26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

SAYFA 2 18 ŞUBAT 2018, PAZAR Her şey Mİrgün Cabas Bir zanlının robot resminin prototip olarak analizi Bu rahatlık nereden geliyor? Kısaca patates gibi deyip geçmek lazım ama denmez, ayıp. Politik olarak da doğru değil... Doğru olan, bu çirkinliği uzun yoldan tasvir etmeye çalışmak... Kaba hatlardan müteşekkil bir surat. Zamanında kırılmışa benzeyen bir burun. Tıraş edilerek çevrilmiş kirli sakalın gizlediği tombul yanaklar. Geniş, açık bir alın, kısa, elle öne öne yatırılmış siyah saçlar. İçeri kaçık, suçluluktan uzak, dünyaya öfkeyle bakan, bitişik iki göz. Kavuşmalarına ramak kalmış kaşlar. Uçları aşağı kıvrılmış, gözlerin inkâr ettiğini kabul eden dudaklar. Kapalı, birbirine bastırdığı dudaklardan sezilen hafif panik havası ve yüzün geri kalanına hâkim olan, kuyruğu dik tutma gayreti. 27 yaşında ama 40 da olabilir. Bir kadını korkunç şekilde dövmüş. Dövdüğü kadın, karısı. On yıl önce evlenmişler, kadın 26 yaşında. Üç yıldır ayrılar. Kadının iki gözü de şiş. Gözler, mor. Mor derken, simsiyah ve tamamen kapalı. Adam karısının gözlerini morartmış, çünkü barışmak istiyor, kadın eve dönsün istiyor. Bir akrabasını yanına katıp kadının yolunu kesmiş. Kadın barışmak istemiyor. Neden barışsın? Bıçak çekiliyor, arbede çıkıyor, kadın yere düşürüyor, adam kadını tekmeleyerek dövüyor, belli ki yüzüne geliyor tekmeler. Kadını çevredeki esnaf alıyor adamın elinden. O sırada eşlikçi akraba ne yapıyor, bilinmiyor. Yok etme kültürü Kadın adamı terk etmiş, çünkü adam üç yıl önce başka bir kadını getirmiş eve. O da ki çocuğunu alıp evi terk etmiş, evlere temizliğe gidip çocuklarına bakıyor. Adam işsiz. Kimseye bir faydası yok. Zararı olmasa, kadın ona da razı... Adam karısına dönmek istiyor. Çünkü üç yıl önce eve getirdiği sevgilisi adamı terk etmiş. O kadın da kaçmış. Çünkü adam, uğruna karısını terk ettiği kadını dövüp kolunu kırmış. Kolunu kırdığı güne kadar o kadına başka neler yaptığını bilmiyoruz. Sevgilisi kaçınca adam yalnız kalmış. Herhalde yatağa yatmış, gözünü tavana dikmiş kısa bir mu hasebe yapmış. Kadınsız olmaz... Belli ki aklına karısı gelmiş. Ama kadın ona gelmek istememiş... Erkekliğin anlaşılmaz hoyratlığı Adam hayırsız, adam suçlu, adam güçlü, adam işsiz, adam zorba, adamda bir numara yok... Adam resimde tek ama, adam bir prototip. Bir insan tipinin robot resmi... İnsan, adamın fotoğrafına uzun uzun bakarken merak etmeden duramıyor... Bu prototipteki özgüven, bu her şeyi hak etme iddiası, hiçbir şeyden pişman olmama sakatlığı, yürürken omuz atıp geçme genişliği, bir kabahati daha büyüğüyle örten pervasızlık, özür dilemekten bihaberlik, kadınlarla kas gücüyle, höt zötle ilişki kurma alışkanlığı, gücünün yettiği herkesi ezme taşkınlığı, gözünü belertme, gözünü kararma, gözünü döndürme gözükaralığı... Tek kişilik bilet bastığı hayatta, bacaklarını geniş geniş açıp etrafa dik dik bakarak yayılma rahatlığı... Nereden geliyor? Bir düğün hikâyesi Şehrin en tekinsiz mahallesi... Başka mahallelerden gelenlerin, turistlerin, polisin hatta itfaiyenin bile giremediği bir “kurtarılmış” bölge. Mahallenin sınırlarını tutan dengesiz elebaşı, bekçi kıyafeti gibi bir kostümle gece gündüz havaya ateş açıp şehrin ta öteki ucunda oturanların bile huzurunu kaçırıyor. Sağa sola sataşıp “Yakarım ulan burayı, şehirde taş üstünde taş bırakmam” diye naralanıyor. Herkesi tedirgin ettikten sonra da hiçbir şey olmamış gibi tuhaf zevklerine dönüp oyuncaklarıyla oynuyor. Bu mahallenin yanında bu ipten kazıktan kurtulmuş adamın öz kardeşi oturuyor. Çok çalışıp zengin olmuş, herkesle barışık bir ağabey. Düşman kardeşler ama hayırsızı zapt edip yola getirmek için de her yolu deniyor. Tehdit, ödül, ceza, büyüklere şikâyet... Kardeş ama burnunun dibinde sürekli arıza çıkaran bir yedi bela... Gel diyor gelmiyor, git diyor gitmiyor. Gün geliyor, ağabey mahallesinde düğün yapacağını duyuruyor. Bütün mahallelerden davetliler var. Ağabeyi alıyor bir düşünce... Yedi bela kardeşi düğüne gelecek mi, gelmeyecek mi? Çağırsa bir türlü, çağırmasa başka türlü. Gelirse içip içip rezillik çıkarma riski var, gelmezse dedikodu yapma, düğüne çamur atma, hatta ortamı uzaktan sabote etme ihtimali... Sonunda davet gidiyor, hayır sız kardeş düğüne katılacağını açıklıyor. Gelecek ama nasıl? Bir cinslik yapmazsa olmaz... Cinslik ortaya çıkıyor. Ben kendi çalgı çengi takımımı, dansözlerimi getiririm. Ayrıca seninkilerden de kalabalık getiririm diyor. La havle diyor ağabey, getir peki ne yapalım. Bu sorun da aşılıyor, düğün başlıyor. Kardeşler yan yana oturuyor düğünde. Eğlence gırla giderken tedirgin ağabeyin gardı düşüyor bu mutluluk resminde, sarılıyor hayırsız kardeşine, kadehler tokuşuyor. Diğeri de memnun halinden, alışkın değil böyle sosyetik ortamlara. Eğiliyor kardeşinin kulağına. “Moruk şu bizim kalabalık çalgı çengiyi buraya getirmek, yedirip içirmek pahalıya patladı bana. Seni mahçup etmeyelim diye üste başa da epey para harcadık... Şu sıra elim de dar. Bi küçük çıkma yapsana bana...” (Güney Kore hükümeti, Kuzey Kore’nin Kış Olimpiyatlarına 2.64 milyon dolarlık katılım masrafının devlet fonundan karşılanmasını kabul etti. Kuzey Kore oyunlara 22 sporcu ve tezahürat için 200’den fazla genç kadın gönderdi.) MEMETCAN DEMİRAy İngiltere tarihinden girip ‘nepotizm’den çıkan kulüp başkanı: Mustafa Cengiz... Gördüğünüze ‘inan edin’! İdman Türkiye’de âdettendir. Bir kimse bir koltuğa oturdu mu, canı istemedikçe, sağlığı engel olmadıkça ya da daha üst bir ‘kudret’ öyle uygun görmedikçe o koltuktan kalkmaz! Aralık ayında Galatasaray ‘baskın’ bir seçim kararı aldığında da hiç kimse, ne kadar eleştirilirse eleştirilsin, Dursun Özbek’in başkanlığı kaybedeceğine ihtimal vermiyordu. Rakip aday Mustafa Cengiz’in adı ilk o günlerde duyuldu. En iyi yaptığı iş ‘copy – paste’ olan medyamıza bakıldığında; eski bir Mülkiyeli bürokrattı kendisi, şimdilerde akaryakıt sektöründe ‘faaliyet gösteriyor’du. Ha, bir de Gaziantepliydi... Hepsi bu! Tartışılan icraatlarına karşın üç yıl daha başkanlık koltuğunda kalmak isteyen ve bunun için ani bir seçim kararı alan Dursun Özbek, durmadan yeni arazi projelerinden, mali portrelerden, henüz elde edemediği sportif başarıların yeni dönemde mutlaka (!) geleceğinden bahsediyordu. Mustafa Cengiz’in vaatleri ise sadece ‘şeffaf bir yönetim’ ve –varsa yolsuzlukların üzerine gitmekti. Bir de kulübü mayıs ayında yeni ve sağlıklı bir seçime taşıyacaktı. Yani gerekirse dört ay sonra koltuğu bırakmaya hazırdı. “İnan edin!” diyordu. Annesi çocukken kendisine sürekli yemin etmenin iyi bir şey olmadığını söylemiş, Mustafa Cengiz de bunun üzerine “İnan edin!” sözünün mucidi olmuştu. Kısa süre sonra bütün Türkiye kendisini “İnan edin!” sözüyle tanıyacaktı. Demek seçimler bir işe yarıyor 20 Ocak günü sandıklar açılıp Mustafa Cengiz 1623’e karşı 1703 oyla Galatasaray Spor Kulübü Başkanı seçildiğinde sosyal medya tam manasıyla sallandı!.. Favori gösterilen eski başkan, Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmuş, bizzat kendi yarattığı erken seçimde yıkılmıştı. Rakip takım taraftarları bile Galatasaray’ı övüyor, gelecek Mustafa Cengiz, 20 Ocak’ta yapılan seçimde 1623’e karşı 1703 oyla Galatasaray Spor Kulübü’nün yeni başkanı oldu. te bunun kendi kulüplerine ve hatta ülke siyasetine örnek olmasını diliyorlardı! Henüz kimsenin tanımadığı Mustafa Cengiz şimdiden bir şey öğretmişti bize: Demek Türkiye’de bile (!) oy vermek bir şeyleri değiştirebiliyordu. “Asla gitmez” denen yöneticiler bile, eğer kitleler gerçekten isterse, makamından olabiliyordu! İkinci ders: Olmazsa olmaz! Çok geçmedi, henüz görevde ilk ayını doldurmamış Mustafa Cengiz, TRT’de katıldığı “Basın Tri bünü” programındaki performansıyla bizlere bir ders daha verdi. “Doğru / dürüst olmak bana çok komik geliyor. Bunlar zaten birinin olmazsa olmaz özellikleri. Buna Roma hukukunda ‘Sine qua non’* deniyor. Ama insanlık öyle bir hale geldi ki dürüst insan arıyorsunuz. Doğruluk, meziyet haline geldi.” Bu sözlerle başladı canlı yayına Mustafa Cengiz... En ufak bir dil sürçmesinden nice manşetler çıkacağını bilen, sektörün kurdu gazeteciler vardı karşısında. Ama Mustafa Cengiz, kulübün iç meseleleriyle ilgili son derece kritik konularda, en mah rem sorulara bile eveleyip gevelemeden, net cevaplar verdi. Yetmedi, “nepotizm”e karşı çıktı, “fair play”in “fair”ini etimolojik olarak sorguladı; İngiltere tarihinden, Churchill’den örnekler verdi. Ve finalde medyanın bazı sözlerini çarpıttığından hareketle asıl bombayı patlattı! PISA verilerine göre Türkiye’nin “okuduğunu anlama”da dünyanın en yetersiz toplumlarından birine sahip olduğunu, üstelik devlet kanalı TRT’de söyledi! Millet deliye, biz ‘seviye’ye hasret Kalan üç aylık başkanlık döneminde neler yapar, tekrar başkan seçilir mi; Galatasaray bu sezon başarılı (yani eşittir şampiyon!) olabilir mi? Bunları bilemeyiz ama görünen o ki Mustafa Cengiz şimdiden üslubu ve derinliğiyle, Türkiye’nin en ‘avam’ yapılarından birine, spor camiasına seviye atlattı. Yıldız futbolcusunun uçakta babası yaşındaki futbol yorumcusunu tartakladığı, bir kulüp başkanının canlı yayında, elinde mikrofon, tribünlere hakaret ettiği; seyircisinin statta ‘saygı duruşu’ ıslıkladığı bir ‘spor atmosferi’nden söz ediyoruz. Efendilik Türkiye’de prim yapmayalı çok oluyor. Hele “Yeni Türkiye”de azıcık efendi, az buçuk da entelektüelseniz, “gayri milli” bile ilan edilebilirsiniz! Bu ahval ve şerait içinde; doğal Gaziantep şivesi, kısa sürede marka haline gelen “İnan edin!” deyişi, nezaketi asla elden bırakmayan ama satır arasında ‘ayar veren’, yeri geldiğinde racon kesen sözleriyle, futbol camiasına gayet uygun ‘ağır abi duruşu’yla Mustafa Cengiz, hiç de kurda kuşa yem olacakmış gibi görünmüyor. Her şeyin tek tipleştirildiği, vasatın kutsandığı bir dönemde, Mustafa Cengiz’i izlemek Türkiye’nin sayılı lükslerinden biri olacağa benziyor. * “Olmazsa olmaz şart” anlamında kullanılan Latince bir terim... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle