Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
etmeyen, küçük yaşta olgunlaşmayı becermiş, ağırbaşlı çocuklardı çocuk denebilirse onlara. Onlarla seve seve oynardık: Sinan Bey, tavla; Burhan Bey, domıno; Naşide Hanım, piket; Çınar, okey. Ama yenilmeye çabalamadan, iki eşit birey olarak. O ağustos sonunda bır gün, gcmiden Çınar'ın inmesı Otcl sahibinin yeğenıydi, eskı garsonumuzdu, Libya'da çalışıyordu iki yıldır hcpimı/ı şaşırttı. Kucaklaştık. Bizi öylcsinc özlcmiş ki dayanamamış, cn çok da Haldun Bey Otel'e her uğradığında açılan "mavi" tartışnıasını; hangi uçuk maviden hangi koyuluğa uzanun deııız yelpazesı. Bunu anımsadığı anda, aklına denız ve biz düşüyormuşuz. Karşı duramamış artık, atlayıp gelmiş. tyi ki bizler I.ibya'da değilmişiz, orada taşa tutulurmuşuz ve bir insanın taşlanarak, kanayarak öldüğunu gortnek, inanalım ki, hiç de kolay değilmiş. Oysa bız, Burhan Beyle ressam Erdal'ı bekliyorduk o gün. Belki Numan Beyin karısı ile kızı da ama kesin değil, belki GUnal ile Tıllin. O gün Otel'de hamaın yakıldığından, sıcak suyla yıkanmanın vcrdığı gcvşcklik vardı ustümüzde. (Otel'de surekli sıcak su olnıadığını bclırtmck gcrekiyor mu acaba?) Burhan Bey, kiraları toplayacak, evin kış hazırlıklarına bir göz alacak, Erdal'ı Çiçek Pasajı'ndan kaldırıp gerekirse zorla buraya, bıze getireccktı. Gelgelelim, gemiden Çınar'dan başka tanıdık inmedi. Nedense büyük bir yalnızlık duyduk. Akşama doğru ince bir yağmur yağdı. Çınar'ın gelişini kutlamak için yeni açılan mezeciden sııcuk aldık, Belkıs Hanıma da Marlburu aldık bakkaldan. "Yarın gitmeyin n'olur," dedi Naşide Hanım. Onunla bezik oynadık öğleden sonra, kahve içip fal baktık. " H i ç degilse Burhan gelmeden gitmeyin," dedi. "Yann geür. Mullaka önemli bir işi çıkmıştır, yoksa beni bekletmez. Hep yanımdadır. Eski kucam intihar elliginde evel evet, bir bunalım sonucu, hep hastaydı, evet labancayla Burhan yanımda olmasa ne yapardım bilmem. O koskoca yalıda yapayalnız." Yağmurun tenteye vuruşunu duyuyor, leyleklerin göçe hazırlanışım gözlüyorduk. Gök, iyıce kararmıştı. ErcUmcnt Ka'ptan, koca bır kcsckâğıdıyla göründü U7aktan. Çınar'ın Libya'da özledığini sandığı bir yiyecek almışlı besbelli, buzdülabına koyacaklı. "Ben de eski kocamı hâlâ unutamamama içerliyorum," dcdı Belkıs Hanım. "Kahasabaydı ama severdim, herkes, sana yakışmıyor derdi ama ne luhaf değil mi, beni fazla hanımefendi buldugu için lerk ettiğini söylemişti o da. O zamanlar gü/eldim. Hem de çirkince, orta halli bir kızcagız ugruna. Arasıra düsüniiyorum da belki haklıydı. Sizce çok mu şeyim ben?" Guzel gözleri huzunluydU. "Siyah, sİAİ çok açmış," dedik. "Çınar'ın şerefine giyindim." "Sizi seslerinizden lanıyabiliyorum ancak," dedi Mehmet Usta. "Korlugün en kötii yanı, gttzel kadınlan gorememek. Eskiden bi/.im hanım kıskamrdı beni, şu yamaçlarda atla dolaşhgım yıllarda. Yunan zamanında. Evde yarım sişe içirtmczdi. Şimdi korum ya, dayıyor öniime şişeyi, uyuyabileyim diye. Artık neye yarar?" "Yine de oglun var, karın var Usta, koluna girip buraya getiriyorlar seni, uslün başın da temiz, yalnızlık kolay mı saruyorsun?" dedi Belkıs Hanım. "Temiz mi üstüm basım?" dedi Mehmet Usta. "Sizlerin adreslerinm almamıştım yine," dedi Belkıs Hanım. Kışın aramayacağımızı bıle bile adresler alıp verdik. "Hava da sogudu birden," dedi Numan Bey. "Şöyle bir yagmur yagsa, dolu dolu," dedi Naşide Hanım, "Kapılan erkenden kilitlesek, bari yarın denize gitmek zorunda kalmasak." U I B İnci Sokağı Dogrusu bu çifte kavrulmuş adlar XIX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan gazete ve dergilerle pıtraklaşmıştır. Ne ki, 1862 haziranında Tasvlri Efkâr'ı yayımlayan Şinasi'nin adı yine Şinasi'dir. Konuşma ve yazı yazma özgürlüğüne yeni ufuklar açan II. Meşrutiyet ise bu yüz görümlülüğünü daha da yaygınlaştırmıştır. Kadınlar bile yıllarca çıplak adlarla anıldığı halde Meşrutiyet 'le kelli felli adlara, Makbule Leman'lara, Halide Edip'lere (önceleri Halide Salih), Belkıs Şevket'lere, Yaşar Nezihe'lere, Emine Semiye'lcre, Gülistan Ismet'lere uzanmışlardır. Aynı şey tiyatro alanında da olmuştur. Sanatçılar da avurluzavurlu adlara başvurmuşlardır. Yalnız Donizetti'nin ölii Şehir adlı oyununda bır "sahnei cinnet"i canlanıran ünlü artist Burhanettin Bey kendini bu akımın dışında tutacaktır. Bu kuiunburnalı adları o yıllarda yazılmış romanlarda, öykülerde de bulabilirsiniz. Mai ve Siyah'ın (1897) Ahmet Cemil'i, Hüseyın Nazmi'si, Ahmet Şevki'si varsa Ferdi vc ŞUrekflsı'mn (1896) tsmail Tayfur'u vardır. Halit Ziya, Aşkı Memnu'da (1900) bu eğilimi bırakırsa da ondan 24 yıl sonra yazılan Kınk Hayatlar'da yeniden katmerli adlara döner. Yakup Kadri'nin romanlarında da erkek adları kadınlar için böyle bir şey düşünülmemiştir tek değil, çifttir. 650 soldatlı, 70 tunç toplu Kapudane kalyonudur. Kiralık Konak'ta (1922) Hakkı Celis, Hüküm Gecesi'nde (1927) Ahmet Kerim, adlarıyla çevrelerine buruk satarlar. Oysa yine 1922'de yazılmış olan Nur Baba'da iş değişiktir. Kuiunburnalı adlar kapı dışarı edilmiştir. Sodom ve Gomore'de de (1928) durum aynıdır. Yalnız bu sonuncusunda tngiliz yü/başısının adı (Gerald Jackson Read) herkese rahmet okutur. Yakup Kadri bu bağdaşını 1937'de yazdığı Bir Sürgün'de de sürdürür. Ne var, araya gerçek kişiler (Ahmet Rıza, Ali Kemal) karıştığı vakit manzaranın löpü yeniden bozulmuş olur. Hayıllar ona ki Yaban'ın (1932) başkişisinin adı da çifte kavrulmuştur. Bereket olaylar birinci tekil kişinin ağzından anlatıldığı için Ahmet Celal'in adı sahneye fırt fırt gelmez. Doğrusu ben Mai ve Sijah'ı olsun. Kiralık Konak'la Hüküm Gecesi'ni olsun korkarak okumuşunıdur. Ahmet Cemil'ler, Hakkı Celis'ler, Ahmet Kerim'ler bana yabancı bir gezegenden gelnıiş yaratıklar gıbi görünmüştür. O ne yapmacık, o ne acaipnüma, o ne ayağı yerden kesilmiş adlardır. Söz gelişi şöyledir ki, insanların adları, bir yerde, onların gözleri, kaşları, bıyıkları ve de huylarıdır. Gerçek bir ad olmayınca gerçek bir kişi de olmaz. Bunlara karşılık, HUseyin Rahmi'nin romanlarında kişi adları bana her vakit sımsıcak gelir. Mutallaka (1897), Iffel (1897), Mürebbiye (1898), Metres (1900), Ben Deli miyim? (1926) vb. hep yaşamın içinden çıkarılmış adlarla bezenmiştir. Ne var, Cadı (1912), Son Arzu (1918), Cehennemlik (1924), Eşkıya Inindc (1935), Gönül Bir Yeldegirmenidir (1943) yine yapmacık adları atar önümüze. Hele 1926'da yayımlanan Billur Kalp'te Saim Izzet'ler, Ali Fikri'ler, Ahmet Necmi'ler, Semih Atıf'lar, Nesip lhsan'lar, Malik Tayyar'lar her dakika yelken üzerindedirler. Ahmet Mithat Efendi'yi sorarsanız, ona da her vakit yakın durmuşumdur. Çünkü o da bu karnavalsal adlara yüz vermez. Lelaifi Rivayat'taki 25 öyküden yalnız UçUnde (Bahtiyarlık, Çingene, Yeniçeriler) sexy adlara kucak açılmıştır. Müşahedat'la ise Seyyit Mehmet Numan, Ali Osman Topuz keşkülleri gelir sahneye. Jules Verne'e özcnilcrck yazılan Ahmet Metin ve Şirzat'da ise karşımıza yine 42'lik bir top çıkar. Dcnizci Hasan'ın başkişisi Hasan Mellah da odur. Hopterelelli havası, yandı pilav tavasıdır. Nedir o, kimi zaman Arap, kimi zaman Safatino, kimi zaman da gerçek adı budur Turgo'dur. Gelgelelim Ahmet Mithat'ın vazgeçemediği bir tiryakiliği de vardır. Ya/dıklarına zaman zaman, Paul'leri, Jean'ları, Kontları ve de Kontesleri tıkıştırır. Letaifi Rlvayat'ın ilk cüzleriyle aynı yıllarda (18751876) yazılan Emin Nihat'ın Mttsameretname'si, Namık Kemal'in Intıbah'ı vc 188O'de günışıgına çıkan Cezmi'sı de tcrbıyeli, önüne bakan adlarla boyanmıştır. Recaizade Mahmut Ekrem'in Araba Sevdası (1889) Mehmet Murat'ın (Mi/ancı Murat) Turfanda mı, Yoksa Turfa mı? (1892) Samıpa^azade Sezai'mn Serguzeşl'i Mehmet Rauf'un Eylul'U (1900) de aynı çizgi üzerindedir. Nabizade Nazım da öyküleri ve Zehra adlı romaruyla onları ızler. Dıkkat, dikkat! Seyyiei Tesamüh öyküsünde karşımıza şakkadak hakemzade Necip Nizamettin Beyefendi çıkacaktır. Müftüoglu Ahmet Hikmefle ömer Seyfettin'e gelince, birincisi "Sunbiil Korkusu" öyküsüyle Gönul Hanım romanında insana korkulu dakikalar , yaşatır. öbür öyküleri ile monologlarında ise böyle bir şey yoktur. tkincisi ise gerçek adlar ardından koşar. Ne ki o, zaman zaman sapıtır. Sütude, Çesban, Camsap gibi uyduruk ve mayışık adlara el atmaktan da çekinmez. Sözun sonu şudur ki, insan adları, romanlarda, öykülerde, denemelerde ve de oyunlarda yaşamın şiirini verdiği vakit değerlidir. Bu gibiler insanlara pul gibi yapışır. Bu, yaşamın yasasıdır. Çoğu yazarlar bunu bilir. O şiirli adları ele geçirmek için de durmadan, dinlenmeden kahveleri, lokantaları, istasyonları, genelevlerı, stadyumları, sinemaları, pazar yerlerini, gecekondu iklimlerini fellek fellek dolaşırlar. Balzac da kişilerinin adını gezip tozduğu yerlerden çıkarır. Oltasına bir şeyler takıldığında da vayvillimler atarak evc koşar. İlk karşılaştığı kışiye de şöyle bağırıı: Matifat! Cordot! Ne firfiri adlar değil mi? Matifat'yı İnci Sokağı'nda buldum. Unutmadan, Balzac kimi zaman da kişilerinin adını ya da kendilerini kitaplardan çıkarır. Goriol Baba, Yitik Uüsler, Fahişelerin Gorkem ve Çökuklugıi kişisi Vautrin'i Vidocq'nun Anılan'ndan damıtmıştır. Bir başka deyişle Vautrin, Vidocq'tan başkası değildir. Vidocq gerçek bir kişidir. Hapse düşmüş, hapisten kaçmış, Paris gizli polisinde yüksek bir görev almıştır. Yani fartası furtası bellisiz bir serüvencidir. Bir de vardır ki, Balzac Vautrin'i çizerken eski bir kürek mahkumundan da yararlanmıştır. Bu adam Restorasyon çağında kendini topluma SaınteHclenc Kontu diye yutturan ve kontluğu sırasında da bir hırsız çetesini yönetmekten geri kalmayan Pierre Cognard'dır. Ama Vautrin yalnız bu da değildir. Zaman zaman papaz, teğmen, piskopos, dilbilimci ve her vakit de dört dörtlük bir kaşkarikocu olan Anlhime Collet'in de yüz çizgileri vardır onda. Bilindiği gibi Victor Hugo'nun Sefiller'i yazmasına da hapisten kaçan başka bir kürek mahkumu neden olmuştur Nedır, Jean Valjean'ın ötekilerle, o cambazlarla (Vidocq, Cognard, Collct) bir ilişkisi yoktur. O bir yargı kurbanıdır. Rastlantıyla suç işlemiş biridir. Toplumda iyi bir yeri olabilmesi için elinden gcleni yapar. Vautrin daha doğrusu Vidocq, Maurice Leblanc, Arsenc Lupin'i Parıs Polıs Müdürlüğüne getirdiği vakit yeniden anımsanacaktır. Kimileri Fantoma'larda Rocambole'larda da onun gölgesini görür. [J S ait Faik'in "Kumpanya" adlı öyküsünde, Tiyatro Müdüru Kör Halit, baş oyuncuya: Büyük aktörsün Saffet, dediği vakit, ona "Saffet Ferit" de demiş olur. Çünkü onun tiyatro çevrelerindeki , afişlcrdekı adı Saffet Ferit'ten başkası değildir. Bu ad ona durduğu yerde gelmemıştir. O, isıediği zaman tuluat yapar, isteği zaman Olello'yu kitap gibı ezberden okur. Sİ7İn anlayacağınız söze sığmaz bır paraşütçüdür. Onunla boy ölçüşse ölçüşse, büyük palamutlar ölçuşebilir. onların adları da Raşit Rı/a, Frtuğrul Muhsin, Behzat Haki (Butak), Reşit Akif (Gürzap), Muammer Ruşen (Karaca), Salâh Cehdi olduğu iv'in bızımkınin de Saffet Ferit'tir. 21