Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
18 ŞUBAT 2018, PAZAR SAYFA 3 Kurgu TAYFUN ATAY ‘Jet Sosyete’ Star TV’de bu gece başlıyor Gülse’nin yeni ‘poplor’u Türkiye’nin en değerli halkbilimcilerinden Prof. Sedat Veyis Örnek vefat ettiğinde can dostu büyük şair Fazıl Hüsnü Dağlarca onun arkasından kaleme aldığı şiirinde şu dizelere yer vermişti: “O, yeryüzünü gördü Sivas’tan Yeryüzü, onunla gördü Sivas’ı...” Sivaslı halkbilimci Sedat Veyis Örnek, bir “folk kültür” çocuğuydu ve bu kültürün değişen Türkiye’deki durumuna ilişkin yazdıklarıyla seçkinleşmiştir. Türkiye’de folk (kırsaltarımsal) kültürden pop (şehirliendüstriyel) kültüre geçiş sürecinde kaybolma tehlikesi içindeki maddimanevi her şey, onun eserlerinde unutulmazlaşma imkânı buldu: “Geleneksel Kültürümüzde Çocuk”, “Anadolu Folklorunda Ölüm”, “Sivas ve Çevresinde Hayatın Çeşitli Safhalarıyla İlgili Bâtıl İnançların ve Büyüsel İşlemlerin Etnolojik Tetkiki” ve tüm bunların temize çekildiği bir dev eser, “Türk Halkbilimi”... Gülse’nin sorunsalı, ‘poplor’ Sedat Veyis Hoca, Fazıl Hüsnü’nün deyişiyle yeryüzünü Sivas’tan görmüş ve yeryüzüne Sivas’ı Gülse Birsel’in senaryosunu yazdığı, yönetmenliğini Hakan Algül’ün üstlendiği “Jet Sosyete” bu gece 20.00’de Star’da. göstermiş bir folk kültür çocuğudur ya, teşbihte hata olmaz, Gülse Birsel de İstanbul’dan görmeye başladığı Türkiye’yi bizlere ve dünyaya gösteren ve göstermeye de devam edecek bir pop(üler) kültür çocuğudur. Tabii her iki ismin ürün verdikleri zaman ve her iki zamanın ruhu çok farklı. Örnek’in sorunsalı, Türkiye folkloru (kırsal halk bilgisi) idi. Birsel’in sorunsalı, Türkiye “poplor”u (“şehirli halk bilgisi”). Sedat Veyis Örnek, “akademya” bünyesin Arasında”yı “okuyun”!.. Olmadı, bugünden itibaren, bir yandan “Türk Halkbilimi”ni okurken, bir yandan da bu gece Star TV’de ekrana gelecek “Jet Sosyete”yi “fasikül fasikül” (bölüm bölüm) “okuma”ya başlayın!.. “Okuyun” ki: Cumhuriyet’in başından bugüne köyden kente, tarımdan endüstriye, gelenekten modernliğe, kırsaldan küresele, “pastoral”den “postmodern”e gelgitli, inişli çıkışlı, düşe kalka nasıl yol kat ettiğimize ilişkin birbirini tamamlayıcı bu folklorik ve “poplorik” kaynaklarla Türkiye’nin kültürel dönüşüm tablosu Gülse elbette sosyoekonomik ve kültürel konum itibarıyla bir elit... Lâkin hiç ama hiç “elitist” değil. Elit olmakla elitist olmak arasındaki farkın kahkaha tufanı eşliğinde ayırdına varabileceğiniz bir numune Gülse. Yazdıklarıyla, yarattıklarıyla!.. Bize sunduğu ve amiyane deyişle, “Beyaz Türkler”in dünyasına intikal etmiş (yine amiyane deyişle) “Kara Türkler” kategorisinde birçok karakteri var Gülse’nin... Ama bunların her biri, adeta bir annenin doğurup besleyip büyüttüğü evlâtlar gibi, “el bebekgül bebek” işlenmiştir. Gülse, onların hiçbirini “harcamaz”. Sevmenin ve sevdirmenin de ötesinde, onlara yönelik anlama ve duygudaş olma (empati) çağrısında bulunur bize... de, herkesin anlayacağı sade bir dili bilimsel ciddiyetle ve tevazu içinde ferah Prof. Sedat Veyis Örnek (19271980) Türkiye’nin en değerli folkloristlerindendi. netleşsin zihninizde... Elit ama elitist değil ferah buluşturarak kırsal halka dair yazdıklarını ke Gülse Birsel, Türkiye “poplor”u üzerine yazmaya yifle okunur kılmıştı. “Avrupa Yakası” ile başladı. Onu “Yalan Dünya” Gülse Birsel ise medya bünyesinde bu memleke izledi. Şimdi de “Jet Sosyete”... tin “şehir ahalisi”ne dair, ama asıl sosyal değişme Sitkom tarzında yerelle evrenseli ustalıkla buluş ‘Gaffur’u kim unutur! İşte o yüzden, “folk”umuzu anlayalım diyen Sedat Veyis’le “pop”umuzu, mondeni lümpeniyle, “tiki”si “kıro”suyla, “snob”u “varoş”uyla anlayalım ve sahiplenelim çağrısı yapan Gülse, insan toplumsallığına “antropolojik” ilgide buluşurlar. ye ve bu değişmenin yarattığı çatışmalara dair he turarak özgünleşen nadir bir değer Gülse... Onun pimizi kahkahaya boğan eğlenceli bir dille yazdık “Avrupa Yakası”ndan başlayarak “Yalan Dünya”da larını, “sosyolojik ciddiyet”i elden bırakmayan bir ve sinema filmi “Aile Arasında”da da seyrimize ustalıkla okunur kılmakta. sunduğu karakterler, bu topraklardan ayrıntı titizliği içinde ayıklanıp çıkarılmış kültürel temsiller. Dizileri ‘okuyun’! Önceki yazılarımda da değindim: Onun dizilerini izlerken, diğer deyişle metinlerini “okurken”, Bu bağlamda “okuma” önerilerinde bulunayım sık sık Nâzım’ın “Memleketimden İnsan Manzara mı?: Bir yandan “Türk Halkbilimi”ni, diğer yan ları” romantik/dramatik destanına benzer bir akış dan “Avrupa Yakası”nı “okuyun” veya “Yalan la (bugünün hâl ve şartları doğrultusunda ve elbet Dünya”yı “okuyun”, hatta isterseniz “makale” ni te komedi tarzında) kendimi karşı karşıya hissetti Gülse Birsel, daha önce Avrupa Yakası (20042009) ve Ya yetine hâlâ sinema salonlarında gösterimdeki “Aile ğim oluyor. lan Dünya (20122015) ile ekranları kahkahaya boğmuştu. Bu iddiamı bir parça temellendirmeye çalışayım!.. Ortasından girelim: “Yalan Dünya” mesela, “postmodernleşmiş şehir kırsallığı”nın komedisidir. Karikatürdeki karşılıkları Yiğit Özgür çizgilerinde, sinemadaki karşılığı Şahan Gökbakar tiplemesi “Recep İvedik”te bulunabilir. Elbette Gülse Birsel’in farkı, zikrettiğimiz diğer iki örnekte, özellikle de “Recep İvedik”te karşımıza çıkan “hardcore” ve “maskülin” dile uzaklıktır. Gülse, feminen duyarlılığı ürünlerine detaylandırıcı, derinleştirici ve zenginleştirici mahiyette katmasıyla ayırt edilir. 20042009 arası yayında olan “Avrupa Yakası”nda nispeten steril ve katışıksız bir “Beyaz Türk” dünyasını hicvederken, onu takip eden “Yalan Dünya”da (20122015) sosyal/kültürel değişmenin “Kara Türkler”den yana çalan temposunu daha bariz hissettirmiştir o. Bununla birlikte “Avrupa Yakası”nda da “Kara Türkler” vardır, hatta giderek de etkinleşmiştir; sözgelimi “Gaffur”u (Peker Açıkalın) kim unutabilir!.. Dolayısıyla Nişantaşı merkezli “Avrupa Yakası”nda bıraktığı yerden “Yalan Dünya”da devam etmiştir kültürel yolculuğuna Gülse, bize “pastoralpostmodern” bir Cihangir resmederek... “Avrupa Yakası”, Nişantaşı’nda modern (ve asıl “monden”) bir çekirdek aile etrafında, Türkiye’de “taşra”nın “merkez”e kültürel akışının ilk kalp atışlarını tutarken “Yalan Dünya”da Antakya/Adıyaman göçmeni bir “geniş aile” merkezinde artık o “taşra”nın Cihangir’in “teras”ına nasıl konuşlandığına tanık oluruz. Tabii Gülse, Cihangir’in o “taşra”ya kendince yeni bir “kültürel meşrep” kazandırdığının altını çizmeyi de ihmal etmez. Gecekondudan ‘plaza’yajet uçuş Şimdi de o, “Avrupa Yakası”ndan üç yıl sonra gelen “Yalan Dünya”dan da üç yıl sonra, Türkiye “poplor”u üzerine adeta bir “üçleme”ye imza atmakta olduğunu düşündürürcesine “Jet Sosyete”yle karşımızda. Öğrendiğimiz kadarıyla bir ailenin gecekondudan sosyeteye “jet” gibi yükselişi üzerinden açılış yapacak olan dizi, belli ki öncekilerle aynı doğrultuda bir “hayat bilgisi” yazmaya ve anlatmaya devam edecek. Eğer öyleyse, kırsalgeleneksel ve “alaturka” olanla kentlimodern ve “alafranga” olanın ilişki, etkileşim ve alışverişiyle varlık bulan gündelik hayat kültürümüzün gerilimlerinin sevimli bir dille işlendiği yeni bir “ders” gibi; Batı’da yüzlerce yıla yayılmış dönüşümleri birkaç on yıla sıkıştırılmış şekilde hayata geçirip deneyimlemekten sancılı, sıkıntılı, sarsıntılı halimizin betimsel bir sunumu gibi; Ve “folk”tan “pop”a jet hızıyla geçişimizin mecazi bir izahı gibi... “Jet Sosyete” huzurlarınızda!.. Neden müzik dünyasında ‘orijinalini yapanlar’ ve ‘bunlardan çalanlar’ var? Ve çalanlar, neden daha çok kazanıyor? Müzik dünyasında ‘çalma’ kültürü Müzik MÜJDE YAZICI ERGİN Quincy Jones, gelecek ay 85 yaşına giriyor ve yeni yaşı Netflix’te yayımlanacak bir belgeselle taçlandırılacak. “Eski toprak” Jones bu belgeselin nasıl gündem olabileceğini tahmin ettiği için olsa gerek geçen haftalarda verdiği bir röportajda; The Beatles, Michael Jackson, Marlon Brando, Donald Trump’ın kızı Ivanka Trump gibi “büyük” isimler hakkında sert açıklamalarda bulundu. Dünyanın en kıdemli prodüktörlerinden Quincy Jones, “The Beatles beni asla etkilemedi. Hatta onlar dünyadaki en kötü müzisyenlerdi. Paul McCartney dünyanın en kötü bas gitaristiydi” tonunda açıklama yapınca, medya günlerdir Jones’un Vulture Magazine’e verdiği bu röportajı konuşuyor. Röportajın en çarpıcı yerlerinden biri ise Jones’un Michael Jackson hakkında açıklamalar yaptığı kısım. Jones, “Bunu böyle alenen kamu oyuna açıklamaktan nefret ediyorum ama Michael birçok kişiden birçok şarkı çaldı. Notalar yalan söylemez. Michael, bu anlamda Makyavelist biriydi” dedi. Quincy Jones, 85 yaşında gündeme gelmenin tadını çıkarmak istemiş olabilir fakat ne olursa olsun, müzik dünyasında isimleri birlikte anılan, prodüktörlüğünü yaptığı Michael Jackson’ın birilerinden şarkı çalmış olduğunu dillendirmesi önemsiz değil. Ana felsefe Makyavelizm Müzik endüstrisi sayısız “çalma” hikâyesiyle dolu. Quincy Jones gibi penceresinden bakarsak Makyavelizm müzik sanayiinin çoktan ana felse felerinden biri oldu. Çalmak ile ilham almak ara sındaki farkın görmezden gelindiği müzik dünyasında, yerli ve yabancı birçok intihal ve haksız kazanç vakası var. İntihal manevi hırsızlıktır. 70’lerden günümüze, Türkiye müzik endüstrisi ne uçaktan dahi bakıldığında görülebi liyor ki, yüzlerce Mısır, Arap, Erme ni, İran şarkısı, türküsü Türkçeleşti rilmiş. İnternet çağına kadar, o dö nem Türkiye’de yurtdışına çıkma imkânı olan kim varsa, Avrupa’ya, Amerika’ya, İran’a gidip oralardan plak, kaset alıyor, Türkiye’ye getirip şarkıları yeniden aranje ediyor ve in sanlara satıyordu. Türkiye müzik en düstrisi tarihi böyle nefis “çalma” hikâyeleriyle dolu. İnternetin yay gınlaşma Quincy Jones, verdiği bir rö sıyla yurtportajda “Michael birçok ki dışından şiden şarkı çaldı” dedi. çalınarak Türkçeye,Türkiye’ye uyarlanmış şarkıların hangileri olduğuna ulaşmak mümkün. İnternetin eskiden yapılan hırsızlıkları bugün görmemizi sağlasa da, hırsızlığın önüne geçtiğini asla söyleyemeyiz tabii. Aksine müzik hırsızlığı teknolojinin gelişimiyle daha da kolaylaştı. Attığınız bir tweet’ten bir albüm fikri doğmayacağı, bir Instagram paylaşımınızın bir şarkı fikri olarak ortaya gelmeyeceğini kimse garanti edemez hale geldi. İnsanlar hiç görmemiş gibi yaparak sizin bir sosyal medya paylaşımınızdan fikir çalabiliyor. “Ruh hırsızlığı” fazlasıyla yaygınlaştı. Kaset, Türkiye’ye korsan olarak giriyor Türkiye müzik endüstrisi tarihi kopyaya, hırsızlığa aslında oldukça alışık. Kaset formatının Türkiye’ye girmesi ilk olarak korsanla oluyor. Türkiye’de legal kasetçilik başlamadan piyasaya ilk olarak korsan giriyor. Almanya’dan 12 kaseti üç buçuk dakikada kaydedebilen cihazlar getiriliyor. Bir günde binlerce illegal kaset dolduruluyor. 1970’lerde Türkiye’de milyonlarca satan kaset sanayiinin yüzde yüzünün korsanın elinde olduğu biliniyor. İllegal kasetçiliğin önüne 1984’te geçiliyor. Pek tabii ki müzik çok sevildi ve kâr etmek isteyenler tarafından her köşesi memnuniyetle çalındı. Müzik hırsızlığının dünyada da örneklerinin olması, Türkiye’ye “Michael Jackson bile çalmış” olarak dönmesi ve insanların alıntı yapmakla çalmak arasındaki farkı görememesi anlamına geliyor. Başka bir örnekle, megastar Tarkan’ın son albümündeki bir şarkısı başka bir şarkıya birebir benzese de takipçileri, “Tarkan daha iyi söylüyor” diyor. İntihal vakaları nın en enteresanların dan biri şöyle: Mustafa Yıldızdoğan’ın 1993’te piyasaya sürdüğü üçün cü albümünün çıkış par çası olan ve milliyet çi kesimlerce neredey se “milli marş” yapı lan “Ölürüm Türkiyem” isimli şarkının bestesi Mustafa Yıldızdoğan nin Kürt müzik grubu Koma Qamışlo’dan çalındı ğı ortaya çıkmıştı. Yıldızdoğan “Müzik benim de medim” demiş fakat arşivler, Yıldızdoğan’ı ya lanlamıştı. “Ölürüm Türkiyem” kasetinde şarkının müziğinin Mustafa Yıldızdoğan’a ait olduğu yazı yordu. Türkiye’de şarkıları çalan ‘pratik’ zekâ ile onu dinleyen kişiler arasında fark olmaması ne deniyle de müzik hırsızlığı sorgulanamaz bir ha le geliyor. Esas olan, orijinali yapan olmak Bağımsız yaratım ve intihal arasında artık çok puslu bir çizgi var. İster bir bisiklet çalınmış, ister bir melodi çalınmış olsun hırsızlık hırsızlıktır. Milyonlarca fikirden ilham almak tabii ki çok doğal olsa da aldığın ilhamı başka bir şeye dönüştürüp dönüştüremediğin burada önem kazanıyor. Neden dünyada bir “orijinalini yapanlar” var ve bir de “bunlardan çalanlar” var? Ve neden çalanlar her zaman daha büyük kazançlar elde ediyor? Mekanizma neden her yerde hırsızların lehine işlemekte? Esas olan iyi kopyalayabilen ruh hırsızı olmak değil, sırfırdan üreten olmak. Tabii ki hırsızlık olaylarıyla dünya tarihine geçmiş bir topluma “Az önce ağladığın şarkı komple çalıntı” desen herhalde gerdan kırmaya başlar. C MY B