16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 Badem grubu üçüncü stüdyo albümü 3B’yi üç sayısı üzerine kurgulamış. 16 MAYIS 2010 / SAYI 1260 RIZA KOCAOĞLU “Punk Rock”, genç oyuncu kadrosuyla tüm dünyada gençliğin nasıl şiddete itildiğini gözler önüne seriyor. Giderek kanıksadığımız üçüncü sayfa haberlerinin temelinde yatana bakmaya Fotoğraf: Vedat Arık Üç boyutlu albüm geliyor! ŞİRİN GÜVEN adem, üçüncü stüdyo albümü 3B’yi çıkardı. Ancak bu albüm oldukça farklı. Bütün video ve fotoğraflar 3 boyut teknolojisiyle hazırlandığı için albümün içinden bir de 3 boyutlu gözlük çıkıyor, Şarkıların tamamı da “5+1 surround” teknolojisiyle düzenlenmiş. Yani “play”e bastığınız anda grup size özel olarak, odanızda bir performans sergiliyor gibi hissedeceksiniz. “Hepsi iyi hoş ama peki ya şarkılar” diye sorarsanız yanıt Badem grubundan: “Bir albümün en önemli özelliği iç güzelliğidir. Yani yapılan besteler, yazılan sözler... Bizim albümlerimizin temel özelliği iç güzelliğiyle dış görünüşünün bir bütün olması”. Neden 3 boyutlu bir albüm yapmak istediniz? Mustafa Kemal Öztürk: 3 boyutlu bir şeyler yapma fikri ikinci albümü çıkardığımız dönemlerde aklımızdaydı. Bu fikir içimize sinince, bunu sadece bir klipte kullanmaktansa tam bir konsept olarak üçüncü albümün çıkışına saklayalım istedik. Şarkılarınızın tamamının miksajı “5+1 surround” teknolojisiyle yapıldı. Bu sizce albümünüze ne kattı? M. K. Öztürk: Özellikle film endüstrisinde çok kullanılan bir teknik “surround ses”. Amaç o an gördüğünüz / duyduğunuz şeyin tam ortasındaymışsınız gibi hissetmenizi sağlamak. Biz de 3 boyutlu bir klip çekiyorken neden ses konusunda da benzer bir etki bırakmayalım diye düşünüp 5+1 surround olarak hazırlanmış özel bir DVD’yi de hazırlamaya karar verdik. Bu özel DVD’yi alan dinleyicilerimiz evlerindeki 5+1 surround ses sistemi ile sanki grubun ortasında oturuyorlarmış gibi albümü dinleyebilecekler. ne dersiniz? B Genç yönetmen şiddeti sorguluyor ot’un yeni oyunu Punk Rock git gide kanıksadığımız şiddeti gözümüze gözümüze sokuyor. “Bakın” diyor, “dünyayı bu hale biz getirdik. Henüz çocuk yaştayken en yakın arkadaşlarını sınavda rakibi olarak gören insanların dünyasına hoşgeldiniz”. Oyunun SİNEM yönetmeni bu kez Dot’un bir DÖNMEZ oyuncusu: Rıza Kocaoğlu. İlk yönetmenliği. Konuşurken gözleri ışıl ışıl. Sistemin yıkıcılığından, şiddetten söz ederken, gidip devrim yapacak gibi... Tiyatroyu şiddetle başa çıkmanın bir aracı olarak görüyor. Öncelikle oyundan başlayalım. Seni oyuncu olarak görmeye alışkınız, nereden çıktı yönetmenlik? 9 Eylül Üniversitesi tiyatro bölümünde okudum. Okulda da hocalarımın teşviki vardı, ben de istiyordum ama yönetmenlik zor iş. Şu anda “ben yönetmenim” diyebilecek konumda hissetmiyorum kendimi... Murat Abi “bu oyunu sen yap” deyince benim için şans oldu. Tabii ki bizim tiyatroda bu zamana kadar her iş iyi yapıldığı için büyük sorumluluktu. Ama bir yerden başlamalıydım. Oyunun yapısı da buna çok uygundu, genç bir oyuncu kadrosu, dinamik bir oyun. Başlayayım o zaman, dedim... İkisinin hissi farklıdır. Yönetmenlik çok başka. Oyunu ben yönetiyorum ama yönetmenim demiyorum. Oyunda da oyunculuk yapan biri olarak yaklaştım, tabii ki ikisinin de tadı farklı. İkisinde de kendine dair bir şeyi görüyorsun. Oyunculukta kendinden yola çıkıyorsun, yönetmenlikte de kendi duygunu, kendi yönelimini, kendi kişisel tezini oyunda görüyorsun. Oyunculuktan yönetmenliğe geçmek daha kolay o zaman. Bence avantajlı bir şey. Ben mesela buna oyuncu olarak cevap verirsem; ben Murat Daltaban’la çalıştığım zaman çok rahat çalışıyorum çünkü o da oyuncu kökenli. Ama bu şart da değil tabii ki. Çok usta sinema yönetmenleri var. Ama tiyatro yönetmenliğinde oyuncu kökenli olmak karşındaki oyuncuyu çok rahatlatan bir şey. Çünkü onun o anki duygusunu anlayabiliyorsun. Ondan ütopik bir şey istemiyorsun, ne yapabilirliğini, sınırlarını görebiliyorsun. D Kadro çok genç, seni korkuttu mu bu? Onun hem avantajları hem dezavantajları vardı. Evet herkes çok acemi, ben yönetmenlikte çok acemiyim, “nasıl olur” duygusu vardı. Çok detay çalışmak zorunda kaldık, uzun çalıştık. Ama avantajı da var. Çok genç, açık dimağlar var karşında. Bu işini kolaylaştırıyor. Bu çok önemli tiyatro yaparken. Başka hiçbir şansımız yok sadece iştahımız var. Bu kadar genç bir ekip olmasa bu kadar etkileyici bir oyun çıkmayabilirdi de. Aynen. O iştah, o açlık önemli. Tiyatroya acıkıyoruz çünkü. İstediğimiz güzellikte metinler sunulmuyor bize. Hele o yaşlarda hiç sunulmuyor. Onlar bunu anlayacak kadar zeki insanlardı; “böyle bir şey bulduk ve bu altın değerinde”yi. Aynı şeyi ben de Kürklü Merkür’de yaşamıştım. Çok sıkılmış, çok sıkışmıştım, kötü tiyatro yapmaktan eve ağlayarak dönüyordum. Ben artık iyi bir şey yapmak istiyorum diye. Kürklü Merkür önüme çıktığında var gücümle saldırdım o yüzden. Onlar da Punk Rock’a öyle saldırdılar. Oyunda şiddeti düşünürken, bir yandan da kanıksıyorsun. Kafamızda şiddet o kadar normal ki… Oyunun derdi de bu zaten. Şiddet duygusunun ne kadar normalleşip hayatımıza girdiği. Şiddeti normal insanlar yapabilir hale geldi. Özellikle bunun altını çizdik. Evet, şiddet insanın temel güdülerinden. Hepimizin içinde. Evrim sürecinde bununla baş ettik. İnsan bunun yerine bir şey koydu, bunu eğitti, ama şu anda vahşi kapitalizm ve alışveriş dünyası her şeyi en ilkel haline geri döndürdü. En ilkel halimize dönüyoruz. İnsanın kendini evrimleştirdiği noktada bunu yenmek üzere oluşturulmuş eğitim kurumları da patlak veriyor, çünkü kapitalizm orayı da yanlış işletiyor. Soran, okuyan birey yerine hayata bir an önce atılıp, tüketen birini yaratıyor. Çocuklar birilerine sevgi göstermek yerine rahatsız ediyor. Sevgi onlara önerilmiyor. Onlara “bitir ve üst basamağa çık” duygusu veriliyor, hepsi birbirinin üstüne basmaya çalışıyor. Albüm satışlarını arttırmak için böyle yenilikler yapılmalı mı sizce? Emre Yıldız: Artık ne yaparsanız yapın fiziksel albüm satışı eski rakamlara ulaşamayacağına göre bütün bu yenilikler koleksiyoncuları mutlu etmek için yapılıyor. Artık albüm satmıyor diye korsanla mücadelemizi de bırakmış değiliz. O yüzden de bütün albümlerin içinde korsanlarında göremeyeceğiniz şeyler koyduk. Yine de bir albümün en önemli özelliği iç güzelliği. Yani yapılan besteler, yazılan sözler. Bunlar olmadıktan sonra istediğiniz kadar farklı stratejiler geliştirin bir sonuç vermez. Bizim albümlerimizin temel özelliği iç güzelliğiyle dış görünüşünün bir bütün olması. Yaptığınız müziği nasıl tanımlıyorsunuz? Doğaç Başaran: Yaptığımız müziği çok sesli rock müziği başlığı altında tanımlayabiliriz. Akustik tınımızdan da hiç vazgeçmiyoruz. Sert elektro gitar tonları bazı şarkılarda yerini akustik gitarlara ve çok sesli vokallere bırakıyor. Şarkılarımızda kavuşulamayan aşk, ayrılık, ölüm gibi temaları işliyoruz çünkü bunlar hayatın gerçekleri. Ama hayata dair de hep bir umudumuz var. Albümünüzde misafir sanatçılar da yer aldı... Mert Özdemir: Evet. Cahit Berkay hem yaylı tamburuyla hem sesiyle yer aldı bir şarkımızda. Zeynep Casalini ile bir düetimiz var. Bir parçada Serdar Öztop ve Bora Uslusoy muhteşem sololarıyla bana katılıyorlar. Duygu olarak bu albümümüzde aşk, umut ve kaybettiklerimizden bahsediyoruz. Üçüncü albüm, üç boyut, üç duygu, üç renk derken bu albümdeki birçok şey üç sayısında buluştu. Zengin orkestral düzenlemelerimiz ve çok sesli vokallerimiz ise olmazsa olmazlarımız elbette. G Şiddet öğreniliyor mu sence? Beslenmek, hayatta kalmak için hep şiddet var. Tiyatro bunu tedavi eder. Antik Yunan’da tragedya da öyle yapıyor. Şiddeti o zamanlar insan oynayarak yok ediyordu, biz de şimdi burada bunu yapıyoruz. Dünyanın her yerinde çocuklar patlıyor. Çocuklar taş atıyor, silah alıp okula giriyorlar çünkü onlara dünyaya dair güzel bir gelecek vaat edilmiyor. Çocuk onu yıkmaya çalışıyor. Bu çocuklar kendi bedenlerine sıkışmışlar. Ama ona başka yol bırakmıyoruz. Çünkü dünyanın daha dengeli, adaletli bir yer olması için doğru şeyler okuması, izlemesi gerekiyor ama biz onlara bunu sunmuyoruz. Peki çözüm nerede? Bana kalırsa sanatta. Ben umutsuz değilim. Dünya kötü bir yere gidiyor ama bilim, teknoloji diye bir şey var. Yanlış kullanılıp silah üretmek, temel kaynakları yok etmek için kullanılsa da aksi durum için umudumuz da aynı yerde. Oyunun ismi neden PunkRock sence? Oyunun adı tesadüf değil. Punk bir ruh hali. İnsan var olduğu müddetçe olan ve olacak olan bir şey. Birileri bir şey yaptıkça onu engellediğini düşünen başka birileri onu yıkmaya çalışacak. Eğitim, kültür politikamızda yanlışlar yapılıyor. Sinemaları, tiyatroları yıkıyorlar. Bahsettiğin temel bir şey. Bizim sanattan anladığımız genel olarak sıkıcı olması. Resim, müzik dersini düşünsene. Statü kaybı kaygısı var. Zaten punk da bu statü kaybından kaygılanmayın, statüyü yıkalım diyor. Okulda hedef ÖSS, hemen meslek sahibi olup yükselmek. Ama hayat öyle bir şey değil. Bence doğru hayat statü sahibi olmak değil. Üretmek temel olmalı. Ama artık herkes aracı, üretenin önemi kalmadı. Her şeyde tefecilik var, sadece parada değil. Üretimin bittiği yere geldik. Bu çok tehlikeli. Bu duruş sanatı zaten barındıramaz doğasında. Sanatın içinde yaratım, üretim var. Buna yönlendirme yok ki zaten. Senin yarattığın o devamlılığı tehlikeye atıyor. Onun devamı için basamakları tırmanmalı, basamağın kendisi olmalısın. Her şeyde bir eşitsizlik durumu söz konusu. İnsanların üstüne basması normalleştirildi, o noktada sanat değersizleşti; resim, müzik dersi değersizleşti. Halbuki ne kadar insan varsa o kadar seçenek vardır, herkeste yaratıcı bir şey vardır, dünyaya bakışta bunu ortaya çıkarmak lazım, o mozaiği ancak böyle var edebiliriz dünyada. G Yegâne Yapımlar, “Bir fikrim var” diyenleri bekliyor... Sinemada yeni bir soluk Y egâne Yapımlar sinemaya farklı bir bakış açısı getirmenin, yeni bir soluk yakalamanın peşinde. Sinema sektöründe uzun yıllar çalışmış Cüneyt ve Metin Aksoy’un kurduğu Yegâne Yapımlar bir anlamda kolektif bir yer. Onların kapıları film çekme hayalleri kuran, projeler geliştiren herkese açık. O yüzden de çok dinamik bir yer Yegane Yapımlar. “Bir fikrim var” diyen herkes girip projesini heyecanla anlatabiliyor. Gençlerin, yeni mezunların, sinemaya gönül vermişlerin buluştuğu ve sinema hakkında bol bol konuştuğu bir yer. “Yegâne Yapımlar”ın yapımcılığını üstelendiği ilk film Rapunzel’di. Genç yönetmen Tolga Karaçelik tarafından çekilen filmin başrollerini Nadir Sarıbacak, Tuba Kabadayı ve Mehmet Ali Kaptanlar üstlendi. 18 dakikalık kısa film, pek çok uluslararası festivalde gösterildi bile. Film ilk olarak New York Soho Uluslararası Film Festivali’ne konuk oldu ve “İzleyicinin Seçtiği En Beğenilen Film Ödülü”nü aldı. Ardından Akbank Kısa Film Festivali kapsamında Türkiye'de izleyiciyle buluştu ve kurmaca dalında “Mansiyon Ödülü”ne layık görüldü. Ayrıca Cleveland Uluslararası Film Festivali ile İstanbul Uluslararası Film Festivali’nde de sinemaseverlerle buluştu. Genç ve farklı bakış açısına sahip yönetmenlere destek verme vizyonuyla kurulan “Yegâne Yapımlar”, şimdi yeni film projeleri için görüşmeler yapıyor. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle