22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 16 MAYIS 2010 / SAYI 1260 ZÜLAL KALKANDELEN Britanya’nın sorunu ritanya’daki seçim tahmin edilen sonucu verdi. İktidarı tek başına elinde tutan İşçi Partisi’nin (İP) 13 yıllık hâkimiyeti sona erdi. Muhafazakâr Parti (MP), seçimden birinci parti olarak çıksa da, tek başına hükümet kurmak için yeterli sandalyeye sahip olamadığı için, tek partili hükümet dönemi de bitmiş oldu. Ortaya çıkan bu yeni tablo üzerine çeşitli yorumlar yapılıyor. Şu bir gerçek ki, İP, ekonomik kriz ve Irak savaşı yüzünden çok yıprandı. Ayrıca parti başkanı Gordon Brown’ın yaptığı gaflar da seçim sürecindeki yıpranmaya katkıda bulundu. Ancak bütün bunlar doğru olsa da, asıl sorun çok daha derin: Britanya’da uzun süredir şiddetli bir sınıf mücadelesi yaşanıyor. Seçimden 15 gün önce, bu gerçeği çarpıcı şekliyle ortaya koyan bir kitap yayımlandı. Prof. Danny Dorling’in yazdığı kitabın adı “Injustice: Why Social Inequality Persists”. Sheffield Üniversitesinde beşeri coğrafya dalında yaptığı çalışmalarla tanınıyor Dorling. Hayatı boyunca İP’ne oy vermiş. Ama bu kitabıyla, partinin nerede hata yaptığını tüm açıklığıyla anlatıyor. Dorling’in yaptığı araştırmalar, “New Labour” döneminde gelir dağılımı uçurumunun inanılmaz boyutlara ulaştığını gösteriyor. 1996’da Tony Blair, sosyalist politikaları izlemek yerine, küreselleşme baskısıyla merkeze kayarak partinin rotasını değiştirmişti. Üçüncü yol ya da yeni sol denen bu anlayış, eşitsizliği azaltacak yerde daha da büyüttü. 19902000 arasında toplumun en varlıklı % 10’luk kesiminin paylaştığı servetin oranı, % 47’den % 54’e çıktı. En zengin % 1’lik kesimin aldığı pay ise, % 18’den % 23’e yükseldi. Aynı kritere göre Londra, dünyada eşitsizliğin en fazla olduğu kent. En zengin % 10’luk kesim, en yoksul durumdaki % 10’luk kesimin 273 katı servete sahip... Dorling, “Britanya’da gelir ve servet dağılımındaki eşitsizliğin bu derece arttığı dönem, en son 1854’te, Charles Dickens’ın ‘Zor Zamanlar’ı yazdığı Victoria dönemiydi” diyor... Devletin yasal olmayan faaliyetleri ESRA AÇIKGÖZ arih, 3 Kasım 1996. Susurluk. Bir araba ile kamyon çarpışır ve... Türkiye'de devletin yasal olmayan faaliyetlerinin en ayyuka çıktığı olaydı Susurluk. Adli ve polisiye yanıyla, devletmafya ilişkisiyle çok konuşuldu, yazıldı. Ayşegül Sabuktay, Metis’ten çıkan kitabı “Devletin Yasal Olmayan Faaliyetleri”yle Susurluk’u yeni bir çerçeveden, hukuksiyaset kuramları üzerinden irdeliyor. Bu bir tez çalışması. Devlet nedir? Gücünü neye dayandırır? Yasal olmayan faaliyetlerini nasıl aklar? Sabuktay’ın peşinde olduğu pek çok soru var. Şimdi o yanıtlıyor. Tez için neden bu konuyu seçtiniz? Susurluk’taki olayın kısa sürede trafik kazasından fazla anlamı olduğunu fark ettik. Kaza olmadan bir süre önce “devlet çete olmaktan çıksın, hukuka otursun” dediği için Çetin Altan’a dava açıldı. Akla gelen suçlamalar, kazadan sonra açıkça tartışılabilir hale geldi. Kaza, devlet hakkında konuşmamızı kolaylaştırdı. Bu olanağın devlete Ayşegül Sabuktay, Metis’ten kuramsal bakışta da bir zenginlik sağlayacağını düşündüm. Devletin genellikle hukuki sınırları içinde, çıkan kitabında “Susurluk daha çok pozitif hukuk tarafından tanımlanmış halinden bahsediyoruz. Ama karşı karşıya kaldığımız Olayı” üzerinden, devletin devlet bu bakış açısıyla kapsanamayan, sürekli onun dışına çıkan bir yapı. Bu nedenle, biraz da, devletin yasal olmayan faaliyetlerini kuramda gözden kaçan noktaları üzerinde çalıştım. İlişkiler olarak işleyen devleti, devlethukuk ilişkisi dayandırdığı kuramları üzerine üretilmiş kuramsal alanda, somut durumdan irdeliyor. Weber, Habermas, yola çıkarak sorgulamayı amaçladım. Yani kaza, somut devletten soyut devlete nasıl gidileceği, Hans Kelsen, Carl Schmitt’in kavramsallaştırma düzeyindeki devletten somut durumun nasıl göründüğü kuramlarıyla devleti meselesine bakmaya kaynaklık etti. tartışmaya açıyor. Peki hukuksiyaset kuramından Susurluk’a baktığınızda gördüğünüz en ilginç nokta neydi? Kitapla amaçlanan, kuramla Türkiye’de özellikle siyasetçiler yaşantı arasındaki geçişleri ortaya ve sorumluluk alması gerekenler çıkarmaktı. Bu serüvende ilginç devletin ne ölçüde hukukla bağlı olan, Susurluk ve benzeri olaylara olduğunun sorgulandığı bir olayla farklı kabullerle yaklaşan insanlara karşılaşıldığında, çabucak devletin Ayşegül Sabuktay bakış açılarının kuramdaki normlardan ibaret olduğunu, kaynaklarını, izlerini bulabilecekleri onlara uymayan bir eylemi devletle ve düşünüş biçimlerini sınamalarını mümkün kılacak özdeşleştiremeyeceğimizi, ancak kişisel suçlardan bir zeminin hazırlanması. Bu kitabın tek noktaya söz edebileceğimizi söyleyip, pozitif hukukun hukuki odaklanmadan farklı düşünüş biçimlerinin bir galerisi düzlemine çekildiler. Böylece, devlet bir anda haline gelmesini de sağlıyor... görünmez oldu, sadece bireysel failler ortada kaldı. Susurluk Olayı’na Weber, Habermas, Hans Devlet diye bir soyutlamadan söz ediyorsak o Kelsen, Carl Schmitt gibi pek çok kuramcı üzerinden devletin sadece hukuk normlarından ibaret bakmışsınız. En çok karşınıza çıkan kuram ne oldu? algılanması kanımca sorunlu bir yaklaşım. Kelsen’in pozitif hukuk kuramı ve raison d’etat Ya hikmeti hükümet yani “devlet aklı” düşüncesi doktrini, yani hikmeti hükümet düşüncesi. Doğrudan nasıl karşımıza çıkıyor Susurluk'ta? birbirini desteklemeyen iki görüş, ilginç biçimde Hikmeti hükümetin alttan alta, önemli köşe birlikte kullanıldı. Bir tarafta hukuk devleti kavramına yazarlarının yazılarında, zaman zaman siyasetçilerin yaslanılarak pozitif hukuka dayalı kavramsallaştırma demeçlerinde, Tansu Çiller’in Çatlı’ya sahip çıkması benimseniyor, diğer taraftan devletin bekası için her gibi beyanlarda başvurulan bir düşünme biçimi şeyin meşrulaştırılabileceği, hukukun önemsiz olduğunu görüyoruz. Hatırlarsanız, Başbakanlık olabileceği görüşü dile getiriliyordu. Teftiş Kurulu Raporu’nda da devleti korumak için B T *** Bu durumda şu soruyu soruyor Dorling: Eşitsizlik neden ısrarla devam ediyor? İP, zenginin daha da zenginleşmesini önleyeceğini söylemişti. Nerede hata yaptı ki bu gidişatı durduramadı? Görünen o ki, İP, sadece dümeni biraz kırmakla bu sorunu giderebileceğini sandı. Üstelik dümeni sola kıracağına sağa kırdı... Danny Dorling, 1942’de İngiliz ekonomist William Beveridge başkanlığında hazırlanan raporda sayılan beş toplumsal düşmanın da değiştiğini söylüyor. Eşitsizlikle mücadele edip sosyal güvenliği geliştirmeyi öneren o raporda sayılan bu düşmanlar şunlardı: Yoksulluk, hastalık, cehalet, tembellik ve bakımsızlıksefalet. Oysa New Labour döneminde bunların yerini, seçkincilik, dışlama, önyargı, aşırı hırs ve umutsuzluk aldı. İzlenen yanlış politikalar sonucunda da, zenginlik belli ellerde giderek artan ölçülerde yoğunlaşmaya başladı. *** Peki bundan sonra ne olacak? Rupert Murdoch’un sağ eğilimli gazetesi The Sun, seçim günü kapaktaki “Tek Umudumuz” manşetinin altına MP Başkanı David Cameron’un resmini basmıştı. İşin ilginci, resim, Shepard Fairey’in Obama için yaptığı ünlü posterin aynısıydı. Ben, sosyalist politikalara inanmış biri olarak, Cameron’un umut olabileceğini düşünmüyorum elbette. Bana göre, Britanya’daki asıl mesele, öncelikle bu aşırı eşitsizliği kaçınılmaz gören anlayışı değiştirmek... Şunu da belirtmek lazım ki, yeni hükümetin işi zor. Çünkü Dorling’in de işaret ettiği gibi, ülkede bugün ortaya çıkan öfke, Marksist bir işçi sınıfının öfkesi değil; tam yolun ortasında duranların öfkesi... İlerlemek isteyenlerin önce o yolu açması gerek... G www.zulalkalkandelen.com / kzulal@yahoo.com hukuk dışına çıkılabileceği, ancak buna belirli otoriteler tarafından izin verilmesi gerektiği vurgulanmıştı. Modern devletin yasal temelde çalıştığı kabulünü geniş bir toplumsal çevrenin kafasında yıkan olaydı Susurluk. Ergenekon soruşturmasıyla ilk kez devlet içinde işleyen yasal olmayan bir yapılanmanın mevcudiyeti iktidar eliyle de kabul edildi. Ancak dava ilginç bir hal aldı. Bu durumu nasıl değerlendirmek gerekiyor sizce? Eğer iddialar doğruysa ya da doğru olduğunu varsayarak düşünmek istersek, iktidarın bu olayın takipçisi olmasını doğrudan hukuk devleti ile ilgili olumlu bir gelişme olarak görmemiz zor. Zira süreç fazlasıyla siyasal mücadelenin ön plana çıkmasıyla ilerledi. Uzun tutukluluk sürelerinin bir tür cezalandırma gibi işlediği, geniş kapsamlı dinlemelerle kişisel mahremiyetin hiçe sayıldığı açık. Hukuki süreçlerin kendisi iktidar mücadelesinde bir araç niteliğinde neredeyse. Tansu Çiller, “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” diyordu Susurluk Olayı’ndan sonra. Bu lafın tekrarlanışına neden olacak olayları daha sonra da yaşadık. Yine de toplumun devletin meşruluğuna dair sorgulamalar eskisi kadar yapılmıyor. Bu durumu, hukuksiyaset kuramı açısından değerlendirdiğinizde neler çıkıyor karşımıza? 70’lerde Türkiye’de iyikötü muhalefetin mümkün olduğu bir dönemi yaşadık. 12 Eylül darbesi meşruluğu sorgulamanın çok da kolay olmayacağını öğretti insanlara. 12 Eylül’le başlayan neoliberal program, düşünüş biçimimizi ve yaşantımızı değiştirmeyi hedeflemişti. Bu politik program, piyasa mekanizmalarının işleyişi ve uluslararası mekanizmaların müdahaleleri açısından sık sık hukuk devleti kavramına başvursa da, siyasal haklar ve özgürlükler söz konusu olduğunda fazlasıyla otoriter olabilen bir devlet modeline dayanıyor. Bu program büyük ölçüde başarılı olmuş görünüyor. Peki hukuk devleti, devletlerin yasal olmayan faaliyetlerini ortadan kaldırabilir mi? Ya da bu faaliyetleri bulunmayan bir devlet hayalden mi ibaret? Hukuk devleti düşüncesinin, kavramsallaştırmasının, bütün dünyada fazlasıyla aşındığını; terörle mücadele kavramı ve yaklaşımıyla hakların ve özgürlüklerin ortadan kaldırıldığı istisnai durumların sıradan hale geldiğini biliyoruz. Uluslararası hukukun, ABD’nin istediğinde istisnai durum yaratabildiği bir hiyerarşik yapı içinde tasarlandığını, bunun da ulus devletlerin egemenlik alanlarını daralttığını, hukuk devleti düşüncesinin bu açıdan da aşındığını söylemek mümkün. Bu nedenle hukuk devleti sürekli imkânsızlığı ile birlikte, uygulanmama durumuyla da gündemde. Ancak bu, hukuk devleti kavramından elimizi eteğimizi çekmemiz, bunun uygulanmasının mümkün olmadığını düşünmemiz sonucunu doğurmamalı. Çünkü kullanılan gücün meşruiyetini sorgulayabileceğimiz başka bir yerleşik çerçeve oluşmadı. Ancak hukuk devletini gündemden çıkaracak daha üst bir demokrasi ve meşruluk talebiyle bu mümkün olabilir. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle