Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
SAYFA 10 Bülent VARDAR Türk sinemasının abide ismi doğum gününde aramızda... Ertem Eğilmez 90! 18 ŞUBAT 2018, PAZAR Yakın Çekim Sinemamızın önemli yapımcılarından ve yönetmen Ertem Eğilmez, eğer yaşamış olsaydı 18 Şubat’da 90 yaşına girecekti. Eğilmez, kurucusu olduğu Arzu Film’le ülkemiz sinemasının en önemli yapımcılarından birisiydi. Aynı zamanda üretken ve ticari başarıyı yakalamış bir yönetmendi. Yaşamına 44 filmin yönetmenliğini, 100 kadar filmin yapımcılığını, 5 senaryonun da yazarlığını sığdırmıştır. Ertem Eğilmez, aslında büyük bir girişimciydi. Yaşıyor olsaydı, artık vizyon oluşturmanın, bilgi edinmenin önüne geçtiği üniversitelerimize “girişimcilik” dersi vermesi için davet edilebilirdi!.. Eğilmez, İstanbul Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra kendi sinemasının heybesine taş taşımaya başlamış, önce dükkân açıp bakkallık yapmış, Refik Erduran’la birlikte 1954’te Çağlayan Yayınevi’ni kurmuştu. Aynı yıl birçok karikatüristin yetiştiği “Tef” adlı mizah dergisini Refik Erduran ve Haldun Sel’le birlikte çıkardı. Yayıncılık alanında cep kitapları ile bir devrim yapmış, yazar Kemal Tahir’e, Mayk Hammer takma adıyla polisiye romanlar yazdırmıştı. Langırt kültürünün Türkiye’de ortaya çıkması ve yayılmasını da Eğilmez sağladı, çünkü ülkemize ilk langırt makinelerini de o getirtmişti. Kel Mahmut’lar, Tosun Paşa’lar Havayı iyi koklayan yapımcı, yönetmen Ertem Eğilmez’in bir ekol haline gelen Arzu Film okulunun sinematografik tedrisatına, geçtiğimiz ay kaybettiğimiz Münir Özkul da katılmış ve Hababam Sınıfı filmiyle, “Mahmut Hoca” (yahut “Kel Mahmut”) olarak sinema tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. Eğilmez sineması, geniş kitlelere hitap eden özellikleriyle onlarla kolay iletişim kuran, naif, bugünle kıyaslandığında masum ve içten bir dünyanın ilişkilerinin sinemasıydı. O dünyanın temsilcisiydi Kel Mahmut’lar, Tosun Paşa’lar. Diğer yandan toplumsal yapıdaki değişimleri, yozlaşmaları da sezerek filmlerinde mizahi bir boyutta ele almıştır. Kendisini 1980’lerin sonunda televizyon için yapılan bir programın çekimlerinin yapıldığı bir pla Ertem Eğilmez (19291989) toda, kameraman olarak çalışırken tanımıştım. Hastaydı ve önünde az zamanı vardı. İçeriye tekerlekli iskemlesiyle girdiğinde mekânda fırtına gibi esmiş, güçlü sesi ve sıklıkla argonun eşlik ettiği konuşmasıyla sete hakim olmuştu. Sinemamızın diğer figürlerine fazla benzemiyordu. Hem “bakkal” Ertem Eğilmez’di o, hem de ülkemizin önde giden aydınlarından Refik Erduran’la yayıncılık yapan, entelektüel dünyaya açık bir insandı. Burçak Evren’in, Türk Sinema Yönetmenleri sözlüğünde Eğilmez kendini şöyle tanımlar: “Ben aslında rejisör değil, rejisör taklidiyim. Eğer bu işe soyunmuşsam, çevremdeki insanlardan daha başarılı olmalıyım diye düşündüğümdendir. Eksiklerimi hırsımla kapattım.” Ertem Eğilmez’in filmleriyle sadece Münir Özkul, geniş kitlelere ulaşan bir figür olarak akıllara kazınmamıştı. Hababam Sınıfı dizisiyle başlayan işbirliği Kemal Sunal gibi, mizah dendiğinde adı filmleriyle her zaman yaşayacak olan bir oyuncunun da toplumsal hafızada etkisinin ve gücünün hissedilmesini sağlamış; Eğilmez’in yapımcılığını yaptığı Çöpçüler Kralı, toplumsal sınıfların çelişkilerine mizahın büyüteciyle karşılık oluşturmuştu. Eğilmez, zeki ve hayatı damıtmış alaylı bir sosyolog gibi, yaşamın dönemeçlerini iyi gözlüyor, onların yarattığı depremlerden, toplumsal yaşamımızda oluşan fırtınaları, mizahı kendine pusula yapmış bir kaptan edasıyla ele alıyordu. 1980’lerde oluşan banker furyası ve sonuçlarına mizahla yaklaştığı Banker Bilo (1980) ve toplumdaki namus anlayışı ve etik değerlerdeki yozlaşmaya yine mizahi bir pencereden bakarak Şener Şen’in büyük oyunculuğundan da destek alan Namuslu (1985), Burçak Evren’in deyişiyle toplumun ikiyüzlülüğü ile değişen değerler karşısındaki yapay tavrını, güldürünün keskin uçları içinde çarpıcı bir biçimde görüntüleyen filmlerdir. ‘Arabesk’te Yeşilçam’la hesaplaştı Eğilmez’in oyuncu keşfetmek açısından önemli bir yeteneği vardı. Münir Özkul gibi aslında tiyatroya gönül vermiş ve sinemada şöhret ve star olmadan önce figüranlık dahil pek çok küçük rolde yer alan Şener Şen, Burçak Evren’in “Yeşilçam’la Yüzyüze” adlı kitabında bu durumu şöyle açıklamıştır: “Ertem Eğilmez, oyuncu bulmada ve bulduğu oyuncuların yeteneklerini en üst düzeyde değerlendirip, randıman almada usta bir yönetmen. Sinemaya birçok oyuncu kazandırdı. Hiç tanınmamış bir kişiyi keşfedip, onu star haline getirmek, her şeyden önce cesaret isteyen bir iş.” Son yönettiği ve Şener Şen, Müjde Ar, Uğur Yücel’in başrollerinde oynadığı Arabesk (1988), onun hem kendisiyle hem de mimarlarından birisi olduğu Yeşilçam’la da hesaplaşmasıydı. Yeşilçam filmlerinin temel motifleri ve oyunculuk anlayışıyla da dalgasını geçtiği Arabesk, aynı zamanda toplumumuzu kasıp kavuran arabesk kültüre, pop kültürünün penceresinden bakarak mizahın yamacında eleştiri getiriyordu. Geleneksel sinemamızın çökme aşamasında olduğu yıllarda büyük gişe yapan son filmlerden biriydi Arabesk... Film, Yeşilçam sinemasının bütün trüklerini kullanırken, sanki gülüyoruz ağlanacak halimize mesajını da vermiştir. Hababam Sınıfı filmleri (solda) ile Türk sinemasının ölümsüz bir eserine imza atmış Ertem Eğilmez, 1988 yılında yönettiği en son filmi Arabesk (sağda) ile de büyük gişe yapmıştır. Hadi Be Oğlum Kıvanç Tatlıtuğ’un sinema macerası “Amerikalılar Karadeniz’de 2” (2007) filmiyle başladı. Yılmaz Erdoğan’ın yönettiği Tatlıtuğ’un ikinci filmi “Kelebeğin Rüyası” (2013) onun sinema oyunculuk kariyerinde bir sıçrama yapmasına fırsat verdi. O, beş sene sonra şimdi yeniden bir sinema filmiyle izleyici karşısında. Yönetmenliğini Bora Egemen’in yaptığı Kaş’ın güzel doğasında geçen, “Hadi Be Oğlum”da, denizle geçinen Ali’nin yaşamına tek gecelik bir ilişkinin sonucu olarak giren küçük Efe, onun bütün yaşamını değiştirir. Ali teknelerini kiralayan ruhsal açıdan sorunlu genç kadını intihar girişiminden kurtardıktan sonra aralarında bir yakınlaşma doğar. Ertesi sabah babası tarafından tekneden götürülen kız, ilişkiden hamile kalmış ve çocuğu aldırmak istememiştir. Ali’ye çocuğa bakamayacağını söyler. Adını bile koyamadığı bir ilişkinin ona hediye ettiği Küçük Efe’nin bakımını üstlenen Ali için süreç çok zordur. Çünkü Efe, özel ve içine kapalı bir çocuktur. Ali, sınırlı ekonomik imkânlarına karşın oğluyla iletişim kurabilmek için büyük fedakârlıklar üstlenir. Ülkemizin anaakım sinemasının yeni bir örneği ve “arthouse” tarzı filmlere nasip olamayacak bir destekle 500 küsur salonda vizyona giren film, tipik bir drama ve melodram kıvamında. Senaryosu bir grup tarafından yazılsa da olay örgüsünde zorlama durumların oluşması filmin zaaflarından biri. Ali’nin yaşamına zayıf bir dramaturjik çözümle sokulan, Büşra Develi’nin canlandırdığı karakterin (Leyla), filmde yaklaşık on dakika yer alması ve naylon bir karakter olmaktan öteye gidememesi de bu zorlama durumu destekler mahiyette. Film açısından diğer bir zaaf ise müziğin, filmi örtecek kertede, abartılı olarak öne çıkması. Film için yapılan müziğin, o filmin dünyasına yaptığı katkının önemini tartışmıyoruz, ama her diyalog arasında baskın olarak filmi müzikle örtmenin, katkıdan ziyade negatif etkisi olmaya başlıyor. Diğer taraftan öykünün içinde müziğin işlevsel bir öge olarak kullanılması noktasında başarılı sanatçı Feridun Düzağaç’ın katkısını eklemeden geçmemek gerekir. Oyunculuk açısından, Kıvanç Tatlıtuğ’un zaman zaman büyük oynamasına karşın, başarılı bir performans tutturduğunu vurgulamak lazım. Küçük Efe rolünde, Alihan Türkdemir’in rolünün gerektirdiği dünyaya girmesinde hem yeteneğinin, hem de yönetmen Bora Egemen ve Tatlıtuğ’un desteği önemli görünüyor. Filmin en büyük artılarından birinin ise görüntü yönetmeni Stefano Marcoldo’nun filmin dünyasının seyirciye geçmesinde ve oluşturulan olay örgüsünün etkili bir sinema diline dönüşmesindeki payı olduğunu vurgulayalım. İstanbul için ‘!f’ vakti! rattı. Bu yıl beklentiniz nedir? gürer mut Her zamanki gibi çok iyi gidiyor. Kendilerine “!f’ci” diyen !f İstanbul seyircisini gerçekten çok seviyoruz. !f’cilerin karakteri çok hoşuma gidiyor. Örneğin dün farkettik, mesela “Hiçlik Fabrikası” diye bir film gösteriyoruz, kapitalizmin bugününe dair bir fabrikadaki işçilerin direnişini konu alan üç Sinema severlerin merakla beklediği 17. !f İstanbul Bağımsız Filmler Festivali başladı. 36 ülkeden 111 filmin katıldığı festivalin bu yılki teması ise “Hayat var!” oldu. Yenilikçi sinema alanında önemli bir yer tutan !f İstanbul’un yönetmenliğini yapan Serra Ciliv ile festivali konuştuk. saatlik bir film. Oldukça deneysel, izleyiciye yepyeni bir şey sunuyor. Ama bir taraftan da çok zor bir film. Dünya festivallerinde ne kadar zor olduğu, ne kadar akademik olduğu vurgulanıyor. Sinemada yepyeni birşey yaptığı ama az izleyici bulacağı düşünülüyordu. Salı günü film kapalı gişe oynadı mesela. O yüzden seyircilerimizi çok seviyo ? Bu yılki festivalin teması nedir? “Hayat var!” demek istiyoruz bu sene. Bu temada, karanlığın içinde ufak bir ışığın bile görünebi rum. Özellikle bu zamanda !f’cilerin bu filmlere ne kadar ihtiyaçları olduğunu bilen bir kitle olması bizi çok mutlu ediyor. lirliğine, yıldızların varlığına dair bir şeyler söylemek istiyoruz. Bütün bu festivaldeki filmlerin, sanatçıların, yönetmenlerin, sözlerin, bu sözlerin arasında kalanların bize can verdiğini hatırlatmak istiyoruz. Bize verdiği bu can etrafında da, bir araya geldiğimizde kendimizi daha iyi hissedeceğimizi biliyoruz. Oradan da yeni bir hayat çıkacaktır diye inanmak istiyoruz. ? Bu yıl festivale kaç ülke katılıyor? Bu yıl !f İstanbul’a 36 ülkeden 120 yönetmenin çektiği toplam 111 film katıldı. Biz aslında iki tane uluslararası yarışmamızın yönetmenlerini ağırlıyoruz. Bunlar, “!f !nspired/Keş!f” ve “Love and Change/Aşk ve Başka Bi’ Dünya” kategorileri. Yönetmenlerin takip edilmesini ve sorucevap oturumlarına gelinmesini mutlaka öneri uSimneumt vaesreivcei rin talebi yorum. Çünkü “Keşif" yarışması ‘!f’in ruhunu ne kadar anlatıyorsa; yeni sinema alanında, “Aşk ve Başka Bi’ Dün ? 2002’den bu yana festival büyüyor ve kendi takipçi kitlesini ya !f İstanbul Festivali Yönetmeni Serra Ciliv. ya” yönetmenlerinin bir araya gelmesi de, baştaki “Hayat var!” vurgusunu temsil ediyor. Filmlerin arkasından yönetmenlerin, bu filmleri niye yaptıklarını, nasıl yaptıklarını anlatmaları, seyircinin de bunu takip etmesi ve beraber olabilmesi çok önemli. ? Bu yıl festivale hangi yönetmenler katılıyor? Önce jürilerimizden bahsedeyim: “!f !nspired/ Keş!f” yarışmamızın jürisinde, Alex Sharpi, Eric Hynes ve Jale Arıkan yer alıyor. “Love and Change/Aşk ve Başka Bi’ Dünya”nın jürisinde ise, Juliet Jacques, Karin Karakaşlı ve Teoman Kumbaracıbaşı bulunuyor. “The Distant Barking of Dogs” da çok kıymetli ve şu an çok ihtiyacımız olan bir film. Savaş karşıtı bu film, Ukrayna’daki savaşta bir çocuğun hikayesini anlatıyor. Bizim “Aşk ve Başka Bi’ Dünya” yarışmasının ruhunu kapsayan bir hikaye. Bu filmin yönetmeni Simon Lereng Wilmont ve “Mr. Gay Syria”nın yönetmeni Ayşe Toprak aramızda olacak. Keşif yarışmasında ise çok önemli bir çalışma olan “Uzak Evren” filmi var. İstanbul’da bir yaşlılar evinde çekilmiş bir film. İnanılmaz güzel bir kameradan ve sinematik olarak çok güçlü bir filmden bahsediyoruz. Bu filmin yönetmeni Shevaun Mizrahi’de aramızda olacak. ‘!f Yeni’, yeni bir umut ışığı ? Bu yıl ki yapımlar arasında sizi en çok heyecanlandıran filmler ve etkinlikler neler? Bu festivalde beni en heyecanlandıran proje ‘!f Yeni’den bahsetmeliyim. ‘!f Yeni’ bizim ilk defa bu yıl başlattığımız bir Türkiyeli filmler bölümü. Şu anda, “Türkiye’de bir çok şey karanlık”, “burada hiçbir şey yapılamaz ve çok umutsuzuz” diye hissederken, karşımıza bu coğrafyanın hikayesini anlatan 7 tane çok özel film çıktı. Mesela, Mu Tunç’un çektiği “Arada” filminde 90’lı yılların ‘Punk’ dünyasını konu alıyor. “Anadolu Turnesi” belgeseli Gezi direnişi sonrasında caz’a benzer deneysel bir müzik yapan bir grup gencin minibüs kiralayıp tüm Türkiye’yi dolaşma hikayesi anlatılıyor. Diyarbakır’da çekilen “Cano” ve Nejla Demirci’nin “Yüzleşme” filmi var. ‘!f Yeni’nin bizim için önemi, ülkeden umudu kestiğimiz şu günlerde, bize umut aşılayacak, inanılmaz filmlerle karşılaşmamıza olanak vermesi. Sinemaseverlerin, baskının bu kadar yoğun olduğu bir dönemde, yepyeni bir sinemayla karşılaşacaklarını bilmelerini isterim. İnsanlar söylemek istedikleri sözleri baskıya rağmen her şekilde ve daha güzel söylüyorlar. Yeni nüanslar, stiller, sinemalar çıkıyor ortaya bunu çok kıymetli buluyorum. C MY B