22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 6 EŞİK CİNİ Mİne Söğüt OSMAN ELBEK 4 Şubat 2018, PAZAR Sağlık olsun Aşkın gözü kör mü acaba? Sözlükler aşkı, bir varlığı tutku ve bağlılık düzeyinde sevme olarak tanımlıyorlar. Ve şöyle diyorlar, “Aşkı sevgiden ayıran durum, kişinin duygularını yönetememesi halidir”. Yani, aşkın gözü kördür. Peki biz aslen hangi durumda kör oluruz? Duygularımızı yönetmediğimizde mi yoksa aksine yönetmeye kalkıştığımızda mı? Çehov “Belki de âşık olduğumuzda yaşadığımız duygular normal bir durumu temsil ediyordur. Âşık olmak, olması gereken bir kişiyi gösterir” der. Aslında aşkın gözü cin gibidir. Âşık insan karşısındakinde başkalarının göremediği ve kendisinin de başkasında göremediği bir şeyi görürken, aslında gözlerini kapatmamış aksine sonuna kadar açmış haldedir. Bu sayede görmeyi unuttuklarını, görmekten korktuklarını, görmekten vazgeçtiklerini görmektedir. Onu uyaranlar artık değişmiştir. Gündelik hayatın temkinli uyarıcılarıyla tutsak alınmaktan paçayı kurtarmış; onun yerine aşk hayatının tekinsiz uyarıcılarının coşkulu âleminde özgür kalmıştır. Özgürlük her koşulda tutsaklıktan daha iyidir. Tutsaklıktan kurtulup özgürleşen insanın âşık olduğunda aklı başından gitmez aksine aklı başına gelir. Çünkü âşıkken o zamana kadar yüzleşemediği duygularla yüzleşir. Âşık olduğu anda sadece ezber değerlere kör olur. Ona dayatılan her şeyi unutur. Kendi çekirdeğindeki gerçek bilgiyle yanar tutuşur. Tabulara, yasaklara, ayıplara kulak asmaz. Güdülerinin peşine takılır. Olmazlara, yapmalara, etmelere önem vermez. Böylece gerçekten ne istediğinin farkına varır. Kendi gerçeğinin tadına varır. Kendisini gerçekleştirebileceği büyülü bir dünyanın kapısından geçer ve başkalaşır. Âşık insan cesur ve gerçek insandır. Kısa bir süreliğine olsa, kendisi olandır. Ama aşkı bir hezeyan gibi kodlayan modern zamanların insandan talebi hep aklını başına toplamasıdır. 80 milyonluk Türkiye’de hastane acil servislerine başvuru 115 milyon ‘Acil’ nüfus patlaması Birkaç yıl önce “CRP’em Oysa 2002’de bu oran 3.1 (CReaktif Protein) düşmüyor, ne yap idi: “on yılda milyonlarca malıyım?” diye sordu bir dostum te hasta(lık) yarattık yeni baş lefonda. tan”! Soruyla yanıt verdim: “Niye baktır Daha önemlisi; 78 milyon dın ki?” nüfusumuza karşılık 2015 yı “Hiiiç, kontrol amacıyla!” lında sadece acil başvurusu “Bırak peşini öyleyse...” 115 milyon! İnandı mı bana bilmiyorum ama yıl Türkiye Acil Tıp Derne lar geçti hâlâ sağlam ve sağlıklı. ği Başkanı Prof. Dr. Yıldıray Çete’ye göre “ABD’nin yıl Tıp iktidarına karşı lık 130 milyon acil servis başvurusu, 300 milyon nüfusu Birkaç ay önce bir dostum hasta var. İngiltere’nin 50 milyo nede konferans verdi; “Güzellik” ve nun üzerinde nüfusu, 20 mil “Rejim” kavramları eşliğinde tıp söy yon acil servis başvurusu var. lemi ve pratiğinin tahakküm kuran ya Nüfusunun üzerinde acil ser pısını afişe etti biz hekimlere... Usulca dinledik tıp paradigmasını Türkiye, nüfusunun üzerinde acil servis başvurusu olan nadir ülkelerden... vis başvurusu olan nadir ülkelerdeniz.” eleştiren sözlerini. Dahası devam ettik sohbete hastane kantininde. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama bir baktım ki tıp iktidarına dair epey doğru cümleler kuran dostumun tütün kul lojik faktörlerle yetinmeyip sosyal, psikolojik ve kültürel faktörlerin de sürece dahil edilmesi. İnsanın bütün olarak ele alınması... ‘Masum Değiliz!’ Bazen bir şarkı, bir satır dize onlarca kitaba be lanımı, şişmanlığı, uyku apnesi, babasının kalp krizi geçirme hikâyesi ve tavan yapmış eski kolesterol değeri masaya yatırılmıştı. 10 yılda milyonlarca hasta yarattık deldir. Tıpkı Sezen Aksu ve Meral Okay’ın dizelerinde olduğu gibi: “Eller günahkâr / Diller günahkâr / Bir çağ yangını bu / Bütün dünya Ne garip, biz hekimliği masaya yatırmak için buluşmuştuk oysa!.. Hayat çok hızlı aktı, hekimler olarak yaptığımız konsültasyonda mutabık kaldık. CRP falan bakmadan doğruca soluğu kardiyoloji laboratuvarında aldık hep birlikte. Ne paradoks ama; birkaç saat önce tıbbın iktidarından dem vuran dostum gönüllüce teslim etmişti kendisini bizlere. Şimdi ana koroner damarında iki stentle aramızda. Mutluyuz, olmadık bir anda kapıyı çalacak bir kalp krizini önlediğimize. Peki, ama bir dostuma “bırak peşini” derken, bir diğerini “anjio için destekleme”nin hikmeti nedir? Ayrıca hekim ve sağlık kurumu olarak yapılacak planlamadan ekonomik olarak negatif ya da pozitif etkilenmeme şartı. Hastanın hayatına dair en doğru önerinin yapılabilmesi için mutlak zorunlu olan mesleki bağımsızlık ilkesi. En önemlisi sağlığın alınıp satılır bir metaya dönüşmeyeceğini garanti altına alan bir güven ortamı. Ama görmek zorundayız ki, yok artık böyle bir dünya. Yoksa siz hemen herkesin tiroid hormonlarının, kolesterol değerlerinin, B12 ve folat düzeylerinin, özellikle son dönemlerde D vitamin seviyesinin, mutlaka akciğer grafisinin ve hatta çoğu zaman olmazsa olmaz tomografisinin onların sağlığı için günahkâr / Masum değiliz hiçbirimiz” Bu nedenle birbirimizi suçlamaktan vazgeçip, hasta ve sağlık çalışanları olarak yan yana gelerek soruna çözüm aramalıyız. Ama o güne kadar ne yapacağız diyenler için benden birkaç öneri: Medya programlarına konuk olan “yıldız” hekimlere tereddütle yaklaşın. Orada burada “mucize” olarak tanıtılan tetkik ve tedavilerden kesinlikle uzak durun. Sağlık konusunda kaygı ve korkuyu yaygınlaştıran haberlere karşı mesafe alın. Sağlık açısından bir işe yaramadığı kesinlikle kanıtlanmış olan checkup paketlerine zinhar pa Her şeyden önce nitelikli bir görüşme. mi incelendiğini zanneden naif kişilerdensiniz? ra kaptırmayın. Daha önemlisi sağlığa dair planlama yaparken Oysa hayat başka bir gerçeği işaret ediyor: Sağ Tütün, obezite, alkol gibi konularda kişile tetkikin öncelikli olmadığını, aksine kişinin yakın lık Bakanlığı’nın verilerine göre 2016 yılında 686 ri kontrol altına almaya kalkışan her politikaya kar ma ve durumunun belirleyici olduğunu bilme. milyon kişi sağlık birimlerine başvurmuş. Başka bir şı çıkın. Özgeçmiş, soygeçmiş ve alışkanlıklar gibi biyo ifadeyle; kişi başına hekime müracaat sayısı 8.6. “Kalın sağlıcakla”... Çağın akıl önerisi, hayatını kabul edilmiş standartlar içinde biçimlendiren, toplum düzenini bozmayan, çalışan, üreten, üretiminin karşılığında kendisine verilenle yetinen, hayal etmesine izin verilenleri hayal eden, herkese benzeyen insan olmaktır. O yüzden evliliği yüceltir, tek eşliliği dayatır, aşkı sınırlar. Aşkın tarifini öyle bir yapar ki, delilikle bir olmak sanırsınız âşık olmayı. Sizi aşkın kısa sürdüğüne inandırır, biteceğine ikna eder, geçeceğiyle kandırır. Aşka inancı azaltır. Yerine sevgiyi ve saygıyı dayatır ki siz hayatın anlamını aşkta bulmayın. Çok gerekirse azıcık tadına bakın ve sonra standartlara hemen geri dönün. Ve o standartlarda aşktan yoksun ‘erdemli’ bir hayat sürün. Aşkın kimyasını çözen bilim bile âşık insanın beyninde olan değişimleri gözlerken meseleye toplumsal algıların sınırları içinde bakar. Mesela aşkın süresini ölçmeye çalışır, evlilikler içinde aşkın ne kadar süreceğini, sonra neye dönüşeceğini, neyi ne kadar etkileteceğini anlatır. İnsanın tekrar ve tekrar ve tekrar âşık olabileceğiyle, aşkı tetikleyen hormonların çağın hangi saldırılarına maruz kaldığıyla, nasıl baskılandığıyla, azaldığıyla ya da nelere rağmen coştuğuyla ilgilenmez. Aşkı bir hastalık gibi kodlayan ve insanın başına gelen geçici ve sarsıcı ve büyülü bir sıra dışı meseleymiş gibi ele alan çağdaş hayat aslında aşkın katilidir. İnsanın kendisine yabancılaşmayı erdem olarak bellediği çağlardan itibaren yozlaşmış tariflerle aşkın içini boşaltır. Onu ulaşılmazlar rafına kaldırıp ütopik hale getirir. Ve insanın insana aşkı yerine insanın insana nefretini yücelterek devletlere, bayraklara, soylara âşık olmayı önerir. Çağdaş hayat... Çok çalışan ve az sevişen insanı sever. Hep çalışan ve hiç sevişmeyen insana da tapar. Aslında... Aşkın gözü kör falan değildir. Kör olan aklın gözüdür. Andreas Schmidt Barbaros Şansal Çalıntı zaman Renklerle dans Düşlerimde ‘Masmavi’ özgür dünya! Masmaviydi gökyüzü, hatta engin denizler de bu sabah uyandığımda... Rüzgâr mavi esiyor ve kulağıma mavi mavi fısıldıyordu gerçekleri gizlice. Sahiller sütlimandı üstelik limanları bile delimaviden uzak ve dingin. Sonsuzluğun mavisinde nasıl kaybolmasın ki çalınan zamandan kurtardığın kendi bezginliğin?! ^¡^ Boncuk mavisi cam kolyeleri dizdiler zırhlıları çıkartıp barış geldiğinde savaş atlarının boynuna. Gerçi sonradan kumara koştular o beygirleri en lüks saraciye semerleri içinde boşu boşuna; böylece devşirme assolistler biraz daha mutlu olsun, bebeğinin psikolojisi de sağlam dursun seferberliğiyle... Seyisinin kostümü mavi atlas olsa ne yazar, maviye yolsuzluk bulaşmışsa dörtnala kaçar mı ki hırsızlar?.. Kurtulan atlar mı? Onlar faytonlara mahkum oldular ki turistler bolca gönül eğlendirsin kagiti çıkmış bedenlerinde. Kalanları ya yediler ya da yedirdiler kimbilir kimlere? Belki bordo, belki de mavi berelilere. Üstelik mavi damgalı donmuş et siloları halinde. ^¡^ Oysa nazar boncuğu asmıştık biz her yere bebekler doğduğunda, kobalt mavi ve camdan mamul... Yaşasınlar yaşatsınlar ölüm yerine, böylece plajlar da askeri çıkartma ile değil mavi bayrakla donatılır ümidiyle!.. Düşler bir bir karanlığa düşünce düşünmenin anlamı mavileşmiyor günümüzde gönlümüzce. Buz tutuyor hezeyan buz mavisi 100’lüklerden oluşmuş rüşvetiyle. Sonunda konu hep maviye geldiğinde gerçek bir söz kalıyor zihnimde: “Mavi mühür mor kurdele” diye... Ekümenlik olarak elimize verilen ferman olarak elbette. ^¡^ Bebek mavisi el örgüsü orlon muydu onun beşiklik hırkası? Yoksa buz mavisi haraşo örgü bebek battaniyesi mi ısıttı onu odun sobalı gecelerde?.. Kimsenin bilmediği, tanımadığı bir bebek olarak doğdu özgürlüğün mavisine tutkun bedeniyle. Sonradan gördük ki Ali İsmail idi adı, verdiği tüm mücadelesiyle... Maviye sevdalıydı sevdalı olmasına ama yanında sarı da olduğu müddetçe!.. Gece mavileri bile daha maviydi bugünden o zaman; Korkmaz konmuştu adı hiç ona sorulma dan; korkakların elinden oldu ölümü... Ne yazık ki mavi değil kara mürekkeple yazılmıştı faşist saldırı bölümü. Mavi mum alevi var mıydı bilmem o doğduğunda ama mavi akım henüz imzalanmamıştı ithal enerji uğruna. Onun ve onun gibilerin üreteceği tüm özgürlük ve bağımsızlık enerjisi bilinen bütün mavilere yeterdi katil sultalık olmasaydı iktidarda... ^¡^ Şimdi Behiye Aksoy’un “Mavi Dünyam” şarkısı dilimde. Bir kez daha gök mavisi gönlümde yelken açtım dümeni mavi olan geleceğe. Aslında maviydi beyazdı düşününce pek fark etmezdi, yeter ki bu coğrafyanın renkleri bir bir korunabilseydi hep kara çalınmak yerine. Ünsal Hoca aramızda... “İçinde şiddet olan, ama bu şiddetin uygulanmasında inisiyatifin hep aynı tarafın elinde bulunduğu gösterimler erotik değil, porno sayılabilir. Buna karşılık gücün ve iktidarın, paranın, ciddiyetin, otoritelerin dışlandığı bir iletişimsel donanımla gösterilen cinsellik erotiktir. Pornonun bir de bizdeki yaygın biçimi var. Bir Bulgar mizah yazarının kitabındaki ilginç öyküsünü hatırlıyorum. Öyküde sürülerini yamaçlara yaymış iki çoban konuşurlarken, biri ötekine, koyunu ‘aşmaya’ çalışan koçu gösteriyor. Koç, parası ile, mevkii ile, hiyerarşideki yeriyle cezbedemeyeceğini bildiği koyunu ‘imana getirebilmek’ için yapabileceği tek şeyin onu sevmek, kulaklarını yalamak, koyuna duyduğu aşkın gücünü ve istekliliğini haykırmak olduğunu biliyor. İki çoban bir süre koçun yaptıklarını seyreder. Sonra koç ile koyunu gösteren birinci çoban ötekine sorar: ‘Sen, evde hiç karına bu koçun yaptığı gibi şeyler yaptın mı? Ben hiç yapmadım!’ der... Bu da hepimizin (bilerek değil kuşkusuz) kendi hayatımızda evlerde yaptığımız porno!.. Hemen, teselli olsun diye belirtelim: Teşhir söz konusu olmadığı için, hukuken porno sayılmıyor!” (Ünsal Oskay, “Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım”, YKY, 2000, s. 208209) Nepal C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle