Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
Ö Y K Ü Zeyyat Selimoğlu Aramızdaydı o gün zrail'in ne yandan geldiğini anlayamamıştık. Ama Azrail'in gelip aramıza karıştığından, aramızda dolaştığından kuşKU duyulamazdı. Belki denizin Uzerindcn gel•nişti ya da çam ormanından aşağı inerek. Yok;a anayoldan ilerlcyerek tni gelmişti? Adım sesleri hiç duyulmamıştı. Yüzlerimizde, yanaklarımızda soğuk bir soluğun dolaşması, içimizi ürperten bir titreme, o kadar. Artık aramızdaydı, hiç kuşku yoktu. Yoksa gün ortasında birden üzerimize çöken, hepimizi içine alan bu garip, tekinsiz karanlığın anlamı neydi? Alçalan bulutların? Sise pusa gömülen denizin? Karsı kıyılar neden ölgünleşip göze görünmez olmuştu, neden dünyadan uzaklaşmış? Çepeçevre dört bir yanımız yapıs yapıştı. Neden? Sis perdesi altındaki denizin üzerinc inmiş martıların kanatları buz tutmuştu, uçamıyorlardı. tlerlemekte olan tek bir tekne bile yoktu. Motor sesleri kesilmişti. Neden? Havada, o zamana kadar almamış olduğumuz madensi bir koku. Bütün bunlar? Dahası, o derin sessizlik? Derin ve kör kuyulann diplerindeki bütün sessizliklerin yeryüzüne yükselmiş olması nedendi? Rıhtıma çıkan sokaklardan birer ikişer ilerleyerek geliyorlardı. Çoğunluğu buranın yerli halkı Rum Ortodokslar. Birçoğunu tanıyorduk. Dine düşkün, sıradan, sade insanlar, arabacılar, marangozlar, demirciler, yapı ustaları, balıkçılar, bahçıvanlar ve onların karıları; kara giysileri, kara başörtüleriyle, kara atkılarıyla kilisiye düşkün kadınlar. Hepsi de dört bir yandan gelip rıhtım kenarında toplanıyordu. Haçın suya atılması ve kurtarılması töreniydi. Biz ikimii. gözlemci gibiydik, töreni izlemek! Azrail? Onun ne işi vardı peki aramızda? Ve bu tören neden ille de bir cenaze töreni havasındaydı? İsmail ile ben, birbirimize açamıyorduk, ama onun burada olduğunu, burada dolaşıp durduğunu, buradan ayrılmadığını, törene katılanların arasında olduğunu, hepimizi gördüğünü, pusuda beklediğini ve çok beklemeyeceğini biliyorduk. lkimiz ilerledik, tören kalabalığına yaklaştık. Adımlarımızı kim atıyordu? Biz mi? Hemen yanıbaşımdaki lsmail'in birden sapsarı kesildiğini gördüm. Sotiri... diyerek kekledi, ya da öğürdü. Nerede? lşte, şurada! lsmail'in boynundaki adem elması çıktı indi. Midem. Doğruydu. Rıhtım kenarındaki kalabalık arasında Sotiri'yi gördüm. lnce uzun ve şimdi hafiften yana kaykılmış Sotiri'yi! Kamburu çıkmıştı. Dere kenarında duran halsiz, eğri bir kamış! Rüzgâr yoktu ve Sotiri bu yüzden ayaktaydı, bu yüzden ayakta kalabiliyordu. Aylardır sürüp giden onulmaz teşhisli kara dizanteri. Doktoru: "Böyle... bir mum gibi yavaş yavaş sönüp bitecek!" Mahalle takımının gözdesi o sporcu çocuk. Şimdi, kara cüppeli rahibin, kara giysiler, kara atkılar içindeki kadınların, kara bulutlarla kaph bir göğün, alçalmış tekinsiz bulutların altında, kendi cenaze törenine gelmiş gibiydi Sotiri. Onu rıhtımdaki kala A balık arasında görür görmez anlamıştık: Azrail'in seçimi oydu, hedef Sotiri'ydi. Midem. Kalabalık, nhtım kenarına doğru iyice yaklaşmıştı artık. Kış soğuğu iliklere işlemişti, işliyordu. Yalnız kışın yaydığı soğuk mu? Haçın suya atılması anıydı. Rahibin, kendine yol açarak rıhtım kenarına yaklaştığını gördük. Ortalık daha bir karardı sanki. Havada bir felaket, bir uğursuzluk haberı vardı. Bu haberi biz nasıl alıyorduk bilemiyorum, ama alıyorduk. Yan gözle lsmail'e baktım. Yüzü hâlfi sarıydı. Üşüdüğü için mi yalnız? Sonra, rahibin kolunu gördüm, hızla yukarı kalkan kolunu, elinden fırlayan gümüş parıltıyı gördüm haçtı o ve bir keşmekeş, kargaşa, kanşıklık ardından bağnşmalar, kadın çığhkları yükseldi rıhtımın kenarından: "Sotiri bu...", "hasta çocuk.'", "ölümüne susamış", "bogulacak, kurtarın..." Yanıma dönüp lsmail'e baktım. dibinde. İyice kendine geldikten sonra onu bir arabaya bindirip evine götürdüler. Biz de oradaydık, olayı izliyorduk. Arabaya binmeden, uzun battaniye içindeki Sotiri, şöyle bir dimdik durup çağrılmış arabanın yanında, denizden yana döndü, denize doğru baktı. O denize bakarken ben de ona bakıyordum. Hanidir söndü sönecek fenerler gibi bakan gözleri, şimdi müthiş bir parıltıyla bakıyordu denize. Sanırım tam o sırada, denize öyle garip bir canlılıkla bakarken, ölümü altetmişti Sotiri, yaşamaya başlamıştı, gözlerinden belliydi bu, büyük bir inançla bakıyordu denize. Nasıl anlatmalı? Sözcükler yetişmez ki! O sahneyi görmüş olmak gerekir. Sevgi, minnet ve şükran ve hayranlık, bütün bunlar gözlerinde toplanmıştı Sotiri Bahçeci'nin. O günden sonra her gün denize girer oldu Sotiri. Bütün bir kış boyunca, kar yağmur dinlemeden, her gün, belirli bir saatte denize girip çıkıyordu. Bizleı, arkadaşları, şaşkınlara dönmüştük. O hastalıklı ve halsiz, ölüme bırakılmış, bir mum gibi eriyeceği söylenen Sotiri, Azrail'e başkaldırmış, ölüm meleğini kaçırtmıştı yanından. Yağan karın altında, bacağında mayosu, bir kayanın Uzerinden kış denizine dalarken gördükçe Sotiri'yi, ağzımız açılıyor ve öyle kalıyordu. Yaz denizi onu çeken bir şey değildi artık, bizi küçümsüyordu. tedim. Sotiri, dedim, sana bir şey soracağım. Sor, dedi. Senin için doktor bile, ölecektir diyordu. Ama işte ölmedim. Üstelik eskisinden de sağlıklısın. öyleyim. Bu kışta karda her gün denizdesin üstelik. Denizdeyim ve hep denizde olacağım. Çok mu seviyorsun denizi? Sevdiğim için değil yalnız ona hayatımı borçluyum, beni yaşatan odur artık, denizdir. Bunu düşünerek mi giriyorsun denize? Evet, o haç kurtarma gününde buna inandım. Şimdi ne zaman kış denizine girsem, ne kadar soğuk da olsa deniz, bir yüzüp de dışarıya çıkınca inancım pekişiyor. O haç kurtarma gününde ölüme çok yaklaşmış bir hastaydın. O halde nasıl oldu da o soğukta buz gibi suya atladın? Ben atlamadım suya haçın ardından. Ne demek? Beni ittiler. Ne dedin? Biri itti beni arkamdan. ltti mi? Kim itti? Bilmiyorum, tam arkamda duran biri her halde, ama kimdi bilmiyorum, eli çok kuvvetlı biriydi. Midem. D Şimdi bembeyazdı suratı, ağzı açıktı, dudakları titriyordu. Midem. Rıhtım kenarına doğru fırladık. Kalabahğın arasına karıştık, karışamadık, Sotiri'nin başı denizin üzerinde göründü, kolu suların içinden halsiz yükseldi, elinde tuttuğu haçı gösterdi. Korku çığhkları yerine şimdi sevinç çığhkları! Çığhkların aslana benzettiği Sotiri, haçı Karşılaştığımız bir gün onunla konuşmak iskurtaran fedai, günün kahramanıydı şimdi. ölüm hükümlüsü Sotiri. Rıhtım kenarındaki taş basamaklar, yavaş yavaş yukarıya çıkan Sotiri! Böyle bir titreme, ınsan bedeninde böyle bir sarsıntı, böyle deprem, ben görmedim. tsmail de görmemiştir, enıinim. Yalnız soğuk ve ıslakhk değildi Sotiri'yi şöyle sarsıp titreten, değildi. Bana öyle geldi ki, hanidir içine, kanına, damarına yuva ku " rup yerleşmiş olan ölüm, bedeninden çıkıp git" mek için debelenirken, onu da böyle sarsıyor, titretiyor. Elektroşok uygulanan bir hastanın başına hani akım verildikçe... Üç beş kişi üzerine atılıp, soğuk, ıslak giysiler içindeki Sotiri'yi yakındakı bir kahveye koşturdular. Biz de arkalarından.Kahvede, sobanın hemen dibi dibine oturttular günün kara ölümlere aday kahramanını. Konyak, çay, çay ve konyak! Çaya konyak döktüler, konyağa çay kattılar. Bütün bedeninden elektrik akımı geçiyormuş gibiydi hastalıklı, ölümlü Sotiri Bahçeci'nin. Oylc, dakikalarca tir tir titredi, çenc attı, takır takır sesler yükseldi dişleri birbirine çarptıkça. Çayı ve konyağı yudumladı bir süre. Islak giysileri çıkartıp bir battaniye sardılar hastalıklı .<* bedenine. Sotiri yavaş yavaş kendine geldi sobanın ve konyaklı çayın 27