13 Haziran 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 HAZ RAN 2011 / SAYI 1316 7 Cumartesi Anneleri geçen hafta “Mladiç yakalandı, bizim Mladiçler Meclis’te” diye eylem yaptı. Cumartesi Anneleri’nin, yıllardır sürdürdükleri, dünyaya örnek olacak eyleme saygı duyuyorum. Ancak Uluslararası nsan Hakları terminolojisine göre, bizdeki olay “toplukıyım” değil, “kayıp kişiler” kategorisine giriyor. Devlet, “kayıp”lar konusunda ciddi ve inandırıcı soruşturmalar yaparak gerçeğe ulaşmak; sorumluların cezalandırılmasını sağlamak için her türlü olanağını kullanmakla yükümlü. Bu yapılmadıkça devlet sorumluluktan kurtulamaz. Kenan Evren’in yargılanmasından bahsediliyor şimdi de. Savcıya 2.5 saat süren bir ifade verdi. Hoş, tek başına onun yargılanması da yeterli değil ama bu davadan ne çıkar ve de ne çıkması gerekiyor? Evren, 12 Eylül’ün bütünü içinde küçük bir ayrıntı. Bence 12 Eylül, ABD’nin 27 Mayıs 1960 müdahalesinde yaptığı “hata”ları tamir etmesi; işleri kendine göre “sağlam düzene” bağlaması demekti. Darbeciler, 27 Mayıs’tan kalan olumlu ne varsa “temizledi”. Gerçi, 1960’ta yönetime el koyan askerlerin ABD karşıtı olduğu söylenemez. lk radyo duyurusunda “NATO’ya inanıyoruz ve bağlıyız!” vurgusu yapıldı. 27 Mayıs yönetimi de 1961 Anayasası’na ABD ile yapılmış “ikili anlaşmaları” yargı denetimi dışı bırakan hüküm konulması gibi “kolaylıklar” sağladı. Ama aynı 27 Mayıs, işçi sınıfının örgütlenmesine olanak veren düzenlemeler, “sosyal devlet”, laiklik ilkesi, Anayasa Mahkemesi, yargı bağımsızlığı, Yüksek Seçim Kurulu, üniversite özerkliği, özerk TRT gibi kurumlara ve kavramlara yer veren, güç kazandıran bir anayasa getirmişti T P 15 milletvekili ile Meclis’e girmiş, ABD ve NATO karşıtı eylemler yaygınlaşmaya başlamıştı. 12 Eylül’e nasıl gelindiği araştırılırken Süleyman Demirel’in durumu dikkatle incelenmeli. Demirel, 27 Mayıs askeri müdahalesine karşıtlığını yuvarlak tümcelerle belirtiyor; ama demokratik seçimle iktidara gelmiş Şili Başkanı, sosyalist Allende’nin,1973’te kanlı faşist diktatör Pinochet tarafından katledilmesini “iyi toparlandı!” diye alkışlıyordu. Evren hakkında başlatılan işleme gelince... 1982 Anayasası’nın geçici 15. maddesinin 12 Eylül 2010 halkoylamasıyla yürürlükten kaldırılmasına dayanıyor ama maddenin koruması altındakiler sadece MGK üyesi generaller değildi ki. Madde, o dönemdeki hükümetlerin, Danışma Meclisi üyelerinin ve kararları uygulayan görevlilerin hiçbiri aleyhine “cezai sorumluluk iddiası ileri sürülemez” diyordu. Bu bir “af” hükmü olarak yorumlanırsa, “suç” ortadan kalkmıştır; geçici m.15’in kaldırılmasıyla durum değişmez. Değilse, sadece Evren ve Şahinkaya ile yetinilmeyip, daha nice kişi aleyhine kovuşturma yapılmalı. Uzun yıllar insan hakları üzerine çalışan biri olarak Türkiye’deki insan hakları suçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Uluslararası insan hakları savunucularının hepsinde aynı “yüksek ahlak” nitelikleri bulunduğu sanılmamalı. Bazısı için insan hakları sadece bir “iş” Türkiye’nin insan hakları konusundaki durumu çelişkilerle dolu. Bir yandan dünyanın en etkili yargısal denetimi, A HM aracılığıyla işlemekte; bazı yasalar uluslararası standartlara uydurulmakta; öte yandan en ilkel düzeyde insan hakkı ihlalleri yaşanabiliyor. Örneğin, Ceza Yargılaması Kanunu’nun, “tutuklama” konusundaki düzenlemesi çağdaş hukuk ilkelerine uygun; ama yargıçlarımız, bir istisna olması gereken tutukluluğu “kural” haline getirmiş gibi. Yıllarca süren tutukluluktan sonra kişi aklansa bile; mahkâm edilmiş gibi oluyor. Önemli sorulardan biri şu, halkoylamasıyla getirilen “Anayasa Mahkemesi’ne Bireysel Başvuru” yolu nasıl işleyecek? nsan haklarının hızlı korunmasına mı; yoksa A HM’ne başvurunun zorlaştırılmasına mı hizmet edecek? ZÜLAL KALKANDELEN Siber Suçlarla Savaş Bilgi güvenliği, tüm dünyada son yılların en önemli sorunlarından biri. Gizli kalması gereken bilgilerin veri hırsızlığı sonucunda ortaya çıkması karşısında hükümetlerin alması gereken çeşitli önlemler tartışılıyor. Amerika bu tür siber suçlara karşı ciddi yaptırımlar uygulamasına karşın yine de sorunun üstesinden gelebilmiş değil. Geçen haftalarda Amerikan Senatosu’na siber suçlarla mücadele için yeni bir yasa önerisi sunuldu. Bütün dünya bu konuda ne yapılabileceğini tartışırken bilgi teknolojileri alanında en gelişmiş ülkelerden birisi olan Amerika’nın çözüm önerilerine bakmakta fayda var. Beyaz Saray Basın Ofisi’nden bu tasarı için yapılan açıklamada U şöyle deniyor: “Ulusumuz risk altındadır. Kritik öneme sahip altyapıda siber güvenlik konusundaki zayıf noktalar, ulusal güvenliğimiz, halkın güvenliği ve ekonomik refah için risk oluşturmaktadır.” Burada sözü edilen risk, Wikileaks tarafından açıklanan ve büyük yankı uyandıran belgelerin yanı sıra, çeşitli kimlik hırsızlığı ve veri ihlallerini de kapsıyor. Örneğin BBC’ye yansıyan bir habere göre, bilgisayar güvenliği alanında uzman McAffee şirketi, şubat ayında Çin’deki bilgisayar korsanlarının çokuluslu beş petrol ve gaz şirketinin sistemlerine girdiğini açıkladı. Böylece bu şirketlerin tekliflerine ilişkin planlar açığa çıktı. Nisan ayında ise Amerikalı uzmanlar dünyada iki milyondan fazla kişisel bilgisayarı kontrol etmeye yönelik bir işletim sistemini kullanan çeteyi çökertti. Sony, PlayStation Network saldırısından çok kısa bir süre sonra, Sony Pictures ve Sony BMG’den çalınan bilgilerle sarsıldı. LulzSec adlı bir hacker grubu, kullanıcıların ev adresinden, doğum gününe, eposta adresinden parolasına kadar tüm verileri sızdırmakla kalmayıp internette yayınladı. Sağlık sektöründe de bilgisayar korsanlarının hedefi olan çok sayıda hastane var. Hasta kayıtlarının çalınması, büyük maddi kayıplara yol açıyor. Amerika’da bu tip siber suçlara karşı hazırlanan yasa tasarısını Senato çoğunluk lideri Harry Reid başkanlığındaki bir komite önerdi. Söz konusu tasarıda dört temel unsur öne çıkıyor. 1Amerikan vatandaşlarını korumak. 2Kritik öneme sahip altyapıyı korumak. 3Federal hükümetin bilgisayar sistemlerini korumak. 4Temel insan hak ve özgürlüklerini korumak. Tasarıda en dikkat çeken nokta, siber güvenliği sağlamak için eyaletlerde ayrı ayrı geçerli olan yasalar yerine, tüm eyaletleri kapsayacak tek bir yasa önerisinde bulunulması. Buna göre herhangi bir şirket, veritabanındaki bilgiler sızdırıldığında müşterilerine derhal bilgi vermek zorunda olacak. Ayrıntılara girmek olanaklı değil ancak sivil hakların ve özel yaşam mahremiyetinin korunması ile ilgili hükümlerin üzerinde durmak isterim. Şu maddelerin altını çizmek gerekir: 1Ulusal Güvenlik Departmanı (DHS), siber güvenlik programını uygularken, kişisel mahremiyet, temel hak ve özgürlüklere uygun davranacak. 2Bilgiyi toplama, kullanma, el koyma ve paylaşma işlemleri, siber güvenlik tehdidine karşı korunma amacı ile sınırlıdır. Bilgi, hukuki yaptırım için kullanılabilir ancak adalet bakanının onayı gerekir. 3Bir şirket ya da eyalet, DHS ile bilgi paylaşmak istediğinde, siber güvenlik tehdidi ile ilgili olmayan bilgileri bunun dışında tutmalıdır. Barack Obama, 2009’da siber saldırıları, Amerika’nın karşılaştığı en ciddi ekonomik ve ulusal güvenlik tehditlerinden birisi olarak nitelendirmişti. Böyle bir mücadelede kişisel mahremiyetin, insan hak ve özgürlüklerinin göz ardı edilmemesi önemlidir. Çünkü aksi halde mücadelenin kendisi de suç oluşturur. www.zulalkalkandelen.com / [email protected] 16 yıl beklenen adalet RONA AYBAY VE HUKUK K abataş Erkek Lisesi mezunuyum. Behçet Necatigil edebiyat öğretmenimizdi. Şiir yazar, Behçet Hoca’ya beğendirmeye çalışır, onayıyla şiirlerim yayınlanınca dünyalar benim olurdu! Hukuku seçmemde “fen” derslerinden soğumamın etkisi var. Ama asıl neden, ağabeyim Aydın Aybay’ın, o sıralar hukuk fakültesinde asistan olması. Evde hep hukuktan konuşur; bana hukuk konularını anlatırdı. Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Savaşım Avrupa Komisyonu Üyesi Prof. Mümtaz Soysal Dışişleri Bakanı olunca onun önerisiyle komisyon üyeliğine geldim. Bakanlar Komitesi’nce Bosna Hersek nsan Hakları Mahkemesi’ndeki sekiz uluslararası yargıçtan biri oldum. 2005’teki 11 Kişilik “Bilge (Akil) Kişiler” Grubu’na seçilişimde, Bosna deneyimimin etkisi olmuştur. Ama, A HM önündeki dava sayısı bakımından Türkiye’nin ön sıralarda yer alması da önemli. A HM’de bir Türk yargıcın bulunması zorunludur; bu yargıç hükümetin gösterdiği üç adaydan seçilir. Şimdiki yargıcın seçilmesinden önce hükümetçe sunulan liste, konseyin yetkili organınca, adaylar arasında ciddi bir seçim yapılamayacağı gerekçesiyle geri çevrildi. Üç kişilik liste, Dışişleri Bakanlığı’nda, kamuya kapalı çalışmaların sonucunda hazırlanıyor. Adaylar üniversitelerin, baroların, yüksek mahkemelerin yer alacağı bir süreçle belirlenmeli. Bu konuda Hasip Kaplan, TBBM’ye yasa önerisi verdi ama kabul görmedi. ünya kamuoyunun gözü bugünlerde Lahey’deki bir davada. Bosna iç savaşında kurulan sözde Bosna Sırp devletinin komutanı Ratko Mladiç 16 yıl sonra tutuklandı, yargılanıyor. On bir suçta adı geçiyor, ancak en çok konuşulanı çocukların da olduğu 8 bin Bosnalının öldürüldüğü 1995’teki Srebrenitsa Katliamı... Mladiç’in davası 4 Temmuz’da. Biz de kurulduğu 1996’dan 2003’e kadar Bosna Hersek nsan Hakları Mahkemesi’ndeki sekiz uluslararası yargıçtan biri olan Rona Aybay’la davayı konuştuk. Bunu, Kenan Evren’in ifade verdiği günlerde yapınca Türkiye’deki insan hakları ihlalleri ve 12 Eylül de takıldı sorulara. Avrupa Konseyi Irkçılık ve Hoşgörüsüzlükle Savaşım Komisyonu ve BosnaHersek’teki insan hakları ihlallerini inceleyen AG T Komisyonu üyesiydiniz. Avrupa Konseyi tarafından 40 aday ESRA arasından seçilerek, Bosna Hersek nsan Hakları Mahkemesi yargıcı AÇIKGÖZ oldunuz... Neyle karşılaştınız Bosna’da? 1979’da bir bilimsel toplantı için ilk kez gittiğim Yugoslavya’da, çeşitli dilden, dinden, etnik kökenden insanın, aynı “potada” eriyip birleştiklerini, çok renkli ama uyumlu mozaik oluşturduklarını görüp, sevmiştim o ülkeyi. Ancak o ortam bir anda tuzla buz oldu... 1980’de Yugoslavya’yı yaratan, birliğin simgesi sayılan Mareşal Tito ölünce, Yugoslavya Sosyalist Federasyonu dağıldı. Bosna Hersek Cumhuriyeti de bir referandum düzenleyerek, Nisan 1992’de bağımsızlık ilan etti. Referanduma karşı olan Sırplar ise sonuçları geçersiz kılmak için saldırı ve bombardıman başlattı ve “Bosna Hersek Sırp Cumhuriyeti”ni ilan edip askeri güçleriyle birçok yerde denetimi ele geçirdi. Siz de Bosna’ya böyle bir süreçte gittiniz... 1992 Eylülü’nde AG T’in 10 kişilik nceleme Komisyonu üyesi olarak... ç savaş yeni başlamıştı. Kimse, ne olduğunu tam anlayamıyordu. Komisyonun görevi, Bosna Hersek bölgesinde savaşta “esir” alınanların tutuldukları “merkezleri” ziyaret etmek, bilgi toplamak ve rapor hazırlamaktı. Mayınlanmış arazilerden, barikatlarla kesilmiş yollardan geçip, “toplama kamp”larına ulaşmaya, oralarda tutulan insanları görmeye çalışıyorduk. nanması zordu. 13 D TÜRK YE’DE NSAN HAKLARI yıl önce hayran olduğum, farklı kültürlerden ve etnik kökenlerden gelen ama uyum içinde yaşayan insanlar, birbiriyle kıyasıya, ölümüne dövüşüyordu. Ya toplama merkezlerindeki durum neydi? Dehşetti... Özellikle Sırplar, Müslüman erkekleri ayrım gözetmeksizin toplayıp, üst üste yığmış, bazı yerlerde sayısı dört bine varan “tutuklu”lar ilkel koşullarda hapsedilmişti. Uyumak için başının altına koyacak tuğla bulanın talihli sayıldığı yerler vardı. Görebildiklerimizin “en iyi” toplama merkezleri olduğunu, çok daha kötülerin bulunduğunu sezmek zor değildi. Üstelik bu insanların tek “suçu”(!) Müslüman “milliyeti”ne mensup olmalarıydı. Milliyet derken? Sırplar Hıristiyanlığın Sırp Ortodoks, Hırvatlar Katolik mezhebine bağlıdır ama “milliyet” olarak tanımlamaları dine göre değil, etnik kökene göre yapılmıştır. Oysa “Müslümanlar” dine göre belirlenmiştir. Bu günümüzde de Bosna Hersek Anayasası’nda aynen devam ediyor... ç savaşta, Bosnalı Hırvatlar Hırvatistan, Sırplar Sırbistan’dan destek alabiliyordu. Müslüman Boşnaklar için böylesi bir olanak yoktu; en büyük kaybı onlar yaşadı. Savaşa son veren hukuk belgesi, 21 Kasım 1995’te ABD’nin Dayton kentinde imzalandı. Antlaşmayı o zamanki Yugoslavya adına imzalayan da, şimdi Mladiç’i yargılayan eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanırken ölen Miloseviç oldu. Mladiç adını yargıçlığınızda sık duymuşsunuzdur. Özellikle yaşları 1277 arasında değişen sekiz bin Bosnalının öldürüldüğü Srebrenitsa Katliamı’yla... Srebrenitsa, 1019 Temmuz 1995’te Avrupa’da, kinci Dünya Savaşı’ndan bu yana görülen en büyük toplukıyıma sahne oldu. Düzenleyicileri, suçlarının izini silmek için her önlemi almış, cesetleri başka mezarlara dağıtmıştı. Planın başında, sözde Bosna Sırp devletinin Başkanı Karaciç ve onun askeri yardımcısı Mladiç vardı. Bu katliam için görev yaptığınız Bosna Hersek nsan Hakları Mahkemesi’nde de dava açılmıştı… Bosna Sırp Cumhuriyeti, önce tümüyle yadsıdı; sonra uluslararası baskı karşısında “göstermelik” bir soruşturma yaparak, küçük çaplı bir olay olduğunu, ölenlerin sivil değil, Sırplara karşı savaşan askerler olduğunu konunun abartıldığını ileri sürdü. Ancak, olanları bilenler için bunlar inandırıcı değildi. Dayton Barış Antlaşması’nın Altıncı Eki uyarınca oluşturulan Bosna Hersek nsan Hakları Mahkemesi’nin 7 Mart 2003’teki kararı, Srebrenitsa toplukıyımı konusunda dünyada verilmiş ilk yargı hükmü oldu. Mahkemeye başvuranlar, toplukıyımda yaşamını yitirdiği ileri sürülen “kayıp”ların yakınlarıydı ve kayıpların akıbeti hakkında güvenilir bilgi, sorumluların yargılanmasını ve kendilerine maddimanevi tazminat verilmesini istiyorlardı. Bunların ne kadarı gerçekleşti? Mahkememiz, bir “ceza mahkemesi” değildi; suç işleyenleri saptamaya ve cezalandırmaya yetkimiz yoktu. Kayıplarla ilgili güvenilir bilgilere ulaşmak için inceleme ve araştırma yapması gereken devlet makamlarının bu yükümlülüğü yerine getirmediğinden, kısaca “işkence yasağı” maddesi denilen Avrupa nsan Hakları Sözleşmesi (A HS) m.3 açısından kusurlu olduklarını saptadık. Bosna Hersek nsan Hakları Mahkemesi, “aile yaşamı”nı koruyan A HS m.8’e de aykırılık saptadı. Ayrıca “kayıp”ların hepsi Müslüman Boşnak olduğundan, konunun “ayrımcılık” kapsamına girdiği de belirtildi. Başvuruculara tek tek ödence yerine, Bosna Sırp Cumhuriyeti’nin katledilenlerin anısına büyük bir anıtmezar yaptırması kararı verildi. Srebrenitsa BM Hollanda Barış Gücü korumasındaydı ancak kuşatılınca Hollandalı komutan Bosnalıları Mladiç’e teslim etti. Katliamdan kurtulanlar Mladiç kadar Hollandalı komutanı da suçluyor... Aziz Nesin’in de sık kullandığı Anadolu atasözündeki gibi; “El elin eşeğini türkü çağırarak arar!” Kaldı ki, Barış Gücü askerlerinin, son derecede sınırlı haller dışında silah kullanma yetkisi yok ancak Emir Kustrika’nın filmlerine de yansıdığı gibi, BM Barış Gücü askerleri arasından silah kaçakçılığına bulaşanlar da çıkmadı değil. Mladiç, 11 suçtan yargılanıyor. Davadan ne çıkar? Görevi, Yugoslavya’da özellikle Bosna Hersek’teki “etnik temizlik” ve benzeri suçlarla ilgili suçlananları yargılamak olan bu mahkemenin daha önce yargıladığı Miloseviç ve benzerleri gibi Karaciç’i ve Mladiç’i yargılaması doğal. Ancak, bazı sorunlar da var. Bu mahkemeyi kuran BM Güvenlik Konseyi’nin, gerçek kişileri yargılamak üzere mahkeme kurma yetkisi tartışmalı. Güvenlik Konseyi’nin bu mahkemeyi kurmakla, uluslararası barışı ve güvenliği korumak üzere BM Anayasası (m.3942) uyarınca devletler üzerinde etkili kararlar alma yetkisinin sınırlarını aştığı ileri sürülüyor. Ayrıca mahkeme görev süresinin bitimine yakın, 31 Aralık 2014’e kadar uzatıldı. Bu sürenin sonunda, konuyla ilgili ulusal mahkemelerin yetkisi geri gelecek. Yani Mladiç’i yargılayan mahkeme “zamana karşı yarışacak”. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle