16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 4 NİSAN 2010 / SAYI 1254 İşimiz gücümüz eğlence İ şi gücü “eğlence ve keyif” olan bir şirket. Sloganlarının, “Ideas to entertain” ve ticari unvanlarının “Fikrikeyif” olması boşa değil. Onlar kim mi? “Nasıl daha fazla eğlenilebilinir” sorusunun peşinde olan Showhow. “Bizim işimiz” diyorlar, “bildiğimiz cumartesi gecesi anlayışından çıkıp, yeni eğlence fikirleri, mekânları ve uygulamaları yaratmak. Buradan hareketle bilgi, birikim ve kaynaklarımızı paylaşarak, herkese farklı deneyimler yaşatmak istiyoruz. Genciz, dinamiğiz, ufkumuz geniş.” Projeleri de bu sözlerini doğruluyor. 2009’a kadar Lokal Anestezi’nin proje ortaklığını yürüttüler. “Bizim” dedikleri ilk projeleri ise, geçen yıl ağustosta santralistanbul ile ortaklaşa düzenlenen “sun.day.sky festivali”. Dünyanın en çok kişiye ulaşan, kısa film festivali “Art By Chance”in de Türkiye partneri, Showhow. Mika Group tarafından Beyoğlu’nda hayata geçirilen “TomTom Sokak” projesine de destek veriyorlar. Amaç basit; Beyoğlu’na yeni bir soluk getirmek. Showhow’un yer aldığı diğer iki proje ise, Twestival 2010 ve her cumartesi Bistro Funfatale’de yapılan “Miller Saturday Afternoon Fever” gündüz partileri. Kuşadası 2010 Altın Güvercin Müzik Yarışması’na iletişim ve tanıtım desteği de veriyorlar. Bunca işin arkasında genç ve enerjik bir ekip var, ama Showhow’un ana kadrosu iki kişiden oluşuyor; Övünç Cireli ve Tolga Dizmen. Artan projeler, aralarına üçüncü bir kişiyi daha katmış, Alev Ertem. Bu kadar eskiden konuşmak yeterli, gelin onları bir de yeni projelerini anlatırken dinleyelim: “Doğum günümüzün ardından 30 Nisan’da Roxy’deki The Pierces konseri ilk büyük eğlencemiz olacak.” Mayısta “Art By Chance”, temmuzda sun.day.sky festivali var. Bunlar kesinleşenler. Onlar hayal kurmaya ve sürekli yeni projeler düşünmeye devam ediyorlar. “Teknoloji ve eğlence birlikteliği üzerine kafa yorduğumuz birçok projemiz var, ileride kesinlikle bu alanda da showhow’ın adının duyulmasını istiyoruz” diyorlar. Onları Facebook, Twitter ve www.showhow.com.tr’den takip edebilirsiniz.G Flamenkonun babası lamenkonun efsanevi gitaristi Paco De Lucia, 10 Nisan Cumartesi akşamı Cemal Reşit Rey’de bir konser vermek üzere İstanbul’da olacak. Geleneksel flamenkoya getirdiği yenilikçi yorumlarıyla tüm dünyada ünlenen ve modern Röportajlar: flamenkonun öncülerinden ŞİRİN kabul edilen Lucia, flamenkoyu GÜVEN farklı müzik türleriyle ustalıkla harmanlıyor. Zaten tam da bu onu eşsiz bir flamenko gitaristi yapıyor ya... Çingeneler arasında müzikle büyüyen Lucia, nota okuyup yazamamasına rağmen flamenkonun gücü ve ateşi sayesinde Carlos Saura’nın Carmen’i, Borau’nun La Sabina’sı gibi filmlere yaptığı müzikler de dahil olmak üzere pek çok önemli besteye imza attı. Çünkü flamenko onun köklerinden geliyor! Flamenkonun efsane gitaristi olarak anılıyorsunuz... Bu benim için çok güzel bir iltifat. Çok uzun yıllar çok emek harcadığım ve sevdiğim bir işin beni bu noktaya taşımasının tadını çıkarıyorum şu sıralar aslında. Geleneksel flamenkonun biraz cesaret gösterip daha modern müzikler arasında kendine bir yer bulabilmesi için çok çaba harcadım. Şimdi bu çabalarımın takdir edilmesi beni mutlu ediyor, ancak ilk dönemlerde hiç anlaşılamamıştım… Flamenkonun ateşi, tutkusu sizi nasıl içine aldı? Fakir bir çocukluğum oldu, ama yaşamım müzikle doluydu ve çok mutluydum. Çingeneler arasında büyüdüm. Bir şekilde flamenko ve müzik tıpkı onlar gibi bana da yaşam enerjisi veriyordu. O kadar uzun yıllar oldu ki, bu tutku nasıl başladı sorusunu kendime soramıyorum bile. Tek bildiğim çocukken bile flamenko müziğinin peşinde olduğumdu. Müzisyen bir aileden geliyorsunuz. O nedenle beş yaşınızda gitar dersleri almaya başladınız, ilk sahneye çıktığınızdaysa 11 yaşınızdaydınız. Bu kadar küçük yaşta işe başlamak size neler kazandırdı? Küçük yaşta başlamak tutkuyla ilgili ama bu işin esas sırrı çok çalışmak. Sabırlı olabilmek ve çok çalışmak gerekiyor. Müzisyen bir ailenin içinde olmak elbette destekleyici ama ne küçük yaşta başlamak ne de müzisyen bir ailenin içinde olmak şart değil bence. Çok küçük yaşta müziğe başlamayan ya da ailesinde hiç müzisyen olmayan çok iyi müzisyenler tanıyorum. Bana kalırsa esas olan sizin müziği çok sevmeniz ve emek harcamanız! Rashit: Karanlık ve umutsuz bir albüm R F Modern flamenkonun öncülerindensiniz. Flamenkoyu başka tarzlarla ustalıkla harmanlayabilen nadir isimlerdensiniz. Bu özelliklerinizle müzik tarihine yön verdiğinizi düşünüyor musunuz? Müzik tarihine yön vermek mi bilemem, ancak benim yaptığım biraz cesaret göstermekti, onu biliyorum. Şimdi tüm dünyada İspanya ile özdeşleşen flamenkoyu yıllar önce İspanya’da radyolarda bile çalmıyorlardı. Arada sırada turistlerin ilgisini çekmek için çalınan, iyi konser salonlarında kendine yer bulamayan bir müzikti flamenko. Flamenkoyu modern müzikler arasına taşıyabilmek için daha önce kullanılmayan enstrümanlar kullanıp, farklı türde müziklerle bir araya getirdim. Bunu yaptığımda da geleneksele ihanet ettiğim düşünülüyordu. Bugün flamenko bu sayede dünya müzikleri arasında çok özel bir yer bulabildi. Şimdi İspanya’da yine bu sayede hak ettiği değeri görüyor diye düşünüyorum. Flamenkonun yanı sıra caz, funk, klasik ve yöresel müzik alanlarında da eser verdiniz. Bunu müziğin evrensel olmasına mı borçlusunuz? Bunun tüm geleneksel müzikler için yapılması gereken bir şey olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir geleneğin yeni nesillere ulaşabilmesi için yeniliklere açık olması gerektiğine inanıyorum. Caz müzisyenleriyle çalışırken onlardan öğrendiklerim beni çok zenginleştirdi. Özellikle doğaçlamayı sahnede onlardan öğrendim ve bu müziğime güç kattı. Sizce İspanyol olmayan biri de bir İspanyol kadar iyi flamenko müzik yapabilir, o ateşi içinde hissedebilir mi? Yoksa bu sizin genlerinizde, içinizde olan bir şey mi? Herhangi bir müzisyenin kökleriyle ilgili müziklere daha yetenekli olabileceğini düşünüyorum ancak iyi bir müzisyen farklı müziklere açık olabilmeli bunu da unutmamak gerekir. Eğer herhangi bir müziğe tutku duyuyorsanız kendinizi o müzikle çok iyi ifade edebilirsiniz demek. Flamenkoyu başka müzik tarzlarıyla harmanlayarak geleneksel flamenkoya getirdiği yenilikçi yorumla ünlenen Paco De Lucia, önümüzdeki cumartesi akşamı İstanbul’da unutulmaz bir konser verecek. Modern flamenkonun öncülerinden sayılan Lucia, Cemal Reşit Rey Sahnesi’nde olacak. Carlos Saura’nın Carmen’i, Borau’nun La Sabina’sı gibi sinema filmlerinin müziklerine imza attınız, ünlü Los Tarantos balesinin kayıtlarını gerçekleştirdiniz. Böyle besteler yaparken nelerden besleniyorsunuz? Bunu tarif etmek çok güç. Ben nota bilmiyorum ama flamenkoyu öyle güçlü hissediyorum ki... Bir film ya da güçlü bir prodüksiyon için müzikler hazırlamak büyük bir sorumluluk. Ama beste yaparken bu sorumluluğu unutup sadece hissettiğiniz gibi çalmak önemli. Şimdi bazı programlar sayesinde teknik olarak işim daha kolay hale geldi. Daha önce beste yaparken defalarca çaldıklarımı kaydedidiyordum. Cadiz Üniversitesi’nin müzikal ve kültürel katkılarınızdan dolayı verdiği fahri doktora size ne hissettirdi? Bu anlamda arkanızda pek çok şey bıraktığınızı hissediyor musunuz? Yaptığım işin takdir edilmesi beni çok mutlu ediyor ama daha önce söylediğim gibi yıllarca anlaşılabilmek için çok çaba sarf ettim. Caz müzisyenleriyle ilk çalışmaya başladığım zamanlarda geleneksel flamenko diye ısrar edenler beni çok acımasızca eleştiriyorlardı. Bu noktaya geldiğimde ödüller almak yıllarımın boşa harcanmadığını gösteriyor bana. Pek çok önemli isimle birbirinden güzel projelere imza attınız bugüne kadar. Kimlerle çalışmak çok keyifliydi? Chick Korea, John McLaughlin, Larry Coryell gibi çok iyi müzisyenlerle çok iyi işler çıkardık. Geçen yıl Wynton Marsalis ile Vitoria Suite’in kayıtlarında beraber çalıştık. Wynton harika bir müzisyen, yıllarca aynı festivallerde sahneye çıktık ve her zaman bir arkadaşlığımız vardı. Nihayet iyi bir işbirliğimiz de oldu. Herhangi bir eser için en unutulmaz olan diyemem ama bestelerimin arasında “Entre dos Aquas”ın çok özel bir yeri var benim için. Flamenkoyla ilgili yeni projeleriniz var mı? Yeni bir albüm çalışması yapıyorum, birçok şarkıyı kaydettik bile. Ama zaman konusunda kendimi sıkıştırmıyorum, çünkü artık 60’larımdayım ve bence artık keyifle hem ailemle zaman geçirmemin hem de konserler vermenin zamanı. Sırada 10 Nisan’da İstanbul’da vereceğim konser var. Bundan üç yıl önce Pasion Turca organizasyonuyla Ankara’ya festivale gitmiştim. Olağanüstüydü, aynı heyecanı İstanbul için de yaşıyorum. Kısaca yeni projem için hiç acelem yok. G ashit, Türkiye’nin ilk yasal punk albümü olarak kabul edilen “Telaşa Mahal Yok”u yayınlayan topluluk. Grup 1993’te kurulsa da ilk albümünü çıkardığı 1999 yılına kadar bir yeraltı grubu olarak müzik yaptı. Onlar şimdi dört yıllık bir aranın ardından bahar aylarında çıkarmayı planladıkları 4. stüdyo albümleri öncesi Dinozor isimli bir mini albümle sevenleriyle buluşuyor. Yine karanlık ve umutsuzlar çünkü dünya kötüye gidiyor. Belki de bu yüzden şarkılarıyla modern toplumda yaşayan insanları sorguluyorlar. Buyurun gruptan Tolga Özbey ile yaptığımız söyleşiye... Bu arada Rashit 10 Nisan akşamı İndigo Alt’ta olacak. Bu albümle müzikseverlere ne söylüyorsunuz? Dinozor dostlarımızla yaptığımız bir mini albüm oldu. 14 Şubat Sevgililer Günü’nde ironik bir yolla tüketim toplumunu protesto etmek öncelikli amacımızdı. Her ne kadar bu sistemin dışına çıkamasak da sıkıntılarımızı dile getirmek istiyoruz. Türkiye’nin ilk yasal punk rock albümünü sizin yayınladığınız kabul ediliyor... Rashit, kurulduğu 1993’ten, “Telaşa Mahal Yok” albümünü yayınladığı 1999 yılına kadar bir yeraltı grubu olarak müziğini icra etti. Çeşitli demo kasetler ve yurtdışında bağımsız bir plak şirketinden bir 45’lik plağımız yayımlanmıştı o dönemde. Türkiye’de henüz bir punk rock albümü basılmamıştı. Burada Kod Müzik’ten Levent Pekel’e sonsuz teşekkür ederiz. “Telaşa Mahal Yok” hem bizim, hem de Türkiye punk rock müziğinin ilk albümü oldu. Teoman ve Küçük İskender’in “Dinozor” albümüne dahil olması nasıl oldu? Teoman ile kaydettiğimiz “Yakın Ölüm Deneyimi” şarkısı zaten yaklaşık dört yıldır rafta bekleyen bir projeydi. Küçük İskender'in şarkısı ise 10 senedir bir tür yılan hikâyesine dönmüştü. Elbette, iki dostumuzun dört yıllık bir aradan sonra Rashit'in mezarından çıkmasına yardım etmesi büyük incelik. “Dinozor” bahar aylarında çıkması planlanan 4. stüdyo albümünüzün bir ön tanıtımı gibi... Çıkacak albümünüzden biraz bahseder misiniz? Rashit’in 4. stüdyo albümü üzerinde yaklaşık 1.5 senedir çalışıyoruz. Bence gerek söz, gerekse müzik olarak şimdiye kadar en çok içimize sinen albümümüz olacak. Fazlasıyla karanlık ve umutsuzluk içerdiğini düşünüyorum. Bu beni mutlu ediyor. Kimseyi kandırmak gibi bir niyetimiz yok, dünya kötüye gidiyor. Biz Rashit olarak bugüne kadar normalin aksine beklentileri değil, hep göz ardı edilenleri işledik. Dünya yapay etkinliklere kendini kaptırmış ve çığrından çıkmış durumda. Çeşitli akıl oyunları ile oyalanan insanlık, simülasyonların konforunu gerçeğin saflığına tercih ediyor. Tembel yanımız, tüm yaşamımızı ve benliğimizi, hislerimizin körelmesi pahasına duyularımızı birbirinden ayıran, yalıtan ve hepsini tek duyuya indirgeyen, böylece hipnotik bir transa geçmemizi sağlayan, bizim de belirsiz bir nedenden dolayı sonsuz güven duyduğumuz bir teknolojiye emanet ediyor. Konforun elektrikli sandalyesine öylesine gömülmüşüz ki, insani hislerimizin körelmesi pahasına bu kayboluşu, bu yitişi kabulleniyoruz. Şarkılarımız modern toplum içinde yaşayan insanların duygularını, aralarındaki ilişkileri, bizlerin de onlardan biri olmamız nedeniyle çok da dışarıdan bakmayan bir gözle sorguluyor. Şarkılarımızda hayatın içinden birçok şeyi bir arada bulmanız mümkün. Yabancı firmalarla pek çok çalışma yaptınız. Türk firmalarla yabancı firmaların müziğe bakışları arasında ne gibi farklılıklar var? Rashit daha kendi ülkesinde albüm yapamazken yurtdışındaki bağımsız plak şirketleriyle albüm yapma şansı elde etmişti. Eskiden Türkiye’de farklı müzik tarzlarına açık olmayan, biraz geçmişinden kopamayan bir müzik piyasası vardı. Türkiye'de bazı müzik tarzlarının altyapısı hiçbir zaman oluşamadı, daha yeni yeni oturuyor. Yani geçmişten gelen bir yaşanmamışlık var, o yüzden plak şirketleri sanırım üzerlerindeki o arabesk dönemden kalma eski alışkanlıkları kolay kolay atamıyor. Zamanında bundan çok para kazanmış olmaları, belki de yeniliklere zor ikna olmalarına neden oluyor. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle