26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

18 ŞUBAT 2018, PAZAR ÇAĞNUR ÖZTÜRK Diyalog SAYFA 9 THERAPIA ALPER HASANOĞLU ‘Yaprak Dökümü’nün Fikret’inden ‘Kadın’ın Hatice’sine Bennu Yıldırımlar ‘Kadın doğuştan güçlü olandır’ Yıllardır hayatımızda bazen Yaprak Dökümü’nün Fikret’i, bazen Umutsuz Ev Kadınları dizisinin Nermin’i olarak yer alan, bizi her rolünde kendine hayran bırakan başarılı ve “mistik” oyuncu Bennu Yıldırımlar, şu anda çok büyük bir ilgiyle izlenen “Kadın” dizisinde “Hatice” karakterine hayat veriyor. Yıldırımlar ile “Kadın” dizisinden “kadın kimliği”ne ve tiyatronun hayatındaki yerine uzanan bir sohbet gerçekleştirdik. ? “Kadın” dizisini ve Hatice karakterini kabul etmenizde neler etkili oldu? Açılımları olabilecek ve gizemli bir karakter. Hemen hemen bizim dizimizde bütün kadın ve erkek karakterlerin bir yerlere gidebilecek yönleri var, henüz hepsinin çıkmamasına rağmen bunu söyleyebilirim. Ve toplumun çeşitli kesimlerinden kadınlar var. Kadın deyince benim aklıma sadece Bahar karakteri gelmiyor. Dizideki bütün kadınların, kadını temsil ettiği ve hepsinin ayrı ayrı başrol olduğunu düşünüyorum. Böyle bir birleşim olunca, Bahar karakterini de inandığım, ekrandaki performansına güvendiğim bir oyuncu Özge Özpirinçci’nin oynayacağını duyunca, Medyapım da daha önce çalıştığım bir yapım şirketidir; bütün bunlar kendimi güvende hissettirince kabul ettim. “Kadın”, Japon bir senaristin yazdığı bir Güney Kore dizisinden uyarlama, denenmiş tutmuş bir formülü var. Biz de daha önce Umutsuz Ev Kadınları’nı uyarlamıştık. . Kadınlar daha renkli ve güçlü ? Seyircinin Hatice’yi algılayışı nasıl? Seyircide biraz iki kızımdan birini kayırıyormuşum izlenimi oluşsa da Hatice’nin hikâyesi de çok farklı. O da şiddet gördüğü, mutlu olmadığı bir evlilikten kendini kurtarıyor, belki çocuğu Bahar’ı da yanına almak istiyor ama çocuk o kadar babacı ki onu alamadan o evden çıkıyor ve çok kötü bir hikâyenin üzerine, kendine beyaz bir sayfa açıp hayatına tekrar başlıyor. Bu beyaz sayfanın içinde başka bir çocuğu oluyor: Şirin. Bahar’ı 20 yıl görmüyor ama. Bütün bunlardan sonra sanki ikisi birlikte büyümüş de ben Bahar’ı kayırıyormuşum gibi oluyor. Halbuki Hatice, Şirin’i bütün psikolojik bunalımlarıyla büyütmüş, onun daha da kötü olmaması ve diğerine de zarar vermemesi açısından korumaya çalışıyor. Bütün anneler çocuklarını sever. Hatice doğal olarak iki kızını da seviyor. Bu hikâyenin bu yanını da doldurursak sanırım seyircinin de kafasında daha farklı yerlere gidecek. ? Şu an televizyon dünyasında “Kadın”ın nasıl bir misyonu var sizce? Bu durum bana biraz haftalık dergi çıkarmak gi bi geliyor. Her hafta, insanların bazı duygularına dokunabiliyorsak ne âlâ. Sanırım bizim dizimiz duygulara dokunuyor. Çeşit çeşit kadını görme ve ayakta kalma mücadelelerini görmeleri... Dizimiz, kadına “ayakta kalabilirsin her türlü güçlüğe karşı” diyor... Kadın güçlüdür aslında. Doğada da güçlü olan kadındır. Bunu kabul edenlerin daha da çoğalması gerekir. Kadının ayakta kalmasıyla, erkeğin ayakta kalması arasında gerçekten fark var. Ben burada cinsiyetçi olmak istemiyorum, anlaşabilen kadın ve erkeklerin birlikteliğinden dünya daha güzelleşir ama kadın zaten doğuştan güçlü olandır. Kadın renkli olandır, kadın çeşit çeşittir. Erkeklerden daha renkliyiz ve güçlüyüz. Dizilerde genelde kadın, aşk yaşayan bir figür belki ama bu dizide çeşit çeşit halleriyle var olan farklı kadınlar var, hikâyesi olan kadınlar... rin de şiddet gördüğüne inanıyorum bu arada. Aile kurmak, o aileyi geçindirmekle yükümlüler. Daha özgürmüş gibi görünseler de onların da üzerlerinde baskılar var ama sonuçta kadın ve çocuğun üzerine patlarsa bu durum, onları daha çok korumamız kollamamız gerekiyor. ? Boşanma oranlarımız da çok fazla, evliliğe inanç mı kalmadı? Siz uzun yıllardır evli biri olarak bu durumu nasıl yorumluyorsunuz? Eğer bir baskıdan kurtulup, ah başımın çaresine bakarım ben nasıl olsa diye bir evlilik kuruyorsanız o evlilikten de kurtulmak isteyeceksiniz doğal olarak. Sevgiyi yeşertemediğiniz bir toplumda, kaçarak evlenmekle kendinizi iyi hissedeceğiniz durumda boşluk oluyor, öyle de mutlu olunmuyor. İnsan doğasında olması gereken; önce huzurlu bir eviniz olacak, iyi bir eğitim alacaksınız, meslek sahibi olacaksınız, sağlıkla sorununuz olmayacak, arkadaşlık ilişkileriniz iyi olacak, sonra o arkadaşla Erkekler de şiddet görüyor rınız arasından ömür boyu mutlu olabileceğiniz insanı seçebilme özgürlüğünüz olacak, evlenecek ? Peki özellikle ülkemizde neden bu denli şiddete maruz kalıyor kadın? siniz... sonra da hayatın mücadelesine iki kişi olarak devam edeceksiniz. Bun olrçyrçdlbçkylçmyiaeuuaaıooaalouokrkrmamzBllşlcrrrrıtııadsneu.ıuşşgköabmnraılmaSmkkeıryayiduanlnğaaaaltlılaanalıaiımppeadidarrnyhymunrıliaıerıldmaoiedalnintacnzadasesrlalkfrease,ı.ieçaığdha,yoknıtaıfrBkiaazkeaosr..ı.ilmanlnuıssadurGÖbBzandtld.yiaaeıvab.dykieınon.ıuynşrneabnaütckdBpıaıiişldn.inzefşryuaamrıuieOkdianromgdlgdazıoedaayriöanpöidannbalilürkbaplzyğeembsadüaztkidutaıiaşulmeenbfmdataeıbnağldeiedsdnmrıaıariiunnınazıuşly,nrabaokuinliişuisneÇl amdğizunitsuliurnldÖueğztvuüervhka,arBy.aetntanu‘KYsaaıldddıeınrc’ıemı kelaovrnliuillşiektusok.şnaalvnadrrsreaıdlin,ılnmedahdeyttdişbğhaüblonıdaeaıkieyaniinzuplstpvilçnaişDlyaeeadinlğmaablamunonaıblmdeidiyamgmiralkrim.aebmaurorimeaYğueirimryldenldrddizesıfıvkaaüolşeyiaa.aknisanprızyrvnoneOkımermbimgbzoarı;,ibazlıgüsvimrasmımmbrk.uk,ieneşolreişMontnruiaerioıngeivyşuleuğytdyçleyiiusuailznaıamtiomorumrtmy.bçbldlalr.czaeoue,isineıhuKirlmlazrrlkbşğiailakuç.r,rauaiiyzikdedk1rklçydrba.baivii,u8aoio,aummtaneddzlcırelyuşmbsa,a,ueavaaitr,bnkbrdeniinar Yaşadığı koşulların onu götürdüğü mutsuzluk var. Bunu kendi başıma yapabilirim diyebilmeli bu durumda, böyle bir seçenek olmalı insanların hayatında. Böyle bir seçenek verilmediğinde, son yıllarda artan kadın ölümlerine kadar gidiyoruz maalesef. Tabii şu an daha çok şiddeti gören kadın. Erkekle ? Yaklaşık 30 yıldır Şehir Tiyatroları’nda yer alan bir sanatçı olarak, ülkemizdeki sanatsal atmosferi ve tiyatronun geleceğini nasıl yorumluyorsunuz? İstanbul Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda çalışmaktan gurur duyuyorum. Bunlar halka, daha uy “Şimdi seyircimizden tepkiler geliyor, ‘Biz Fikret’i seviyoruz, Hatice’yi sevmiyoruz’ şeklinde... Bir de içimdeki karakteri bir bilseler, Bennu olarak!..” gun fiyatta tiyatro seyretmelerini sağlayan kurumlar. Kendileri yazan, iyi çeviriler oynayan yürekli, güzel genç insanların kurduğu küçük de olsa samimi özel tiyatrolar da var. Tiyatro olmadan zaten oyunculuğun gelişebileceğine inanmıyorum. O yüzden ben hangi dönemim olursa olsun, bir dizide de çalışıyor olsam tiyatroyla bağımı hiçbir zaman kopartmadım. Tiyatronun zevkini tiyatrocular bilir. Karşılaştığınız seyirciyle her akşam aynı şeyleri yapabilme gücünü kendinizde hissetmeniz, kendinizi devamlı deneme duygunuz, bunlar hiç kaçırılmayacak fırsatlar bir oyuncu için. Sadece dizi oyunculuğuyla bir oyuncunun bir yere varacağını düşünmüyorum. Sinema derseniz, çok sık olmuyor. Asıl beslendiğiniz nokta tiyatro oluyor. Sonuna kadar inanıyorum. Çok da iyi bir nesil geliyor. Tiyatro yapmak isteyen insana ket vuramazsınız. Öyle çok pahalı da değil. Belki özel bir ışığın olmadan da hikâyeni anlatabilirsin. Böyle bir avantajı vardır. Tiyatro ölmez hiçbir zaman. Kimse Fikret olmak istemez, herkes bir Fikret’im olsun ister ? Yaprak Dökümü önemli bir projeydi, hem öncesinde tiyatro oyununda hem de dizisinde yer almak nasıldı, seyirci de sizi Fikret ile tanımıştı? Fikret çok farklı bir karakterdi tabii. Şimdi seyircimizden öyle tepkiler de geliyor. Biz Fikret’i seviyoruz, Hatice’yi sevmiyoruz şeklinde. Bir de içimdeki karakteri bir bilseler Bennu olarak. Fikret’in hayatımda bu denli yer alacağını düşünmemiştim. 4 yıl Şehir Tiyatrosu’nda oynadım. Çok değerli Savaş Dinçel babaydı. Sahnede onunla olmak da çok keyifliydi ama bu kadar uzun süreceğini tahmin etmemiştim. Sonra 4.5 yıl dizide, toplamda 8.5 yıl Fikret oldum. Asıl romanda biraz daha farklıyken bizim günümüz versiyonunda daha farklı oldu. Sabırlı, itaatkâr... Aslında o insan olmak istemedikleri, ailede böyle bir karakterin olması gerektiğine inanan ama kimsenin onun gibi olmayı istemediği biriydi Fikret. Kimse Fikret gibi olmak istemez ama hayatında bir Fikret olsun ister. Fikret’i sevenler açısından Hatice ile onları üzüyorum sanırım... Bennu da başka bir karakter. Bennu’nun içindekilerle size bazen Fikret’i bazen de Hatice’yi oynamaya çalışıyorum. Mutluluk tuzağı... Bazı söylemleri hiç sorgulamadan kabul ediyoruz. Ne mi? Örneğin mutlu olmak zorunda olmamız. İyi bir hayatın kriteri olarak bir süredir sorgusuz sualsiz mutlu olmanın peşinde koşuyoruz. Bu da ciddi bir yük, gerginlik ve bir süre sonra da başarısızlık ve yetersizlik duygusu olarak geri dönüyor bize. Kendimizi olması gerektiği kadar mutlu hissedemediğimiz gibi, bunu başaramamış olmak nedeniyle değersiz de hissetmeye başlıyor ve bir de üstelik mutsuz oluyoruz. Mutluluğun peşinde koşmanın yanında, yine hiç sorgulamadan, düzenin bize nasıl mutlu olacağımız şeklindeki vaazını da tek gerçeklik olarak kabul ediyoruz. Birbirimizden farklı ihtiyaç ve arzularımız olamazmış gibi bir süredir galiba yok bize verilen mutluluk listesinde yapılması gerekenlerin ne kadarını yaptığımızı kontrol edip duruyoruz ve başkalarını sosyal medyadan takip ederek kendimizi bu liste bazında başkalarıyla mukayese edip mutsuz oluyoruz. Karşılaştırma ve haset işbaşında Peki, bize sunulan mutluluk listesinde neler var? Listede olanlar tek tek bakıldığında itiraz edeceğimiz şeyler değil aslında. Bahçeli iki katlı bir evi neden istemeyelim? Ama gerçekçi baktığımızda yalnızca 60 metrekaresinde yaşayacağımız 300 metrekarelik bir evi ne yapacağız? Fazla elektrik, fazla doğalgaz parası ödemek, temiz tutmak için daha fazla emek harcamak dışında ne işe yarayacak bu kadar büyük bir ev, eğer sekiz kişilik kocaman bir aile değilsek? O evin bahçesinde bir havuz olsun diyor örneğin elimizdeki mutluluk listesi. İyi de havuza girmek istediğimizde neden illaki hemen evimizin önünde olmak zorunda ki bu? Kapının önünde durması gereken ve belli lükslere sahip bir araba da var listede. Ama kimsenin aklına bindiği arabanın neden mutlaka oturduğu koltuğu ısıtan ve sırtına masaj yapan bir sürücü koltuğunun da olması gerektiği sorusu gelmiyor. İşyerinden arkadaşımız Ahmet Bey’in arabası X marka. Bizimki de öyle olsun. Bir de aynı yıl işe girdiğimiz halde öteki Ahmet Bey neden bir üst model araba aldı da, ben yıllardır şu Y modelle yetinmek zorundayım? Karşılaştırma ve haset işbaşında. Üstelik bir servis ustası değilse bu soruyu soran, iki araba arasındaki farkı anlayabilecek durumda da değil. Bu da, o komik terimle ifade edersek, “hayat kalitesi”nde hiçbir şeyi değiştirmiyor aslında. Kahramanımızın kendini “ezik” hissetmesine yol açması dışında... Yazın gidilmesi gereken yerler de belirtilmiştir listede. Alaçatı ya da Saint Tropez olmalı. Marmara Ereğlisi kendimizi tatil yapmış gibi hissetmemizin önünde engel tabii ki. Instagram’a koyabileceğimiz bir fotoğraf çıkmaz Ereğli’den. Farkındaysanız burada olan çok açık; bizi mutlu edebilecek şeylerin tamamı mümkün olduğu kadar çok para harcamamıza bağlı. Ve her zaman daha çok para harcayarak “ulaşabileceğimiz” daha üst düzey bir “mutluluk” olduğu için, hiçbir zaman yeteri kadar mutlu olamayız. Mutsuz olmanın gerekliliği Ayrıca asıl soru henüz sorulmuş değil. Neden hepimiz aynı şeylerle, yalnızca yeteri kadar para harcayarak ulaşabileceğimiz şeyler sayesinde mutlu olmak zorundayız? Tabii ki böyle olmak zorunda olmadığımız için de, insanlar yukarıda saydıklarımı yapıyor olsalar bile kendilerini mutsuz ve hayatlarını anlamsız bulmaya devam edip, nefes terapistlerinden tutun da şaman terapilerine kadar çaresizce koşturup duruyorlar. Astrologların kapılarında yatıyorlar gelecekle ilgili umut devşirebilmek için. Terapiste de astrolog muamelesi yapıyorlar hatta sonrasında... Oysa zaman zaman mutsuz olmak ne başarısızlık, ne yetersizlik ne de hemen koşarak kendisinden uzaklaşmak zorunda olduğumuz bir duygudur. Yalnızca bir duygudur, diğer duygular gibi, hayata ait ve yaşanması gereken. Üstelik şair der ki: “Kim istemez mutlu olmayı / Ama mutsuzluğa da var mısın?” Bir de başka neler var neler üzerinde hiç düşünmediğimiz. Örneğin aile kavramı. Her üç dilde de (İngilizce, Almanca, Fransızca) aile, Latince familya kelimesinden geliyor. Peki, acaba familya/family/familie/famille kelimesinin etimolojik kökeni nedir? Hiç düşündünüz mü? C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle