01 Haziran 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 HAZ RAN 2011 / SAYI 1316 5 Hayatı film gibi yaşarım ATAOL BEHRAMOĞLU Nâzım’a ve Puşkin’e Yolculuk 3 Haziran Cuma günü Moskova’da Nâzım Hikmet’in anıt mezarı başındaydık. Birkaç yıldır düzenlenen bu anma törenlerine RT B(RusTürk ş Adamları Birliği) öncülük ediyor. Bu yıl da öyle oldu. Törende, Türkiye’den gelen Hıfzı Topuz ve ben birer konuşma yaptık. Türkiye’nin Moskova Büyükelçisi Aydın Sezgin ve RT B yöneticileri de konuşmalar yaptılar. RT B’i Moskova’da Nâzım bayrağını elden düşürmeksizin taşıdığı için ne kadar kutlasak azdır. Aynı günün akşamı yine Nâzım onuruna düzenlenen Musa Eroğlu dinletisi öncesinde yaptığım konuşmada da değindim buna. Eskiden Moskova’ya gidişlerimizde bizleri Sovyet Yazarlar Birliği görevlileri karşılardı. Şimdi bu kente kendi yurttaşlarımızın konuğu olarak gidiyoruz... Gecede salonu dolduran izleyici topluluğu da Rusya’da Türkiye insanının küçümsenemeyecek ağırlığının bir göstergesiydi... Moskova’da bir Nâzım Hikmet Kitaplığı olduğunu kaçımız biliyoruz. Ben bilmiyordum... Novodeviçi’deki tören sonrasında kitaplık ziyaretine giderken bile, sanki herhangi bir kitaplıkta Nâzım Hikmet konulu bir sergiye götürüldüğümüzü sanıyordum. Meğer, büyük şairimizin Moskova’da yaşadığı Pesçanaya mahallesinde, evinin hemen yakınındaki Ulitsa Novo Pesçanaya’ da onun adını taşıyan bir kitaplık varmış. Aklımda yanlış kalmadsıysa 1960’larda açılan, 1982’den bu yana da Nâzım Hikmet adını taşıyan kitaplığın kendisi kadar, hepsi kadın olan görevlilerin coşkusu, Nâzım Hikmet’e olan sevgi ve bağlılıkları da duygulandırıcıydı... Orada, Ulitsa Novo Peçanaya’daki 23/7 No’lu binada, bir Nâzım Hikmet kitaplığı ve büyük şairimize ilişkin kitap, fotoğraf ve çeşitli belgelerin sürekli olarak sergilenmekte olduğu özel bir bölüm bulunmakta... Türkiye’den Moskova’ya gidenler Nâzım Hikmet’in anıtmezarını ziyaret edeceklerse, yollarını bu kitaplıktan da geçirmeliler... Nâzım Hikmet belki de asıl orada yaşamakta... Yaşam paradokslarla dolu... Türk şairini Rusya’da andıktan hemen sonra, gerçekten de ayağımın tozuyla, bu kez de Rus şairini Türkiye’de anmak için, Ankara’ya uçtum... 6 Haziran Aleksandr Sergeyeviç Puşkin’in doğum günüymüş... Rusya Federasyonu cumhurbaşkanı Medvedev bu yıldan başlayarak bu tarihi Rus Dili Bayramı ilan etmiş... Ankara’da, önce TED Ankara Koleji öğrencilerine Rus edebiyatı üzerine bir konuşma yaptım... Daha doğrusu söyleştik ve zaman zaman da (özellikle Dostoyevski ve “Suç ve Ceza” konusunda ) neredeyse tartıştık... Hemen hepsi Dostoyevski’nin ünlü romanını okumuş ve etkilenmiş olan bu çocukları ve öğretmenlerini buradan da kutluyorum... Roman kuramı alanına giren tartışmamızdan ise bir başka yazıda ayrıca söz etmek isterim.... Rus Dili Bayramı’nın ikinci durağı ise Rusya Büyük Elçiliğiydi. Çoğunlukla DTCF ve Gazi Üniversitesi Rus Dili ve Edebiyatı öğrencilerinin oluşturduğu yarışmacılar, orijinalinden Puşkin şiiri okuma ve Puşkin şiirinden Türkçeye çeviri alanlarında yarıştılar. Üstelik beni başkan olarak seçen (öbür ikisi Rus) üç kişilik değerlendirme kurulunun işi pek kolay olmadı. Çünkü yarışmacılara gerçekten başarılı çocuklardı... Onları ve öğretmenlerini de buradan kutluyorum... Böylece birbiri ardına Nâzım’ı (Rusya’da) ve Puşkin’i (Türkiye’de) yaşamış oldum... Yaşam paradokslarla dolu dedim ya, işte bir tane daha: Rus dili ve edebiyatına en çok emek veren bir uzman ve öğretim üyesi kimliğimle Rus Dili Bayramı’nın ilk kutlamasında “onur konuğu” olarak yer alışımdan birkaç gün önce, öğretim üyesi ve bölüm başkanı olduğum Beykent Üniversitesi’nde, her hangi bir gerekçe gösterilmeksizin, önümüzdeki dönem için sözleşmemin uzatılmayacağını öğrenmiştim... Büyük olasılıkla, karşı konulması güç bir siyasi baskı söz konusu olmuştu... Beni en çok üzen ise, öğrencilerimin gelecek öğretim dönemimde birlikte olamayacağımızı öğrendiklerindeki üzüntü, tepki ve çaresizlikleri oldu... Fakat bu da bir başka yazının konusu olsun... [email protected] www.ataolbehramoglu.com.tr Fotoğraf: VEDAT ARIK em Davran uzun süren televizyon ayrılığını zmir Çetesi’yle noktaladı. Bu süre içinde elbette boş durmuyordu. Aslında hayatının büyük kısmını adadığı ama dokuz yıldır uzak durduğu tiyatroya bir geri dönüştü onun ki. Onu sitcom’lardan tanıyanlar için şaşılacak şeydi. Ne kadar da iyi oynuyordu. Henüz küçükken başladığı tiyatro ve 15 yaşında Yusuf’la Kenan’daki başrolle adım attığı sinema perdesinden uzak geçirdiği yıllarda televizyonda ünlenmişti. Birden ekranlara ara verdi şehir tiyatrolarıyla iki yıl boyunca Türkiye’nin dört bir yanını turladı. Ancak şimdi televizyon zamanı. zmir Çetesi sona erdi ama uzun süredir uzak kaldığı sitcom’lara da el atacak Cem Davran. Televizyona geri dönüş hikâyeniz nedir? Birkaç senedir televizyon işi yapmıyordum. Benden beklenen şeyleri karşılayamıyordum. Çünkü sürekli tiyatrodaydım. ki oyun çıkardım. Özellikle Alevli Günler çok tutunca Türkiye’nin her yerini gezdi. Son dönemde televizyon projesi cümleleri kurulmaya başlamıştı. Tam bunlar konuşulurken benim zaten televizyonda çok az izlediğim yapımlardan biri olan zmir Çetesi’nde hem de çok sevdiğim kardeşlerim oynuyordu “yeni bir karakter ortaya çıkacak” denildi. Bu işlerin enteresan bir kaderi var. “Rolle benim arama ancak Tanrı girer” demiştim. O kadere engel olamıyorsunuz. Zaten şöyle bir şey var. Ben bu işleri hep tiyatro tadıyla yaptım. Hani Hande’nin tokadıyla ünlenen bir şov programı vardı ya; herkes orada bana “o gözlükler, o pantolon ne” derdi. Ben de “dediğinizi anlamıyorum, çünkü orada bir karakterim” diye cevap veriyordum. O giysileri normal hayatımda ölsem giymem. Programın logosu iki kediydi. Bazen didişiyor, bazen sevişiyorlar filan. Bunun üzerine kurduğumuz bir karakterdi zaten. O serüven benim için devam ediyor. Diziyle birlikte çok sık gidip geldiniz? Benim hayatım projelere göre değişiyor zaten. Aile hayatım da öyle ister istemez. Böyle doğdum ve böyle gidecek. Son dönemde tiyatro dolayısıyla onlarca kez zmir’e gittim. “ zmir” duygusu da çok önemli. Kütahya Çetesi olsa ne düşünürdüm bilmem. Bir zmir hikâyesi olması, günlerce zmir sokaklarında dolanacak olmam hoşuma gitmişti. Ben zaten her şeyi sinema tadında yaşarım. Mesela bir keresinde turneye gittik, gece oyunumuzu oynadık, bir gece kulübüne gittim. Geç yattık. Ertesi sabah Alsancak’ta dolandım. Öğleden sonra Kordon’da bir bira içtim. Bu filmin fonunda zmir’in olması da çok güzel bir şey. Bir dönem sitcom’larda çok oynadınız. Halinizden memnun muydunuz? Çok memnundum. 400 bölüm civarında sitcom yaptım. Patron Kim, Ruhsar. 150 bölüm sırf Ruhsar’dır zaten. Öyle eleştirenler var ki; herkes tutmadı diyebilir ama mesela Patron Kim’i bıraktığımızda gün birincisiydi. Ona rağmen teknik başka aksaklıklardan ayrıldık. Sırf reyting yüzünden bitmiyor diziler. Yine de hiçbiri benim yüzümden değildir. Hayatım boyunca her işe kanımla canımla girdim. Çünkü ben hayallerini kurduğum bir iş yapıyorum ve hayallerimle arama hiçbir şeyin girmesine izin vermem. Şimdi kendi yazdığım bir sitcom var. Bir de başkalarından aldığım. zmir Çetesi’ni bütün yaz çekeceğiz. Kışın da devam edeceğiz ama ömrünü tamamladığında kesinlikle bir sitcom da DEN Z çekeceğim. ÜLKÜTEK N Sizin için “keşke hiç tiyatroya ara vermeseydi” diyorlar. Yeni bir nesil beni tiyatrodan değil Ruhsar’dan tanıyor. Mesela Yusuf’la Kenan benim sinemadaki ilk başrolüm. Orada 15 yaşındayım. Sene 1979. Ama bunu eskiler ve bu işlerle ilgili olan insanlar biliyor. Genç olup da “Abi seni Yusuf’la Kenan’dan biliyoruz” diyen olduğunda çok hoşuma gidiyor. Ömer Kavur’u bilmek belli bir entelektüel seviye ister. Türk sinemasının yurtdışında en çok ödül alan filmlerinden biridir. “Mutlaka tiyatroda kalmalı” cümlesi ben tekrar sahneye döndükten sonra çıktı. Bir Alevli Günler bir de Doğum Günü Partisi ki Harold Pinter’ın Doğum Günü Partisi modern tiyatronun en zor oyunlarından biridir. Gazete eleştirileri de öyle. “Abi adam tiyatroda çok iyiymiş” falan, “Ben adamdan hazzetmezdim hatta tiksinirdim ama ne biçim bir oyuncuymuş.” Kusurun yüzde ellisi de bende tabi. Hiç oyunculuğumu göstermemişim. Ama bilenler biliyor, benim hayatım tiyatroda geçti. Aslında dokuz sene ve bir jenerasyon değişmiş arada. Tiyatroda iki oyunda oynuyorum bir diziye başlıyorum, bir sinema projem var. En son Melekler ve Kumarbaz’da oynadım. Oysa her sene bir film çekmem lazım ama olmayınca olmuyor. Sizi en çok tatmin eden projeniz hangisiydi? Buna cevap vermem zor. “Pişman olduğum proje şuydu” da diyemem. Bir oyuncunun yaptığı işi anlatması kadar büyük bir trajedi yoktur. “Oynadığın bir karakteri anlat” derler. Orada ben biterim. Yönetmenin de çektiğini anlatmaya çalışması çok zor. Şöyle bir gerçek de var. Mesela internette benim takıklarım var, en ince detayına kadar deşmeye çalışıyor hayatımı. Onlara diyorum ki “Beni tam kavrayabilmek için reddettiklerimi bilmek lazım.” Bazen bir cümle söylersin o baştan bir sürü şeyi reddetmek olur. Bir galada şarap servisi sorun oluyor, canlı yayında çıkıp yöneticisinden başbakanına ne kadar kişi varsa adabıyla eleştirimi söylüyorum. Bu bir reddediş zaten. Bunları yapmazsam ben olmam zaten. Geçen gün TRT’den bir iş için aradılar oradaki yapımcıya “ stiyorsan amirlerinle bir konuş, çünkü orada bana karşı bir antipati seziyorum” dedim. Sonuçta ben bu toprağın aktörlerinden biriyim. Buradaki cümleleri kurmaya devam etmek hoşuma gidiyor. Bazen sinema perdesinden bazen bir röportajın köşesinden selam çakıyorum herkese. Galatasaraylılığınız da hayatınızda önemli yer tutuyor. O tutku nereden geliyor? Babadan. O çok ayrıdır bende. Zaten ya futbolcu olacaktım ya da oyuncu. Tiyatro daha ağır bastı. Galatasaray’da iki yıl minik takımda oynadım. Aynı dönemde de çocuk tiyatrosunda oynuyordum. Pazar günü hem maç var hem oyun. Tamam maçta sen oynamazsın yerine başka birisi oynar ama tiyatro öyle değil ki. Benim doğup büyüdüğüm yerde, Kasımpaşa’da zaten herkes futbolcu doğardı. Ancak aktörlük benim rüyamdı. G C Siyasete adım atmam Hiç aktif siyasetle uğraşmayı düşündünüz mü? Bana bu dönem dahil olmak üzere belediye başkan adaylığı ya da milletvekili adaylığı benzeri üst düzey görevler teklif edilmiştir. Tamamını derhal reddettim. Şimdiki hayatımda mümkün değil. Anladığım tek şey aktörlüktür onun dışında başka bir alana adım atmam. Politikayla ilişkilendirilmemin sebebi hassasiyetlerimi dillendiriyor olmam. Ancak ne söylediğinden çok nasıl söylediğin önemlidir. Alevli Günler’de din ve vicdan özgürlüğünü anlatıyoruz. Oyun sonunda türbanlısından ateistine kadar herkes ayakta alkışlıyor. Zaten şu anda beklentilerimi tam anlamıyla karşılayan bir parti yok. Ancak oy vermeyi esirgemem. “Siyaseti” hiç sevmem ama yaşamda elbette politik bir bakışım var. Şehir tiyatrolarına döndüğünüzde devletin sanat politikalarında ne gibi farklar gördünüz? Mesela Kars’taki heykelin başına gelenler içler acısı. Ancak bütün bu şeylerin aslında kişisel olduğunu sanıyorum. Politik olarak hiç beğenmediğiniz biri saçma sapan şeyler söylerken aynı partiden bir başkası harika bir şey söyleyebiliyor. Mesela geçenlerde bir şehre gittim ve o şehir AKP’li bir belediye tarafından yönetiliyor. Bayıldım o kadar güzel şeyler yapmışlar ki. AKP’ye karşı olan arkadaşlar dediler ki “ama” filan. Aması yok, adam güzel bir şey yapmış onu söylüyorum. G C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle