22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Cumhuriyet ENERJİ G 7 Aralık 2010 20 6 DIŞA BAĞIMLIYIZ, YÜKSEK VERGİLENDİRİYORUZ, PAHALIYA SATIYORUZ... Söylemden eyleme enerji kaybı Necdet PAMİR Uluslararası Enerji Uzmanı E nerji politikalarının en temel ve olmazsa olmaz ilkelerinin dile getirildiği metinlerin hemen hepsinde, aşağıdakine yakın ifadelerin birbiri ardına sıralandığını söyleyebiliriz: “Enerjinin, tüm tüketicilere yeterli, kaliteli, düşük maliyetli, güvenli ve çevre konusundaki duyarlılıkları dikkate alan bir şekilde sunulması temel amaçtır.” Nitekim bu cümle, Enerji Bakanlığı’nın bir süre önce yayınladığı 20102014 Stratejik Planı'nın “Bakan Sunuşu” bölümünden aynen alınmıştır. OECD'nin en pahalı ülkesi konumundadır. OECD'nin enerjiyle ilgili verileri bu durumu kanıtlamaktadır. Bu durum hem tüketicinin belini bükmekte, hem de sanayicimizi uluslararası piyasalarda rekabet edemez konuma sürüklemektedir. Pahalı enerji/elektriğin en önemli nedenleri arasında, enerjide yüzde 75'e varan oranda ithalata bağımlılığımız ve enerji üzerindeki vergilerin aşırı yüksek Eylemde söylemin izni yok İddia edildiği gibi Türkiye’de enerji; tüm tüketicilere yeterli bir şekilde sunulmamaktadır. Ülkemizde milyonlarca insan, ticari enerji kaynaklarından yoksundur. Hatırı sayılır sayıda vatandaşımız; tezek, odun gibi “geleneksel” yakıtlarla ısınmaya ve yemek pişirmeye çalışırken, her seçim öncesinde, kalitesiz kömür torbalarının yoksul kesimlere kamyonlarla nakledildiği hususu da yadsınamaz bir gerçektir. Bunun sosyal adalet sağlamak gibi soslarla pazarlanmaya çalışılması, inandırıcılığı olmayan ve ayrıca irdelenmesi gereken bir ahlaki sorundur. Ancak biz burada, “tüm tüketicilere yeterli” sunulmayan enerji boyutunu saptamakla yetinelim. Tüketiciye sunulan enerjinin “kaliteli” olmadığı da yalın bir gerçektir. Sık sık, düzensiz ve önceden bildirim yapılmadan kesilen bir (elektrik) sistemin kaliteli olduğu söylenebilir mi? Ne yazık ki, en büyük kentlerimizde bile; neredeyse hergün yaşanan, önceden bildirimi yapılmayan, ne kadar süreceği bilinmeyen, yetkilisi bulunamayan, bulunduğunda doyurucu yanıt alınamayan bir elektrik üretim/iletim/dağıtım/tüketim sistemi ile yaşamak zorunda mıyız? Doğalgaz kesintileri de, neredeyse her kış yaşanan bir diğer “güvenlik” sorunu halindedir. “Stratejik Plan”da iddia edildiği gibi tüketiciye “düşük maliyetli” enerji/elektrik sunmak amacının da gerçekleştirilemediği açıktır. Türkiye, başta petrol ürünleri olmak üzere, özellikle sanayi kesiminin kullandığı doğalgazda ve elektrikte olması gibi nedenler başta yer almaktadır. Türkiye, birincil enerji tüketiminin toplamda yüzde 63'ünü temin ettiği iki kaynak olan petrolde ve gazda, sırasıyla yüzde 93 ve yüzde 98 oranında dışa bağımlıdır. Neredeyse tamamını ithal ettiğimiz bu kaynaklara, enerji tüketiminde bu denli yüksek oranda yer vermek, akılcı bir enerji politikası yaklaşımı değildir. 2008 yılı petrol, petrol ürünleri, doğalgaz ve LPG ithal faturamızın toplamı yaklaşık 45 milyar dolardır ve bu durum sürdürülebilir değildir. Kullandığımız enerjinin “güvenli” de olmadığı çok açıktır. Tüketilen enerjinin yüzde 75'i ithal edilirken ve yıllar içinde bu oranın sabit kalacağı ön görülmüşken, enerjide güvenli bir durumda olduğumuz söylenebilir mi? Doğalgazda tek bir ülkeye (Rusya) bağımlılığımız yüzde 63 iken, bu durum güven verebilir mi? Bu yetmezmiş gibi, 2009 Ağustosu’nda imzalanan “Asrın Anlaşmaları” ile, Rusya’ya doğalgaz dağıtımında ve nükleerde de yeni bağımlılıklar yaratacak imzalar atmakla övünüyoruz. Buna olsa olsa “aşırı güven” denilebilir, ama bu da enerjide güvenli bir durumda olduğumuzu göstermez! Doğalgaz talep tahminlerimiz, geçtiğimiz yıllarda, bazı doğalgaz santrallarının inşasını kaçınılmaz kılacak biçimde abartıldığından, tüketebileceğimizden fazla gaz alımı için çok sayıda anlaşma imzalamıştık. İşin daha da vahim yanı, yeraltında doğalgaz deposu olarak kullanabileceğimiz hacim, 2 milyar metreküpten de azdır. Buna karşın, ekonomik kriz olmasaydı, ülkemiz yaklaşık 38 milyar metreküp gaz tüketiyor olacaktı. Teknik ya da politik nedenlerden kaynaklanan bir kesinti halinde, böylesi bir depo, tüketimimizi en çok 1520 gün karşılayabilecektir. Burada da “güvenli” olmadığımız açıktır. Mevcut enerji politikalarımızın “çevre konusundaki duyarlılıkları dikkate aldığı” ise kesinlikle gerçek dışıdır. Hidroelektrik santralların yapımındaki duyarsızlıklardan, kömür santralı inşası süreçlerindeki duyarsızlıklara, nükleer santral ile ilgili yer seçiminden, atık sorununa yaklaşımdaki duyarsızlıklara uzanan bunca olumsuzluk ortadayken, çevreye duyarlı olunduğunun iddia edilmesi gülünçtür. ÇED'i gereksiz sayan, havza planlaması yapmayan, hidroelektrik santralı uğ runa, yöreye can suyu bırakmayan bir politikayı, “çevreye duyarlı” diye nitelemek nasıl bir fütursuzluktur? Bir diğer önemli konu da sıkça manşetlere taşınan, “Türkiye bir enerji köprüsü oldu; ‘hub’ olduk” konusudur. Ülkemizin coğrafi ve jeopolitik konumunun ve görece gelişmiş demokrasisinin; zengin doğal kaynaklara sahip Kafkasya, Orta Asya ve Orta Doğu ülkeleri ile enerji ithalat gereksinimi artan Avrupa arasında çok önemli bir geçiş güzergahı olduğu yadsınamaz. Ancak bu avantajın ne oranda ülke yararına kullanılabildiği çok tartışmalı bir konudur. Örneğin; Temmuz 2009’da NABUCCO için imzalanan hükümetlerarası anlaşma, bu hattın inşasını garanti etmediği gibi, Türkiye’nin (BOTAŞ’ın yıllardır sıraladığı) beklentilerini boşa çıkaran hükümlerle doludur. Bu anlaşmayla; Türkiye’nin arz güvenliğini sağlamak için talep ettiği daha fazla gaz temin edilememiş, daha ucuz fiyat sağlanamamış ve gazın Türkiye’de (örneğin Ahiboz’da) bir merkezde toplanıp, üçüncü ülkelere satışı (yani “hub” olma arzusu) kabul görmemiştir. Ancak “candaş” medya bu anlaşmayı da “Asrın Anlaşması” diye göklere çıkarmaktan çekinmemiştir. Türkiye'nin sanayicisine pahalı enerji sattığı, kaynak yetersizliği nedeniyle büyük oranda dışa bağımlı olduğu, bu alanda yüksek vergilendire uyguladığı biliniyor. Dezavantajları bulunmasına karşın Türkiye'nin doğa ve insan kaynakları ülke odaklı politikalarla yararlı hale getirilebilir. önümüzdeki on yıllarda ülkemizi darboğaza sokmayacak potansiyel arz etmektedir. Hidroelektrik, linyit, rüzgar ve güneş en önemli kaynaklarımızdır. Ülkenin beşeri potansiyeli de, bir diğer ifadeyle, enerji alanındaki yetişmiş ve kaliteli insan kaynakları da son derece yeterli bir konumdadır. Buna karşın ne doğal kaynaklarımızdan ne de beşeri kaynaklarımızdan gereğince yararlanılmamaktadır. Uluslararası boru hatları politikalarımız, Avrupa’nın çıkarlarını öne alan maddelere boyun eğerek değil, ülkemizin çıkarlarını kıskançlıkla gözetecek biçimde tasarlanmalı ve hayata geçirilmelidir. BOTAŞ bürokratlarının haklı olarak dile getirdikleri, arz güvenliğinin sağlanması için kaynak çeşitliliğinin temini, daha uygun fiyatla gaz satın alınabilmesi ve alınan gazın üçüncü tarafa satış hakkının sağlanması gibi temel hususların anlaşmalarda ülkemiz lehine maddelerle garanti altına alınması hedeflenmelidir. Ne yapılmalı? Enerji politikamızın tepeden tırnağa değiştirilmesi gerekmektedir. Öncelikle vurgulanması gereken husus, kimilerinin iddia ettiği gibi, enerji kaynaklarımızın yetersiz olduğu tezinin, bilimsel dayanağının olmadığı hususudur. Aksine, Türkiye'nin yerli kaynakları, sağlıklı politikalarla ve çağdaş teknolojiyle buluşturulduğunda,
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle