22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 12 HAZ RAN 2011 / SAYI 1316 ADNAN B NYAZAR Anlatmak istediklerimin çok başındayım AL DEN Z USLU ethi Karaduman, Ankaralı bir fotoğrafçı. Görsel sanatlara tutkuyla bağlı. Kafasında çizdiklerini fotoğrafa dökmek onun için bir ihtiyaç, hatta bir rahatlama yöntemi. Kendini ve hayatını da böyle tanıyor, sınıyor. Farklı kulvarlarda çekimler yapıyor Karaduman. Şu an Mehmet Turgut’la birlikte 46’da. Reklam ve moda çekimlerinin de adı sık duyulmaya başlayan isimlerinden. Detaycı, farklı bir estetik anlayışı var. Zihninde yarattığı fotoğrafı gözünün önünde istediği şekilde oluşturamıyorsa kendini rahatsız hissediyor. Kimdir Fethi Karaduman? Gözlemlediğim ve duyduğum kadarıyla insanlar beni komik, otoriter, yaratıcı, sade, doğru, yanlış, duygusal, hissiz ve aklınıza gelebilecek tüm olguların uç türevlerine yakıştırıyor. Ben kısaca “dengesiz” olduğuma inanıyorum. Tek bildiğim görsel sanatlara gözlerimi açtığım günden beri tutkuyla bağlıyım. Ankara’dan stanbul’a gelişim de uzun süre aynı yolları paylaştığım dostum ve mentorüm Mehmet Turgut sayesinde oldu. Balbay’a Mektup Sevgili Mustafa Balbay, Ankara Üniversitesi Çocuk ve Gençlik Edebiyatı Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin (ÇOGEM) Bilim ve Sanat Kurulları toplantısına katılmak üzere, 3 Haziran Cuma günü THY’nin 07.00 uçağıyla senin çok sevdiğin, sevme bir yana neredeyse adınla özdeşleştirdiğin Ankara’ya gitmek üzere uçağa yetişmeye çalışıyordum. Ne yazık ki günün bu er saatinde, o telaşla her gün ekmek gibi su gibi onsuz edemediğimiz gazetemizi almayı unutmuşum. ÇOGEM’le Ankara’da nasıl bir bilgi yeşermesinin uç verdiğini, böylece nasıl donanımlı bir eğitimsel kurumlaşmaya doğru yol alındığını başka bir yazımda ele alacağım. O nedenle konuyu başka alanlara kaydırmadan, sözü senin 03.06. Cuma günlü “Üçleme Üzerine” başlıklı yazına getirmek istiyorum. Yazının, kişileri lekesiz dostluklarla birbirine bağlayan bir gücü var. Ankara’ya ayak basar basmaz, ikimizin de çok sevip saydığımız Emin Özdemir’i arayacağımı bilirsin. Özdemir’le hangi bir araya gelişimiz olmuş da senin adın geçmemiştir! Anımsarsın, bir gün seni Atatürk Bulvarı’ndaki büronda görmeye gelmiştik de yazını bitirmek üzere odana kapandığın halde, koridorda sesimizi duyar duymaz çalışmanı bölüp dışarıya fırlamıştın... Genç bir yazarın, yıllarını yazıya adamış kişileri içtenlikle karşılaması onlar açısından ne büyük mutluluktur! Ankara’ya bu gidişimde de Özdemir, karşılaşır karşılaşmaz, o günkü yazından söz edip yazının bana yönelik yerini özetledi. Sözü “Zulümhane” üçlemesine getirerek, “Anlatımı roman türünde denediğim için taslağı bir ustaya okutmak istedim. Hücrede yapayalnızdım. Aklıma Adnan Binyazar geldi. (...) Yaşamı romanlara sığmayacak çilelerle geçmiş Binyazar...” Sonraki paragrafta da “Taslağa son şeklini verdim, kapattım. ki gün hiç ilgilenmedim. Üçüncü gün bir yabancı gibi alıp, bulutlarla ve demir parmaklıklarla birlikte okudum.” diyorsun. Sevgili Dostum, keşke aklından geçeni yapsaydın. Sen içerde, ben dışarda olsam da yaşadıklarının, yüreğimizi aynı çilelerle kavurduğunu aklından çıkarma. Yazdığını ince elekten geçiren bir yazarsın; yine de metin elime geçseydi, elimden geleni yapmak boynumun borcu olurdu. Şu da var; değil çile çekmek, “usta” da sayılsa, kimse, bir eseri “bulutlarla, demir parmaklıklarla” okuyan yazarının yetkinliğinde gözden geçirip ona son noktayı koyamaz. Elbette beslediğin güven beni gönendirdi. Yine de bir noktaya değinmeyi kaçınılmaz buluyorum: “Bir ustaya okutma” gereksinimi duyman, yazdığına verdiğin emeğe inancını, ona duyduğun sonsuz saygıyı gösterir. Yazar, içinde bulunduğu koşullara boyun eğmeyen, acıları üretime dönüştürmeyi, Âşık Veysel’in deyimiyle “acıları bal eylemeyi” bilen adamdır. Faşizme karşı büyük direnç gösteren Arthur Koestler’in, yeterince kâğıt bulamayınca, spanya’da Ölüm Güncesi adlı mahpushane notlarını iki normal sayfaya sığdırdığını okumuşsundur. Sen bunu yaptın, kardeşim; çileye yatacağına, yazdıklarınla zulümhaneleri gülistana çevirdin. Bir gün ortada ne mahkeme kalacak ne yargıç. Çektiğin çileler anı olacak. Yazar, yazdıklarıyla yalnızca “zaman”a karşı sorumludur. Yıllardır yargılanırken, çektiğin çilelerin kanına batırarak yazdığın kaleminle “zaman” denen hükmü şaşmaz yargıca karşı da hesap verdin. Böylece çileni zamanın tarihine düşürdün. Keşke içindeki kuşkuları yenebilip gönderseydin kitabının taslağını bana. Emeğim çorbada bir fiske tuz olur, bunu “zaman”ın bana bahşettiği onur sayardım... G binyazar@gmail.com F Sgocnomillo: Karaduman’ın objektifinden Peki fotoğrafta anı yakalamak mı, istediğini yaratmak mı daha keyifli? Anı yakalamak, o anda gördüklerinizi aktarabilmek, gelecekte bu belgeye bakıp anılarınızın canlanması ve size bir şeyler hissettirmesi farklı bir keyif. Fakat kafamda çizdiğim portreleri ve resimleri fotoğrafa dökmek başka bir ihtiyaç. ç dünyamı bu şekilde yansıtabiliyor ve deşarj oluyorum. Fotoğrafın ne kadarı kurgudur, ne kadarı tesadüf? Kurgu, fotoğrafçıdan fotoğrafçıya değişir, fakat tesadüf herkes ve her şey için geçerli. Farklı kulvarlarda çekimler yapıyorsun. En çok hangisinden zevk alıyorsun? Rutin kolaydır. Yaratıcılığın ve emeğin devreye girmesiyle yaptığınız iş zorlaşmakla beraber neticesi de daha tatmin edici oluyor. Farklı kulvarlarda çekim yapmamın iki nedeni var; gelen işlerin her zaman farklı kategorilerde olması ve kendimi sınama ve tanıma isteğim. Fotoğrafta vizörden baktığında, hayatın karanlık tarafını fotoğraflıyorsun, peki ya çıplak gözle gördüğün neresi? Fotoğraflarım çoğunlukla hayata bakış açımla paralellik gösteriyor, fakat çıplak gözle gördüğüm ve yorumladığım hayat, ne yazık ki çok daha karanlık. Dünyamızda yanlış giden bir şeyler var ve bunu biz yapıyoruz. Kendimize yarattığımız sistem son derece yanlış ve ben de kendimce çoğu sanatçı gibi bunu kullanabildiğim en güçlü dil olan görsellikle yorumlamaya çalışıyorum ve anlatmak istediklerimin daha çok başındayım. Karanlık fotoğrafları seviyorsun. Nedir karanlık fotoğrafın gizemi, çekiciliği? Akşam gözlerimi kapatıp bütünüyle karanlığa bulandığım an huzura ererim. Karanlık bir düş dünyam var. Bir de çalışmalarında estetik görüş dikkat çekiyor. nanılmaz detaycıyım. Doğru ya da yanlış, bir estetik anlayışım var. Bu ikisi paralel bir saplantı. Kafamda yarattığım resim gözümün önünde istediğim şekli oluşturmuyorsa rahatsız hissederim. “ nanılmaz detaycıyım” dedin. Bu bir tür fotoğraf obsesyonu mu? Senin için bir fotoğrafın baştan sona yaratım süreci nasıl gelişiyor? Küçüklüğümden beri aşırı detaycılığım yadırgandı. Her şeyi yavaş yaptığım izlenimini yaratıyor. Kendime özen göstermem, fakat yaptığım işin derinliklerinde kaybolabilirim. Fotoğrafa obsesyonumu da inkâr etmiyorum, aksine kucaklıyorum. Bazı fotoğrafların hikâyesi uzun oluyor. Dinlerken ya da eş dostla konuşurken bile anlık bir fikir dallanıp budaklanıyor ve kafamda Fotoğraf sanatçısı Fethi Karaduma, “Kötü bir heykeltıraşa altından bir çivi ve çekiç vermeniz onun daha iyi bir iş çıkarmasına katkıda bulunmaz” diyor. onunla ilgili bir imaj oluşuyor. Karar verdikten sonra planlamaya başlıyorum. yi fotoğrafın temeli, iyi bir fikir ve sıkı hazırlık. Fotoğrafı çekeceğiniz insanla aranızda pozitif bir diyalog da olmalı. Yoksa istediğiniz verimi alamazsınız. Bu bile bir süreçtir. Son olarak post kısmı geliyor, yani fotoğrafların bilgisayarda sonlandırılması. Günümüzde fotoğraf farklı bir boyut aldı. Teknoloji inanılmaz imkânlar sunuyor. Pahalı bir makineye sahip, iyi bir bilgisayar kullanıcısı kendine fotoğrafçı diyebiliyor. Ama işin aslı nedir? Kurgusal fotoğrafçılık hayal gücü, yetenek ve deneyim gerektiren bir dal. Kötü bir heykeltıraşa altından bir çivi ve çekiç vermeniz onun daha iyi bir iş çıkarmasına katkıda bulunmaz. yi bir heykeltıraş paslı bir çekiç ve kırık bir çiviyle bile mükemmel bir iş yapabilir. Araçlar her zaman yenilenir, ayak uydurmak onlara harcadığınız zamanla orantılı. G Saatler kadına ayarlandı... AYŞE YILDIRIM S Mehmet Salt ve Güneş Hüner aat erkekler için her zaman bir statü aksesuvarıydı. Şimdi saat markaları bunu kadın için de geçerli kılmak istiyor. Kadının ekonomik ve sosyal hayattaki artan rolü saat markalarını da yeni bir konum almaya yöneltti. sviçreli Raymond Weil ile Fransızların ünlü markası Lacoste’un Türkiye saat distribütörü olan Günsal Saat’in CEO’su Mehmet Salt, bugüne kadar satışların yüzde 70 erkek, yüzde 30 kadın olarak planlandığını belirtirken, artık hedeflerinde daha çok kadına, daha çok saat satmanın yer aldığına dikkat çekiyor. Lacoste gibi ‘moda marka’ olarak kabul edilen markalarda kadın müşteri oranın çok daha yüksek olduğunu, ancak Raymond Weil gibi mekanik ve ortaüst segmente yönelik markaların müşterilerinin erkekler olduğunu hatırlatan Salt, “Artık bu değişiyor” diyor. “Bu yıl satışlarımızı yüzde 2025 civarında artırmayı planlarken, Raymond Weil satışlarımızın yarısını kadınlara yaparak, oranı yüzde 5050’ye getirmek istiyoruz. Raymond Weil’in bu yılki hedefleri arasında erkekler için yenilikçi ve fark yaratan modeller üretmenin yanı sıra, kadınlar için şık ve çarpıcı tasarımlarla yeni bir müşteri kitlesi yakalayarak, küresel bazda kadın saatleri payını dengeye getirmek var.” Kadınlar için ilk koleksiyonunu Shine adıyla 2006’da çıkaran Raymond Weil’in Noemia adıyla 2009’da yeni bir koleksiyon çıkardığını hatırlatan Mehmet Salt, yeni bir koleksiyonun da yolda olduğunu söylüyor. “Bu yılın ikinci yarısında da, büyük bir ihtimalle Eylül ayında Jasmine koleksiyonunun lansmanını yapacağız. Raymond Weil’in sadece bir erkek markası olmadığını göstermek, markamızı kadınlara sevdirmek istiyoruz. Çünkü özellikle ortaüst segmente baktığınızda kadın markası olarak bir, belki iki marka akıllara geliyor, bir üçüncü marka yok. O nedenle Raymond Weil bu boşluğu doldurmak istiyor. Kadın modellerinde alternatifli ürünler satıyoruz. Bilezikli olarak alınan bir modele, alternatif kayışlar da sunuyoruz.” Küresel kriz döneminde her alanda olduğu gibi saatte de bir yeniden yapılanma yaşandığından söz eden Mehmet Salt, orta segmentte artan rekabete dikkat çekiyor. Saat konusunda tüketicinin artık no name (isimsiz) markalar yerine Lacoste gibi moda markaları tercihinde bir artış gözlemlendiğini aktaran Salt, ‘pahalı’ olarak adlandırılan markalarda ise orta segmente doğru bir yöneliş olduğunu belirtiyor. Salt, Raymond Weil’in 85 bin franklık modelleri bulunsa da, ağırlık noktasının 1000 ila 4000 frank olan orta segment modellerde olduğunu söylüyor: “Raymond Weil orta segmentte her zaman vardı, ancak bugüne kadar daha çok üst segmenti hedefleyen pek çok rakibimiz de bu segmente yöneldi. Çünkü krizde ulaşılabilir modeller önem kazandı. Krizden sonra tüm markalar pozisyon değiştirdi. Bunun pazara yansıması daha çok 2010 yılında oldu. Üst segment modellerin her zaman alıcısı vardır ama bu dönemde tedarik süreci uzadı. Eskiden aldığınız bir siparişi 2 ayda yerine getirebilirken, bu süre 68 ay oldu. Gerçi Raymond Weil’in bağımsız bir aile şirketi olması, krizi önceden öngörmesi bu dönemde rakiplerine göre önemli bir avantaj sağladı. Biz de 1976’da kurulan (rakiplerine göre oldukça genç bir marka) Raymond Weil’in en eski distribütörü olarak, gelişim stratejimizi sürdürdük, pazarın aktif kontrolü sayesinde, stratejik ticari ürünleri pazarda güçlü bir şekilde konumlandırdık. Bir yandan kriz sonrası daralan orta segment saat mağazacılığında yatırımlara devam edildi. Hedefimiz bu yıl da markamızın pazardaki mevcut güçlü konumunu korumak ve yatay büyüme odaklı geliştirmek. Bunun yanı sıra yeni AVM’lerde iş ortakları veya stratejik ortaklarımızla yeni mağazalar açarak dikey büyümeyi desteklemek.” Raymond Weil'in 2011 yılında yenilenen Maestro Tradition Koleksiyonunu da tanıtan Salt, bu koleksiyonla markanın kökenlerine bağlılığını bir kez daha kanıtladığını söylüyor. Raymond Weil'in geçmişinden aldığı değer, düşünce tarzı ve eylemleri harmanlayarak yarattığı koleksiyon ile saat tutkunlarını bir kez daha etkilemeyi başardığını anlatan Salt'a göre “Bu koleksiyon gerçek geleneklere saygı duyan erkekler için yaratılmış”. 1976 yılında Cenevre’de kurulan sviçreli aile şirketi Raymond Weil, lüks saat yapım sektörünün ayrıcalıklı dünyasında özel bir şekilde konumlanıyor. Markanın kurucusu, 86 yaşındaki Raymond Weil, bugün şirketin yönetimini damadı Olivier Bernheim ve torunları Elie ile Pierre Bernheim’a bıraktı. sviçre’de en geniş kitleye hitap eden bağımsız saat üreticisi olan Raymond Weil, aynı zamanda hala kurucusu olan aile tarafından yönetilen tek marka konumunda. Bugün Türkiye saat sektörünün önde gelen şirketlerden biri olan Günsal Saat ise Mehmet Salt ve 1960 yılından beri saat sektöründe var olan Güneş Hüner tarafından 1994 yılında stanbul'da kuruldu. Günsal Saat, Raymond Weil’in dünyadaki en eski distribütörü. Aynı şekilde Lacoste’un da dünyadaki en eski, ayrıca en fazla satış yapan saat distribütörü konumunda. G C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle