16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

8 Tarihi yarımadanın korunması için uğraşan Tarihi Merkez Platformu, korumanın ancak ZÜLAL KALKANDELEN 4 NİSAN 2010 / SAYI 1254 “Burası benim mirasımdır” diyenlerin gösterdiği hassasiyetle Duman ve Ayna* 16 Kasım 2009’da, bu köşede Amerika’daki sağlık reformu ile ilgili bir yazım yayımlandı. O yazıda şöyle demiştim: “Amerikan Temsilciler Meclisi’ndeki oylama, tahminimce medyaya Obama’nın büyük başarısı olarak yansıyacak.” Beş ay önce yaptığım bu tahmin aynen çıktı. Neden? Çünkü ana akım medyaya göre, Obama, seçim kampanyasında sağlık reformu yapılacağına dair verdiği sözü tutmuştu. Bu tarihi yasanın Amerika’da kangren haline gelen bir sorunun düzeltilmesi yolunda önemli bir adım olduğu doğrudur. Ancak bunu söylemek, olumsuz yanları görmezden gelmeyi gerektirmez. Gerçekte, Obama halka verdiği asıl sözü yerine getiremedi. Obama seçim kampanyası sırasında, reformda kamu finansmanı seçeneğinin yer alacağını söylemişti. Fakat sonradan tepkiler üzerine geri adım atıp, kendi kampanyasını inkâr etti. Yeni yasa, gerçekte sosyal devletin değil, Michael Moore’un dediği gibi kapitalizmin büyük zaferidir. Çünkü çok sayıda insanın sigorta kapsamına girmesini şart koşsa da temelde sigortanın bireyin kendisi tarafından özel şirketlerden satın alınması şeklindeki kapitalist mantığı koruyor. Amerika’da bu yasayla asıl kazanan sigorta ve ilaç endüstrisinin dev şirketleridir. Bu şirketlerin en büyük isteği, ilaç fiyatlarının belirlenmesinde devletin pazarlık rolünün engellenmesiydi. Bunu başardılar. İkinci istekleriyse, tüketicilerin ilaçları daha ucuza başka ülkelerden, özellikle Kanada’dan almalarının önlenmesiydi. İlaç ithalinin yasaklanmasını sağlayarak bunu da elde ettiler. Çıkarılan yasa hakkında Noam Chomsky şöyle diyor: “Ben Temsilciler Meclisi üyesi olsaydım, yasanın olumsuzluklarına karşın muhtemelen kabul oyu verirdim. Çünkü bu yasanın geçmemesi şeklindeki seçenek, yasanın kendisi kadar kötü. Ne yazık ki gerçek bu.” Kamu finansmanının yasadan çıkarılmış olması, Amerikan demokrasisinin işlemediğini de ortaya koyuyor. Amerikan toplumunun büyük çoğunluğunun desteklediği bir konu, siyaseten destek bulamayınca devre dışı kaldı. *** Amerikan medyasını çok yakından izleyen biri olarak söyleyebilirim ki, böyle bir sonuç alınmasında medyanın büyük sorumluluğu var. Obama’ya başından beri koşulsuz destek veren liberal basın, sağlıkta kamu finansmanı konusunda da Demokratlar’ı hiç zora koşmadı. Bağımsız gazeteci Jeremy Schaill diyor ki: “Bir gazetecinin bir politikacıyı hiç sorgulamadan desteklemesi çok tehlikelidir. Vicdanınızı politikacıya teslim ettiğiniz an, daha iyi bir toplum yaratma çabanızdan vazgeçtiğiniz andır.” Amerika’da sağlık reformu yasasının çıkarılma süreci, kanımca siyaset ve medya konusunda üniversitelerde derinliğine incelenecek bir konudur. Hatta çok iyi bir tez konusu olabilir. Amerikan medyasının sosyal adalet karşısında takındığı tutum, elbette kendisini doğuran sistem içinde ele alınmalı. Kapitalist sistemin yarattığı dev holdinglerin uzantısı olarak var olan ana akım medyanın kapitalist mantıkla bir sorunu yoktur. Ama şu da bir gerçek ki bir toplumu anlamak için sadece ana akım medyaya bakmak yetmez. Türkiye’de de Amerika’yı izleyenler, genellikle sadece The New York Times, The Wall Street Journal, Reuters ya da CNN’e bakıp, haberlerini buna göre oluşturuyor. Bu neye benziyor biliyor musunuz? Bizdeki yeni anayasa paketi ile ilgili gelişmeleri sadece yandaş medyadan izleyen yabancı medyanın “Türkiye demokratikleşiyor” diye manşet atmasına... G * Bu ifade, İngilizce’de kandırmacayla olayları farklı göstermek anlamında kullanılan “Smoke and Mirrors” deyiminin Türkçe’sidir. www.zulalkalkandelen.com / [email protected] olacağına inanıyor. Tarihi yarımadanın evlerin salonu gibi kapalı tutulan bir yer olmaktan çıkıp, kullanılmaya başlandığında korunacağını söylüyorlar. Burası yaşayan müze ŞİRİN GÜVEN yasofya, Sultanahmet ve Süleymaniye Camii, Yerebatan Sarnıcı tarihi yarımadaya müze kimliği kazandıran güzelliklerden sadece birkaçı. Peki bu kadar değerli bir bölge ne kadar korunabiliyor? Tarihi Merkez Platformu bunun için uğraşan sivil bir girişim. Seslerini daha yüksek çıkarmak için öncelikle bölgede yaşayan insanların yaşadıkları yerin farkına varmasına çalışıyorlar. Ve tarihi yarımadayı yaşayan bir müze haline dönüştürmeye. Detaylar platform üyesi ve Armada Otel Yönetim Kurulu Başkanı Kasım Zoto’dan... Önce Tarihi Merkez Platformu’ndan bahsedelim... Eskiden Eminönü diye bir kazamız vardı, biz de Eminönü Platformu diyorduk kendimize ama şimdi maalesef olmadığı için Tarihi Merkez Platformu diyoruz. Tarihi yarımadada yaşayan ve çalışan insanlar olarak tarihi yarımadanın korunmasının gerekli olduğunu düşünüyoruz. Fakat “koruma” da her şey gibi sübjektif bir kavram. Neyi koruyacağız, neyi korumayacağız? Bunun kararını kim verecek? Biz bir taraftan bunları sorgularken diğer taraftan da kapımızın önünü süpürmeye gayret ediyoruz. Gelen yabancı turistler tarihi yarımadayı muhakkak geziyorlar. Bunda bir problem yok. Problem buralı insanların burayı görmemesi, tanımaması ve sevmemesi. Korumak kanunlarla, kurumlarla olmaz. Korumak insanın içinde var olan bir şeydir. Burada yaşayan insanların, “burası benim mirasımdır” diyenlerin bu konuya gösterdiği hassasiyetle olur. Tarihi yarımada kentliye ve Türkiye’ye tanıtılmalı. Eskiden evin salonu ancak misafir geldiğinde açılırdı. Salon kapalı olurdu ve herkes 120 metre karelik bir evin 40 metre karesinde yaşardı. Biz de tarihi yarımadaya ancak yabancı bir misafirimiz gelince gidiyoruz. Burası evimizin salonu yani. Ancak misafirimiz olduğunda “Burası Sultan Ahmet Camii” diyoruz. Ne zaman ki bu salonları kullanmaya başlayacağız, ailemizle gezip bundan heyecan duyacağız, o zaman bir yerlere varacağız. Platform olarak bunun için neler yapıyorsunuz? Bizde tarihi yarımadaya okul otobüsleriyle gelinir, müzenin bir tarafından girilir, diğer tarafından çıkılır. Öğrencilerin başlarında beden eğitimi hocaları vardır çünkü o gün o müsaittir. Hiçbir şey anlatılmaz, programa da “Tarihi yarımada müzeleri gezildi” diye yazılır. Biz bu A Tarihi Merkez Platformu’ndan Kasım Zoto. bölgedeki ilkokulları özel rehberlerle 3 günlük bir program dahilinde gezdiriyoruz. “Ne kadar şanslısınız böyle bir yerde yaşıyorsunuz. Osmanlı, Roma ve Cumhuriyet döneminin önemli merkezi olmuş bir yer burası” diyerek onların farkına varmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Belki Beylikdüzü’ndeki apartmanlarda değil gecekondularda yaşıyorsunuz ama burası müthiş bir yer duygusunu vermeye çalışıyoruz. Para gerektiren işleri platform olarak otellere veriyoruz mesela. O nedenle okul gezilerini Armada Otel olarak biz üstlendik mesela. Başka neler yapıyor platform bilinçlendirmek adına? Tarihi yarımada filmleri yapıyoruz. Bu filmler tarihi yarımadanın promosyonu olan filmler değil, bu yarımadada yürümeyen unsurları gösteren filmler. Her sene bir film yapıyoruz. Hatta geçen yıl filmimiz Nantes’ta “Tarihi merkezlerde turizmin getirmiş olduğu yıpranma nedir? Nasıl önlenir” başlıklı bir etkinliğe çağrıldı. Filmimiz biraz eleştirel oluyor ama amacımız bağcı dövmek değil, kültürel korumanın gerçekleşmesi. Türkiye’de neyin korunacağını otoriteler bilir, o bölgede yaşayanlara “Siz burada yaşıyorsunuz” diye danışılmaz hiç. İnsan nüfusu arındırılır sanki. Oysa burası akşam saat 19.00’da kapanan bir müze değil. Burası yaşayan bir müze. Bu anlamda buralılarla işbirliği içinde olunulmalı. Bir de Murat Belge ile işbirliği içinde tarihi yarımada yürüyüş yolları haritası yaptık. Bunlarla İstanbulluların hafta sonlarında Murat Belge’nin yazdığı temayla tarihi yarımadayı gezmelerini ve “Müthiş bir şey, bunun korunması gerekiyor” demelerini istedik. Hıdırellez Şenlikleri’ni de platform düzenliyor sanırım... Evet. Hıdırellez Şenlikleri diye bir derneğimiz var ama zaten platformla hemen hemen aynı insanlardan oluşuyor. Bu şenlikler kesinlikle korunmalı çünkü bu bizim örf ve adetimiz. Bu coğrafyadan doğmuş kültürel bir etkinlik, bir şenlik. Bunun korunması konusunda kimsenin bir çabası yok ama “bilmem ne taşının” korunması konusunda en ciddi otoriteler ahkam kesebilir. En iyi lokumu elde etmek için ne yapmak gerektiğini korumayı düşünmüyorlar. Mısır Çarşısı’na girince Mudo Outlet’i görüyoruz, oysa oranın yüzyıllarca sürmüş bir amacı var. Kapalı Çarşı’nın bakırcılar bölümünde de tshirt satılıyor. “Burada bakırcılar vardı ne oldu” deyince “Ama tshirt şimdi daha çok kazandırıyor” yanıtını alıyorsunuz. Hayır, bu korunmalı. “Biliyoruz tshirt daha kârlı ama burada tshirt satamazsınız. Bakırcıların kirasını devlet ödeyecek” demeliler çünkü bu kültürümüzün bir parçası. Peki koruma yasalarımız ne durumda? Koruma kanunu ve yasalar var ama bu yasaları kim koyuyor? Dinlemek, yaşayanların da söz sahibi olmasını sağlamak önemli. Bu anlamda sesimizi mümkün olduğu kadar çıkarmaya çalışıyoruz. Koruma prensiplerinin yeniden tartışılması gerekiyor. 19. yüzyılda yabancılara “Taşlar sizin, altınlar bizim” diye kültürümüzü veriyorduk. Öyle bir koruma anlayışımız vardı. 20. yüzyılda müzecilik başladı. Şimdi her 15 yılda bir neyin korunacağı yeniden tartışılmalı. Bugün Yenikapı bulunana kadar İstanbul’un tarihiyle ilgili bilgilerimiz bambaşkaydı. Kazayla metro inşaatı olmasaydı bundan da haberimiz olmayacaktı. Bizim Koruma Kanunu 1973’te yapılmış. Yani 37 yıl önce... Bu 37 yıl içinde bir sürü yeni şey bulundu, pek çok şey değişti. 37 yıl sonra durup bir ara verip geriye neler yaptığımıza bakmalıyız. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle