16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 NİSAN 2010 / SAYI 1254 9 Sanatın seri sonu Şehir sadece coğrafi sınırlarla mı çevrilidir? Merkezden dışa doğru yönelen kültürel akışın kesildiği yerleri de şehir sınırlarına dahil edebilir miyiz? Antiseri bu sorgulama üzerinden hayat bulmuş bir oluşum. Üretimleri de yine İstanbul’un kültürel sınırlarının sorgulaması üzerinden gerçekleşiyor. azıl Say’ın “İstanbul Senfonisi”, Dortmund Konzerthaus’ta coşkuyla alkışlandı. Berlin’deki Alman komşumuzun konserden övgüyle söz etmesi, olayın Dortmund’dan dışarılara taştığını da gösteriyor. Opera sanatında, keman, piyano ve öbür aletleri çalmada toplumca övüneceğimiz nice sanatçımız var. Gazetelerde hemen her gün onlardan birinin başarısını okuyoruz. Kendinden en çok söz ettiren ise Fazıl Say. Bunun bir nedeni olmalı... Bizden birinin, bir parçayı Batı sanatçıları gibi çalmasının pek özgün bir yanı yok. “Demek Türkler arasında da Batı müziğinden anlayanlar var” denip geçiliyor. Artık bu türden övgülere kapılıp kendimizi avutmamalıyız. Türkçede “Sen gidiyorken ben geliyordum,” diye bir söz var. Adamlar yüzyıllardır çalıyorlar; biz daha dün başladık kemanın teline dokunmaya, piyanonun tuşlarına basmaya... Bu alanda ilerlediğimizi sanırken kim bilir onlar nerelere vardılar!.. “İstanbul Senfonisi”nin bitiminde, müzik değerlendirmeleriyle de deneyimli Zeynep Oral’a şu sözleriyle, duygu denizlerinde kulaç attıran ne?.. “Eser bitti. O anda sanki sihirli bir değnek komut verdi: O görkemli salonu dolduran 1700 kişi aynı anda ayağa fırladı, alkışlamaya başladı! (...) Ben şimdiye dek ne yurtiçinde ne yurtdışında hiçbir klasik müzik konserinde böyle alkış duymamıştım... Hüngür hüngür ağladım. İyi ki yaşıyorum, iyi ki bu geceye tanıklık ettim. Gururlandım, onur duydum ülkemin bir insanının dünya insanlarına yaşattığı bu duyguyla!” Nedeni belli: Fazıl Say, Avrupa’nın alıştığını götürmüyor onlara, bizden olanı sunuyor. Yalnızca piyano ile keman yok; ney var, kanun var, bendir var, ADNAN BİNYAZAR Say’ın evrenselliği F kudüm var, darbuka var, zil var, vurmalı çalgıların tarihten gelen gümbürtüsü var... Müziğin evrensel olduğu söylenir. Oysa bir toplumun beğenisinden, ruhundan beslenmeyen hiçbir sanatın evrenselliğinden söz edilemez. Evrenselin özünde halkların yaratılarıyla beslenen ulusal ruh vardır. Bach’ı, Beethoven’i, Mozart’ı evrensel kılan, halkın yarattıklarını sanatsal yetenekleriyle yeniden yaratmak değil de nedir?.. Ne yazık ki, kültürel altyapısı donanımsız toplumun insanı başkalarının yaptığından beslenmekle yetinince, sanatsal ve düşünsel üretimde gerçek anlamda varlık gösteremiyor. Oysa Afrika’nın kuş uçmaz kervan geçmez bir ucunda bile, müzik, yazın, resim, yontu, teknik gibi alanlarda dünya için gerekli olan her şey vardır. Yeter ki, oralardan da, onu insanlık adına üretecek yetenekte sanatçılar çıksın. Sanat ya da bilim halklar arası imeceyle gelişir. İmececi İspanya’da Cervantes olur, İngiltere’de Shakespeare, Almanya’da Beethoven, İstanbul’da Itri, Konya’da Mevlana, Anadolu’da Yaşar Kemal... O, Sabahattin Ali’nin “Ses” öyküsündeki delikanlıdır, ya da yüreğinde acı fırtınalar kopan bir derviş... Ulusal birikimlerle ulaşılıyor evrenselliğe... Metin And, neden ömrünü Anadolu seyirlik oyunlarını derlemeye verdi, halk gösterilerinin tapınçsal figürlerinde anlam aradı?.. “Anadolu Ateşi”nin, gittiği her ülkede dünya sanatıymış gibi algılanması rastlantı değildir. Batı’yı Batı yapan, insanındaki iyinin iyisine ulaşma çabasıdır. Onu bulmayagörsün, değil on altı, Fazıl Say’ı 1600 dakika da alkışlar... G [email protected] Feryal Özen'in “Şu Anda Buradasınız” sergisindeki resmi (üstte). Aynı sergiden PET 05’in maket çalışması (solda). DENİZ ÜLKÜTEKİN A ntiseri Harp Öztürk, Feryal Özen, Sibel Diker ve Can Üçüncü’nün henüz yeni sayılabilecek ortak bir projesi. İstanbul'un, şehirdeki sanatın ulaştığı yerlerin sınırlarını sorgulamak amacıyla kurulmuş bir oluşum. İlk başta amaçları boş buldukları her yeri sanatla doldurmakmış. Şimdi İstanbul 2010 Kültür Başkenti kapsamında önceden belirlenmiş organizasyonlar yapıyorlar. Kültür başkentinin çeperlerindeki insanları sanatla buluşturmak için sergiler düzenliyor, hemen ardından da atölye çalışmalarıyla bölgedeki çocukları sanatla tanıştırıyorlar. Oluşumdan Feryal Özen hem Antiseri’nin hikâyesini hem de gelecek planlarını anlattı. Oluşum nasıl şekillendi? Sanatın sadece belli bir zümre tarafından ilgilenilen bir şey olması bizi rahatsız ediyordu. Yoldan geçerken de sanat insanların önüne çıkabilmeliydi. Bunun üzerine yaptığımız konuşmalar Antiseri’yi ortaya çıkardı. Fikirlerimizi gerçekleştirmemiz için bir bütçe gerekiyordu. Antiseri’yi proje haline getirip 2010 Ajansı’na önerdik, kabul edildi. Üç sergi ve sonrasında atölyeler yapmaya karar verdik. Proje Taşınabilir Sanat Platformu’na dahil oldu. İlk sergimiz Tuzla'daydı. Adını “Şu Anda Burdasınız” olarak belirledik. On sanatçının işleri vardı. İşler fotoğraf, resim ve video çalışmalarından oluşuyordu. Grup olarak sanatçıları organize ediyorsunuz. Peki, sergilerde kendi işleriniz de var mı? Benim resimlerim var. Sibel Diker de video art yapıyor. Sergiden sonra Kadırga’daki Sanat Üretim Merkezi’nde öğrencilerle fotoğraf atölyesi yaptık. İlk başta teorik bilgi verdik. Bazı sanatçıların fotoğraflarını gösterdik. Sonra Kadırga’da yaşadıkları yerlerde fotoğraf çektirdik. Amacımız bakmak ve görmek arasındaki farkı anlamalarını sağlamaktı. Tüm çalışmalarınız şehir hakkındaki sorgulamalar üzerinden mi gidiyor? Evet bu konu üzerinden gideceğiz. Antiseri ismi nereden çıktı? Günlük hayatta insanların duvarlarına astığı resimler bile seri üretim. Birinin elinden çıkmış özgün bir şey bulmak zor. Sanatla ilgilenmek için artık para gerektiği düşünülüyor ama biz bunun böyle olmadığını göstermek istiyoruz. Başta çıkış amacımız boş bir dükkân ya da apartman boşluğu bulup sergimizi orada düzenlemekti. Zaten sanatla ilgisi olmayan insanlar galeriye girmiyor, belki çekiniyorlar. Ancak sokakta karşılarında olunca ilgilenmeme gibi bir şansları yok. Sergilerde sanatçıları serbest bırakıyoruz. Yine de fikir herkesi etkiledi. Tüm sanatçılar şehir üzerine bir şeyler yaptı. Avrupa Kültür Başkenti seçilen İstanbul’un sanat ortamını nasıl değerlendiriyorsunuz? Olumlu adımlar atılıyor. Tuzla’daki çok az insan buraya gelip bir sergi geziyordur. Ancak onlara sergi götürdüğünüzde kendileri gitmese bile en azından çocuklarını yönlendiriyorlar. 2011’de ne olacak? Biz devam etmek istiyoruz. Tabii bunun için bir bütçe gerekiyor. Sergileri boş alanlarda düzenleme fikrini 2010 kapsamında yürütmek zordu çünkü alanlar önceden belirlenmişti. Bizim proje de biraz değişti. Sergileri Tuzla değil de Taksim çevresinde yapmak, atölyeleri şehrin dışına götürmek istiyorduk. G Başarı için daha çok sözcük 21. yüzyılın okulöncesi eğitimi, “Kariyerin Küçük Adımları” zirvesinde ele alındı... S FİGEN ATALAY özcük bilgisi akademik başarıyı arttırıyor. Dil gelişiminde okulun yanı sıra ailelerin sorumluluğu büyük. Annebabalar, çocuklarıyla birlikte ne kadar çok farklı türden kitap okur ve ne kadar çok geniş kapsamlı konuşurlarsa çocukların dil gelişimi de o oranda artıyor. Eğitim düzeyi düşük, yoksul bir ailede 3 yaşındaki bir çocuk 500 farklı sözcük bilirken, eğitim düzeyi yüksek ve zengin ailenin aynı yaştaki çocuğunun dağarcığında 1200 farklı sözcük bulunuyor. İyi bir okulöncesi eğitim ve aile desteğiyle bu sayı 1. sınıfın başında 6 bine kadar çıkabiliyor. Okulöncesi eğitimin önemini ve geleceğe katkılarını vurgulamak amacıyla gerçekleştirilen Kariyerin Küçük Adımları eğitim platformunun beşincisi, BJK Koleji, Bahçeşehir Kolejleri ve Harvard Üniversitesi işbirliğinde düzenlendi. Erken çocukluk eğitimcilerine farklı bir bakış açısı kazandırmayı hedefleyen platformda bu yıl ele alınan konu başlıkları; “Öğrenme, OkumaYazma Sürecinde Dil Gelişimi, Okul Öncesinde Çok Kültürlü Eğitim ve Düşünme Süreçleri” oldu. Harvard Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nden dilbilimci Prof. Dr. Catherine Snow, sunumunda, sözcük dağarcığının okuduğunu anlamada çok önemli olduğunu vurguladı. Çocuklara, yaşadıkları dünyayı anlayabilmeleri için okulda öğrenecekleri konularla ilgili sözcüklerin öğretilmesi gerektiği, tartışma ortamları ile kelime bilgilerinin artacağını söyleyen Prof. Dr. Snow’a göre, sözcük bilgisinin akademik başarıda büyük önemi var ve yapılan araştırmalar, eğitim seviyesi düşük olan yoksul aile çocuklarının, eğitim seviyesi yüksek zengin aile çocuklarına oranla daha az kelime bilgisine sahip olduklarını ortaya çıkarıyor. DOKUNDUĞUM RENK HER YER “ÖĞRENME ORTAMI” atölye uygulamasını ve bir sesli betimleme film gösterimini içeriyor. Üç farklı etkinlikten oluşan eğitim programına, 613 yaş grubu çocuklar katılıyor. Program, görme engelli 173 çocuk ve 40 genç için düzenleniyor. G Harvard Üniversitesi Eğitim Fakültesi ve “Project Zero” araştırmasının yöneticilerinden Prof. Dr. David Perkins ve Dr. Shari Tisman da yaptıkları sunumda, 21. yüzyılda eğitim vizyonunun “Görülebilir Düşünme” ve “Kavratmak için Öğretmek” olduğuna dikkat çektiler. Anaokulundan itibaren çocuklara düşünmenin öğretilebileceğini belirten Prof. Dr. C M Y B C MY B İ stanbul Modern Sanat Müzesi, görme engelli çocuklara yönelik “Dokunduğum Renk” başlıklı yeni bir eğitim programı başlattı. 11 Temmuz 2010’da sona erecek olan ve sergi salonlarında gerçekleştirilen program, 9 drama çalışmasını, 13 Perkins ve Dr. Tisman, örneğin bir sanat resmi üzerinde çocuklara soru sorarak tartışma ortamı yaratılabileceğini, çocukların birbirlerinin düşüncelerini dinleyerek öğrenebildiklerini ve böylece düşüncenin görülebilir hale geldiğini ifade ettiler. Öğretim üyeleri, “kavratmak için öğretme”nin ise bilgiyi kullanarak düşünmek olduğunu, okulda düşünme rutinleri yaparak düşünmenin alışkanlık haline getirilmesi gerektiğini, 21. yüzyılda sınıfların yanı sıra internet, sosyal ağlar, müzeler, toplum ve işyerlerinin de artık birer öğrenme ortamı olduklarını söylediler. G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle