makamıma öyle oturuyordurn, banyoda kullanmadığım termosifonun önüne bir tahta kutunun içine bahçeden toprak doldurmuş koymuştum, mutfak penceresini hep açık tutuyordum, belki canı sıkıhr da bir yere gitmek ister diye. Hayatımız böylece geçiyordu, ikimiz de memnunduk, arada sırada Kızılay'daki parkta müşterilerini bekleyen teyze'nin evi tarif ederek gönderdiği misafirlerim gelince, onu banyoya kapatıyordum... Bir gece tuhaf bir şey oldu, her zamanki gibi yorganın üstündeydi, aksırır gibi ses çıkardı baktım aklım başımdan giıti, o kadar temiz kedi yorganın üstüne büyük aptesini ediyordu, sinısiyah büyük aptesini yataktan fırladım kediyi kaldırıp banyodaki yerine götürmek için, ama yakından bakınca bunıın canlı olduğunu gördüm, ked. doğuruyordu o zamana keıdar ne insan ne de hayvan doğumu jiörmüştüm; yalnız hatırlıyorum, çocukken Firuzağa'daki evin bahçesinin arkasında aralık dediğ'miz üstü örtülü yerin duvannda bir oyukta bir tırtıl görmüştüm, her tarafından kıl gibi ince kurtlar çıkıyordu, tüy M lerim diken diken olmuştu, doğuruyor muydu, yoksa başka bir iş miydi anlayamamıştım, şimdi de hiç anlayamadığım bir işle karşı karşıyaydım, kediyi ve doğmuş olan yavrusunu bir havlunun Üstüne yavaşça alıp bUfenin önünün camlı alt gözüne bıraktım, artık işine orada devam edebilirdü. . Islanmış olan yorganı da banyoya götürüp ıslanan yerini adamakıllı sabunlu suyla yıkayıp astım, mevsim yazdı ben de pikeyle yattım, kedi büfenin içinde dört yavru daha doğurdu, parmak büyüklüğündeydiler, titreye titreye meme arıyorlardı... Böylece analarıyla beraber altı kedim olmuş oldu, uyumadıkları zaman meme emiyorlardı, KEDİ/adı kediydi/ciğerini işkembesini yedikten sonra hemen yavrulannın yanına gidiyor, hepsini sıra ile yalıyordu, seyrine doyulmaz bir manzaraydı bu, yavruların gözleri açılmamıştı ama titreye titreye ayakta durabiliyorlardı... Bir gece Misuri dönüşü eve girince sanki bir orkestrayla karşılaştım, kedi yavruları bir ağızdan bağırıyorlardı.anaları ortada yoktu, bahçeye indim aradım orada da yoktu, KEDİ beş tane yavrusunu başıma bırakıp gitmişti, seslerinden sabaha kadar uyuyamadım, herhalde açlıktan ağlıyorlardı, sabahı iple çektim adeta, dükkânlar açılınca ilk işim bakkaldan bir şişe süt almak oldu, sütü bir fincan tabağına koyup önlerine bıraktım, fakat yavrular sarsak sarsak tabağın içine giriyor sütü içmiyorlardı, yahut içemiyorlardı, sonra ağızlarına kaşıkla damlatmak geçti aklımdam, küçük çay kaşığı ile ağızlarına akıttığım sütü çıkarıyorlardı, yapacak bir şey kalmamıştı, daireye geç kalmamak için daha büyükçe bir tabağa süt doldurup işe gittim, ama aklım hep evdeydi, sanki beş tane kedinin bir ağızdan feryatlarını duyar gibi oluyordum... Öğle paydosunda eve koştum; zaten ev yakıncacıktı, heyecanla kapıyı açıp doğru dolaba koştum, kediler uyumuşlardı, süte dokunulmamıştı... Düşüne diişüne daireye döndüm, bu işe bir çare bulmaİıydım. Yokuş'a rakı içirişim aklıma geldi, Yokuş bizim tekir kediydi, bir minder bulursa kendisi mindcre çıkar başı aşağıda öyle uyurdu, onun için adını Yokuş koymuştum, kediye rakı içirmek nerden aklıma geldi bilmiyorum, ama bir gün içirdim, kedi evvela çay kaşığı ile akıttığım sulandırılmış rakıyı ellerimi tırmıklayarak püskürttü, bu iş böyle olmayacaktı, başka bir usul bulmahydı, dikiş makinesinin yağdanl;Şı aklıma geldi, açtım baktım içi tertemizdi, sabunlu su ile yıkayıp rakıyı içine koydum, iki elimlekedinin ayaklarını tutup bir elimle de ağzını açıp yağdanlığı içine sıkmak mümkün değildi, Uçüncü bir elimin olması lazımdı, bu üçüncü el kardeşim olmalıydı, kedinin ellerini ona tutturdum, ben de ağzını açıp rakıyı fışkırttım, doğru boğazına gittiği için çıkaramıyordu, bir kaçar bir kaçar damla boşaltıyordum, o da bu işin o kadaı korkulacak dehşetli bir şey olmadığını anlamıştı galiba, hırçınlığı biraz yatışır gibi olmuştu... Ama sonra emeklerimin mükâfatını almadımda değil, sarhoş bir kediyi seyretmek de başka doğrusu, karnını .yere yapıştırarak yürüyor, her zaman dört ayağı üstüne düşen kedi üstüne koyduğum piyano iskemlesinden atlarken sırt üstü yuvarlanıyordu, dozunda oltnak şartıyla Yokuş'a bir kere daha rakı içirdim, bu sefer hiç itiraz etmedi hoşuna gitmişti belki de, ama sonra içirmedim, sarhoş bir kedinin ne yapacağı belli olmazdı çünkü!.. Işte yavruların ağzına göz damlasıyla süt akıtmak buradan aklıma geldi, daireden çıkınca ilk işim bir eczane bulup göz damlası almak olmalıydı... tlk girdiğim eczanede bulatnadım; o zaman göz ilaçları damlasıyla birlikte satılmıyordu, eczacı göz kadehi almamı salık verdi, aynı işi yaparmış, kedilerin ağzına süt damlatmak için istiyordum da diyemezdim ki!.. Kızılay'a doğru rastgeldiğim bir iki eczaneye de sordum hepsinde göz kadehi var, damla yok... Bu arada Sakarya Caddesi'nde Bülent Onaran'a rastladıtn, Bülent Onaran İşçi Sigortaları'rıda çalışıyor, mimar, akademiden, artık Bülent'le eczane eczane dolaşmaya başladık, kadeh var damla yok, Bülent şaşıyor benim ille de göz damlası aramama, nihayet: Birader dedi, sen aınma inatçıymışsın yahu, işte eczacı bile söyledi, göz damlasıyla kadehinin ne farkı var ki, al bir kadeh olsun bitsin!.. Artık dilimin altındaki baklayı çıkarmanın zamanı gelmişti, durumu anlattım, anaları gitmiş kedilere meme veremezdim ya, ağızlarına süt akıtmak için damla arıyordum, Bülent'in de aklı yattı bu işe, nihayet bir eczanede bulabildim. Dünyalar benim oldu sanki, Bülent'ten izin alıp evin yolunu tuttum, odanın kapısını açınca yavruları feryat feryada buldum, bir ağızdan haykırıyorlardı, hemen bir tanesini yakalayıp ağzına sül damlatmaya başladım, katiyen yutmuyor çıkarıyordu, hepsinde teker teker tecrübe ettim olmadı, mümkün değildi, bunlar açlıktan ölmeye mahkumdular, yapacak hiçbir şey yoktu... Böyle kaç gün geçti bilıniyorum, belki de üç gün... Bir gece eve geldiğimde ses seda çıkmadığını gördüm, herhalde yavrular ölmüşlerdi, hemen odaya koştum, şaşırdım kaldım, KEDİ bacaklarını açmış, yavruları karnına dolmuş, süt emiyorlardı... Böylece günler haftalar geçti, artık gözleri açılmış, adamakıllı tontonlaşmışlardı, bir tanesi siyah beyaz, ikisi tekir, biri beyaz sarı, birisi de griydi... Gri olanı, en irisi, en güzeliydi, artık büyümüştüler annelerinin manıa saaıinde oıılar da beraber mutfağa geliyor getirdiğim şeyleri yiyorlardı, banyodaki topraklarını değiştiriyordum ama bir iki defa koku oluyormuş diye ev sahibinden haber geldi, zâten ölüye ağlamaz, diriye gülmez insanlardı... Bir gün eve geldiğimde ciğer paketini açarken gri yavru üstüme atılıp ciğer paketine saldırdı, elimi kan içinde bırakmıştı, hiddetle silkeleyip attım, ciğeri önlerine koydum yediler, ama ertesi günü gri yavrunun gözü kanlanmıştı, herhalde hiddetle savurduğum için kafasını bir yere çarpmıştı, çok canım sıkılmıştı, ama birkaç gün sonra hayvanın gözü düzelmişti... O sıra Diyarbakır'a gitme işim çıktı, işin ne kadar süreceği belli değildi, kedileri ne yapacaktıın, bütün ev sahipleri gibi vicdansız olan ev sahiplerine bırakamazdım, en iyisi onları bahçeye bırakmaktı, TABlAT ANANIN kucağı insan kucağından şefkatliydi elbette; yavrular adamakallı büyümüşlerdi artık, anaları onlara, kuş kertcnkele filan yakalar, çöp tenekelerindcn filan geçinirlerdi!.. Diyaryabır'dan dönüşümde kedileri bulamadım, hiçbiri ortalıkta yoktu, ev sahiplerine sordum, gönnediklerini söylediler, ama ben bu işi onların yaptığını sanıyorum... Bir gece eve dönüşümde gri yavı uyu kapımın önünde beklerken buldum, hemen içeri aldım, artık benim tek sevgilimdi o şimdi, ciğerini işkem Deaenler: C/haf Burak besini uslu uslu yiyor, sonra anası gibi yorganın üstünde ayak ucumda yatıyordu. Fakat bir gün hastalandı, eve gelişimde her zaman beni karşılamaya gelen Gümüş'ü halının üstünde yatar buldum, bir günde adeta zayıflamıştı, okşadım, mırlamaya başladı ama hali yoktu, mutfağa götürdüm yemeğini önüne koydum iştahsız bir iki lokma aldı, bıraktı yerine döndü, kediyi veterinere götürmeyc karar verdim, Sıhhiye'de belediyenin yahut da Sağlık Bakanlığı'nın bir Veteriner Dairesi olduğunu biliyordum, kediyi bir çantaya koyup bir taksiye atladım, vakit geç ama daire açıktı, doktor kediyi aldı muayene etti, insana yapılan iğneler kadar bir iğneyle bir de iğne yaptı, kedinin iki büklüm olduğunu gördüm adeta. Veteriner birtakım ilaçlar yazdı, yanında hemşire var, benimle beraber o da odadan çık" tı, bu ilaçları hiç almayın beyefendi dedi, bu kedi ölecek çünkü, paranıza yazık olur!.. HaU buki ben onu Sıhhiye'de bir yerlerde olduğunu duyduğum bir hastaneye yatırmayı düşünüyordum... Hemşirenin söyledikleri midemi bulandırmıştı ama işin bu kadar çabuk olacağını tahmin etmemiştim, Gümüş'ü eve getirdim halının üstüne sevdiği yere yatırdım, okşatnaya başladım, ronronluyordu, bu içime su serpti biraz, ölecek olan kedi ronronlar mıydı, bir ara başını kaldırdı, bana baktı, tekrar okşadım, ayağa kalktı sırtını kabarttı, düştü... Ölmüştü. Ll 16 Haziran 1983, perşembe, saat 17.50' (Müsvettesi olmadan yazıldı). (*) Misuri: Sakarya Caddesi'nin ilerisinde, sağda, bahçeli bir Ankura evindeki içkililokania. Cadde üsliinde kiiçük, ayrı bir kısım, arkada asıl lokaııladan ayrı olan paradi kısım ki, daha ziyade sarapçılar gelirdi, bahçesinde lıavuz bile vardı. Ben oruya giderdim, urkadaslar da gelirlerdi. (**) Z.ula: Yankesicilerin çarpnkları cüzdan, para gibi şeyleri verip hemen olay yerinden uzaklaşan, nâbedtl olan adamlan. (***) Teflis: Kediler bir yere girer girınez, eğer zorla galürülmemişlerse. hemen orlalıgı söyle bir dolanırlar, ben buna "teflis" diyorum. 27