04 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

fteud da kim? Dognısu ben de bilmiyorum kimdir, ama adama o kadar çnk karşı koyup sövüyorlar ki, herhalde onemli birl olsa gerek!" **• Bu ayın başlarında, daha Ankara'dayım, bir gece, bulmuştum Memet Fual'ı kaldığı otelinde; Hergele Meydanı. Bir spor karşı laşması var. Altınyurt KulUbU'nUn voleybol ('uçantop' dedikleri) takımının çalıştırıcısı olarak Istanbul'dan gelmiş... Konuşuyoruz. Bir ara, 1965 şubat sonlarında (mart başları da olabilir) kendisine benim "Yanlış anlayabilirler, slzden benim kitabımı fsterierse vermeyin" dcmiş oldugumu söyledi bana. Evet, De Yayınevi'ne ona bir hoşçakalın demek Uzere uğramıştım. O zaman yalnızca "Kınar Hanımın Denizlcri" adlı bir şıir kilabım vardı yayımlanmış. (tkinci kitap, "Bakışsız Bir Kcdl Kara"yı Memet Fual iki ay sonra mayıs 1965'te çıkarmıştı.) 8 Amsterdam o "8 Her büyük kent gibi, çeşitli yönleri, değişik yüzleri olan bir kent Amsterdam. Gecesiyle gündüzü, kenar mahalleleriyle merkezi, kanal boylarıyla parklart birbirinden apctyrı çok değişik yaşantüara açık. ünyada Amsterdam kadar suyla içli dışlı olmıış, her sokağının limana çıktığı, her pencercsınııı bir kanalın bulanık, durgun suyuna açıldığı bir başka kent yoktur sanırım. Diyeceksiniz ki, Venedik var. Doğru, Venedik de bir su kentidir. Ama, Amsterdam gibi büyük bir liman kentı degıl. Üstelik, Amsterdam'a "Kuzeyin Venediği" denmesıııiıı nedeni de, irili ufaklı yuzlcrce kanahn kenti bir ağ gibi kaplamış olmasıdır. Dar ccpheli, kırmızı tuğlulı eski evler, sarı renklı tramvaylar, bisikletli kızlar da Amslerdam'ın ilginç özellikleri arasıııda sayılabılır. Dam alanındakı Kırallık Sarayı, parklar, güzün kanallara yapraklarını dökcn agaçlar, her şey, her şey bir eski zaman düşünde gibi saydam ve yalındır bu keıme. Ama gece olunca durum değışir. Eglence yerlcrı, seks dükkânları ve vıtrmlerin kırmızı ışığında müşteri bekleyen sokak kadınları eski yapıların, müze ve parkların yerini alır. Gizlerini tümüyle ele vermeyen bir başka diin yanın eşiğindesinizdir artık. Amsterdam sizi yavaşça saracak, yumuşak povdesiııe çekerek yüzlerce kanaldan oluşan kollarıyla bir günah kadını gibi boğacakiır. Bir ekim gunü gcldim Amsterdam'a. Otele yerleştıkten sonra dtşanya cıkıp, ısıtmayan gllz gııneşinin altında kanallar boyunca yürüdüm. lşık dcgışip duruyordu; suyun rcıı gi, evlerin yüzü de. Her şey, bu degişkcn güz ışığmın aydınlığında, Vermeer'in tablolarındaki gibiydi. Kanalları bırakıp geniş caddclere çıktıgımda başka bir dünyanın varlıgına tanık oldum. Amsterdam karipostallarda gördılğümüz gezginler kenti degildi yalnızca. Çalışan, emeğiyle gcçıncn göçmen işçilerın, bu arada Türk işçilerinin de yaşadıgı bir yerdi. Vermeer'in tablolarındaki degişken ışıkla başlayan ge/inlim, kentin kenar mahallelerinden birinde, bir Türk işçi aılesinin sofrasında sona erdı. Diyeceğim, her bııyıık kent gibi, çeşitli yönleri, değişik yüzleri olan bir kent Amsterdam. Gecesiyle gündüztı, kenar mahalleleriyle merkezi, kanal boylarıyla parkları birbirinden apayrı, çok değişik yaşantılara açık. Ama bu güzel kentı lanımak, sevmek için mutlaka rcsim sanatını da sevmek gerekıyor. Neden mi diyeceksiniz, Amslerdam dunyaca ünlu ressamlann kenti de ondan. Bu ressamların içinde birı var ki, yalnuca dünyanın belli başlı müzelerini süsleyen lablolarıyla degil, acılarla, ayrılıklarla. yoksulluklarla doltı yaşamıyla da dikkatimizi çeker. Van Cîogh'dan söz ettiğimi anlamışsınızdır umarım. Amsterdam'ı gördüklen snnra, Van Gogh'un sarılarını, ycşillerini, kahverengi ve koyu kırmızılannı daha lyi anlndım. Yurdu Hollanda'yı bırakıp, guııeşi \c ışıfı aranıaya çıkan, kıılağını kestıkten sonıa kendi portresini yapan ve bir öğle vaktı, 1 ransa'nın güneyindc, bu buğduy tarlasında yaşamına kendi elleııyle son veıeıı bu çılgın ressanıın dünyasını kavramak, onun yalnı/lığmın, yaratıcı gucıınıın bilincine varahilmck için Amsterdam'a gclmem gerekiyoımuş dcmek. Van Gogh Müzcsi'nin duvarlannda asılı duran tablolar, hangı manzara\ı, hanpi insanı, hangi kenti lesmedeıleıse etsinler, Hollandalı bir saııatçının kimlıfını vurguluyorlardı. Amslcıdanı'ın günbo>ıı degışen ışığında Vernıeer'i, Van Gogh'un çılgın sanlarını ammsayıp da, bu ikı ıınlu rcssamın ustası, 17. yü/yıl Flaman Sanatı'nın büyük dehası Rembranl'tan söz etmcmck olrııa/ elbette. Rembranl, Hollanda taıihinin altın çağı olarak nitelendirilen, burju\a sınılının dcniz licarcti saycsındc /oııgınlcşip palazlandıgı bir dönemde, vaııi 17 >u/yılda yjsaımş bir sanatçıdır. Amsıerdam'da yaşamış, yapıtlannda içinde yaşadıgı dönemııı başlıca özelliklcrini üsıün bir sanaı dclıasıyla yansıtmıştır (lıuın yapıllarında kıılsal Kılap'tan alınmış konulann yanı sıra, hır donemin dünya görüşunu, yaşaına tar/ıııı da en küçük ayrınııları>la algıları/. Rcmhraıu'ın snnatım belirleyen b.ışlıca O/ellık gölgedir. Sanatçının yapt'fı insan porlıelerindc ışık içerden vuran \c rcsnıin mckânını ıçerdcn aydınlatan bir konumda veı alır l ıpıııliMin oluşumuysa, gölgelerlc. ışıgııı gcHe vc kontrastlara görc ıısiaca kullanımıyla gerçekleşir. Amacım, resmın leknık koıuılaıııuı gıre rek, sizlerın canım sıkmuk deftıl elbelte Ne var ki, Amsterdam kentinden >o/ cdcrken, Flaman ressamlarına dejınnıcmck, oıılaıın bugün mıı/elerde yaşayan ben/e r sı/ dıınyalarını, kısaca da olsa, söz konusu cımemek, yalnızca sanata değil, mıızeleı keniı Amsıerdam'a da haksızlık olurdu. Rembrant'ın tablolarını, porıre ve desenlerini Rijkmu/eum'un duvarljııııda, Van Gogh'un scrl fırça darbclerıyle gcrçeklestirdiği ve ızlenımcı sanalın en cleğerlı önıckleri arasıııda yeı alaıı lablolarını Beledıye Müzesi'nın salonlarında bırakıp, açık havaya çıkalım ycnıden. Kenıın ıncrkezıne doğru yürüyüp Bali Tiyatrosu'nun kapısından ıçeri girelim. Uç yıl öııce yııırdıgımız Vasıf öngören'in bir piyesini, Amsteıdanı'ddki Türk sanatçılarının başarılı yoruınlarıyla seyretmek ne büyük mııtlııluk! Bu mutlulugu sizlerle de paylaşabılmek, sevgilı Vasıf'ın bııyük mücadelclerden sonra kurdugu topluluğun onun olümüııden sonra da etkınlığim surdürdıığıınu gornıeniıı övuni'unıı sı/leıe de duyurabilmek islerdim. Amsterd.ım'ın ortasında TUrkiye havasını sürdüren tıyaırocu arkadaşlaıımı/a ve Vasıf Ongören'e yıliLkten bir merhaba! "ı O I I D • #• Gümüşlük 1982 Franı Fıınon, Türkiye'ye 'getirilince', nedense "Her sinema seyircisl haindir" diyor ya da dedirtiliyor. DUşündUm; demek örgü gibi, sepet gibi örülen hir toplumsal 'yanlışlık' temelde de, aynntıda da, sanatçılara sanatçılarca da yasallaştırılabiliyormuş. Hiç degilse kimi konularda durup bir düşünülseydi acaba buralara varılır mıydı? (Belirli bir 'insan yöntemi'nin serinkanlılığıyla durup düşünmeliyiz biraz.) Ya adamın dedıkleri yanlışsa (ya da doğruysa?) Çünkü insan aklını yitirmişse bile gerçekleri söyleyebilir! (Genış anlamıyla da, dar anlamıyla da) "Iktidar" deyince biz yalnızca 'hükümct'i anlıyoruz hemeninden. Asya'da ve özclliklc Anadolu'da yani butun lstanbul! Evet, hepimizin babalan, dedclcrimiz çok korkmuştur (ya da korkutulmuştur) tarihte, Selçuklularda, Osmanlılarda... Eski bir Asya imgesinı hadi şimdilik bir yana bırakalım; Cellal hüküındarın yanında sürekli ayakta durur; 'müsadere' uğruna bir aile toptan ortadan kaldınlabilir; davranışlarından ve durumlarından kuşkulanılanlar parçalanabilir; hukumdar kınıin adını soylemişse onun hemen göğsü deşilebilir... Kısacası soyut kimliği bile korkutucudur belirli bir sözcUgün! Böylc 'sıradan ve kUçük yanlışlıklar' yapraklarla, ikindilerle, aylarla, yıllarla birike birike 'çok bUyük yanlışhklar'ı, kumbaraları, başımıza sardınlan belaları, işleyen 'görünmez iktidar'ı, ('san iktidar'ı) iktisatın 'temerküz' kuralı gereğince, 'lstanbul iktidan'nı, gerçek iktidarlan oluşturmuyor mu? Oluşturmaz mı? Belki de bu yüzdendir; bu 'topluluk'un bir temel niteliğine el verebılen Türgut Uyar'ın, Cemal Süreya'nın, Mu/affer Erdost'un, t/.zel Yasar'ın, Sezai Karakoç'un, Enis Baturun, Akif Kurtulug'un... şiirde şiirle yaptıkfan gözümde büyüyor, bilyür. 'tslanbul iktidan'na, yularları ellerinden bırakmayan iktidarlara bozuk çalmak elbet tek başına 'sıkı bir şiir'i yazmanın ölçütü olamaz, ama ilgimi çeken bu şairler sırası ve yeri gelince (yaşamın en zor isi böyle bir davraruştır bence) kendilcrine bakabilıyorlar dötıüp. Dönüp. (Üstelık hcrhangi bir ayna da yok, gümüş bir tepsi bile yok Jaynalarsız ve gümüşlersiz' yazmışım deftere, sayfaya.) O Alman'ın, Husserl'in 'ephokhe" kavrumıyla uzaktan da olsa bir hısimlık kurulahilir mi ki? Ben 'epokhe'yi bir 'ayraç' olarak ele alıyorum, Bedia Akarsu ise Felsefe Terimleri Sözlügü'nde buna 'yargısızlık' diyor! Oluyor. Faklrf'den bir koşuk parçası. Ama avadanlık degıl. XVI. yüzyıl. Bilir misin nedir beyler ııgalar Sürerier daima zevkiı sefalar ,'İlk Osmanlı tarihçlleri'. Ayraç içinde de (Âşık Paşa Zade ). (Hangi kitabı okurken bunları yazmışım bilmiyorum). Paşalar kamu kumas füleri Gözetirler kaçan ire o beri Naima; üst katmanlar ıçin görkem, ihtişam iyidir diyor. Yapılacak şey bunun geniş halk katmanlanna geçmemesi için önlem almaktır da diyebiliyor. • ** 'Pes ben de cumhuriyetfiylm...' Bu çerçevede yazı yazarken deflere boyle yazmışım... Ayak değiştiriyorum. 'lstanbul'un içinde vurdular benü' Vurmuşlar! Ben çok uzaklardayken ve kelle derdiyle ugra$ırken... Bu 42 'medislik'in, GümüşlUk Iskelesinde yazdığım bu kitabın adını 'Çok F.skl Adıyladır' koyacağım. •** "BUtün çocuklara aynı egitim" kı dagılmasınlar! Kuzular için söyleniyor bu. Benim bildiğimce, insan yavrusu ve insan söz konusu ise aykırılık ne denli çok sayıda olursa o denli birleşticilik olur. Elbet gerçeğin, gerçeklerin arkasmda koşan bir 'düşünce', 'düşünme' varsa ortahkta. Yanbşlık önce dilde ve dilden başlıyor; "birlik ve beraberlik!" Sonra 'özgUtılük' de öyle değil mi? Sanılıyor ki, bir 'düşünce' ne denli az etki altında kalırsa o denli 'özgun' olurmus, 'özgUnlük' varmış. Oysa on binlerce, mılyonlarca yabancı etki 'özgünluk' yaratabilir yaratırsa. (Işin öteki boyullarını bir yana bırakıyorum şimdi). 'Düşunce', çarpışa çarpışa, tokuşa tokuşa oluşmaz mı? Olusmadı mı tarihte? lstanbul tarihinde? Gerçekte, çok eski günlcrden bu yana, lstanbul insanı nedense (ana baba gunlerinde daha yoğun gözükür bu) 'dUşünce' kırıntısından bile Urker, ürküyor. Çok büyük (ve dar) kalabalıklar bir ince kitap görünce bile tüyleri diken diken olur. Belki de bu yüzdcn bellcgı yok bu topluluğıın; "hafızai beşer nisyan ile malul"mUş. • •* Bir şey ıçin, Günsel Koptagel tlal'ın, 19.2.1982 tarihli mektubuna bakmıştım, baktım ycnidcn. "Türklye'de Slgmund Freudun (yazısının) son paragrafı biraz once ne demek istediginıi senin irin de acıklar" diyordu. "Pslkanallze Giriş" kitabmdakı o paragraf şu: "... Tegmen, Nlye Viyana'da Freud'a gllmlyoreunuz? der. Pserimos (Kappari ya da Kapari, ttalyanlar zamanında) ve Kalymnos adaları gö/üküyor evin balkonundan. Pserimos'a köylüler galiba Keçi Adası diyorlar. Leros da gözüküyormuş, yandan. (I^ros deyince Ritsos aklıma düştü; I967'de bir ara orada oturmuştu 'zorunlu olarak' eski deyisle 'ikâmete memur;' anlaşılan şimdi 'surgunluk' de incelmış, inceltiliyor. Bir tek tümce kalmış "Mavi Sürgün" kitabından aklımda, 'Halikamas Balıkçısı', "Islanköy'drn bir adam geldi." Beııi hem bu tümce hem bu tümcenin ardındaki pek yazılmamı; serüven ütretmişü çünkü. Yıllar öncc Bodrum'a Istanköy'den bir anlaında elden ayaktan kesilmiş yılanlı bir adam gelir, yılanı oynatarak küçük geçimini sağlıyabiliyor. Sağlık raporu yoktur diyerek gümrükçüler yılanı alıkoymak isterler. lslankoy'den gelen adam da çaresizlikten ağlamaya başlar, tek geçim kaynağı elinden alınıyor! Evet, "lstanköy'den bir adam geldi." *•• YüzlercemiluıunluğundaklkanaUanyla Amsterdam, "Kuzeyin Venedik'l" olarak nitelendiriUr.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle