16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

10 Ezgi Genç, ilk sergisi “Çeyizlik Filmler”de en sevdiği filmlerin afişlerini baştan yaratıyor 4 NİSAN 2010 / SAYI 1254 Keçeden oyuncaklar film afişlerine dönüşürse SİNEM DÖNMEZ zgi Genç’le geçen yaz yaptığımız bir röportajla tanıştık. Keçeden diktiği oyuncaklarla harikalar yaratan bu genç kadın, şimdi elinde yine keçeler, film afişleri yapıyor. Ezgi’yle Çeyizlik Filmler adını verdiği ilk sergisini konuştuk. Hem daha önce denenmemiş oluşu, film afişlerine kendi perspektifinden yorumlar katması, üstelik üçboyutlu keçeden afiş fikri baştan insanı cezbediyor. Serginin fikrini Ezgi’den ilk duyduğumda ne kadar şaşırdığımı hatırlıyorum. Genç, annelerimizin Fotoğraf: Uğur Demir E anneannelerimizin günlük uğraşları içinde yer alan keçeyi oyuncaklardan sonra bu kez sanata dönüştürdü. Hem de sadece altı ayda başardı bunu. Sergisinin adını Çeyizlik Filmler koymasının ilk nedeni kendisinin seçtiği filmleri çeyizlik olarak görmesi. “Seçtiğim filmlerin hepsi benim için çeyizlik” diyor, “Yıllarca izleyeyim, çoluğuma çocuğuma izleteyim diye düşündüğüm filmler. Bir de tabii hepsi el yapımı, hepsi tek.” Genç’in aklına bu fikir arkadaşına aldığı DVD’lerin kapaklarının olmamasıyla gelmiş. Oturmuş hediye alığı her DVD için bir kapak yapmış keçeden. En çok da genel olarak film afişlerinin sürekli kendini tekrar etmesinden sıkılmış aslında. Neden da Afiş sergisinin afişi de detaylı olmak zorunda... Sergide Eternal Sunshine of The Spotless Mind, Amelie, Endülüs Köpeği, Finding Nemo, Persepolis, Ben bir Robotum ama Sorun Değil, Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlar, Science of Sleep, Sevmek Zamanı, Totoro, Beyaz Mavi Kırmızı filmlerinin afişleri var. Serginin harika bir de afişi var. En az sergideki afişler kadar üzerinde düşünülmüş, uğraşılmış, detaylandırılmış. Afişi çizen Bengi Gençer “Bir afiş sergisinin afişi elbette önemliydi, bu açıdan Bengi’yle çalışmak benim için inanılmazdı. Orada da çok küçük detaylar var. İlk başta dikkatini çekecek, bakacaksın, minik detaylar yakalayacaksın” diyor. G ha farklı afişler olmasın ki diye düşünmüş sonra. “Sanki” diyor “Bir bilgisayar programı var, başrol oyuncularını, arka fonu, yönetmen ve oyuncuların ismini yazıyorsun o sana bir afiş çıkartıyor. O kadar birbirinin aynısı ki...” O yüzden kendisi yaptığı afişlerde anlatılabilecek farklı şeyleri kullanmış, başrol oyuncularını kullanmamış. “Sadece iki filmde insan kullandım. İnsanlarla çok bağdaştırmamaya çalıştım ama ‘Amelie’ gibi çok karakteristik olunca mecburen kullanılıyor. Geri kalanı tamamen sembolik. Klasik afiş formunda değiller. Bazıları kare, bazıları o filmin yaratığı ya da bulut şeklinde olanı var. Malzemem oynayabileceğim bir malzeme. Eternal Sunshine of The Spotless Mind filmindeki mektubu elimle diktim mesela.” Peki diye soruyorum, film afişleri bu şekilde çok sana özel değil mi, belki ben başka detaylar yakaladım? Genç'in yanıtı hazır: “İlla ki kendimden bir şey katmak zorundayım yoksa zanaat olur yaptığım şey. Sanatçıların algısının geniş olması lazım, bakmayı daha doğrusu görmeyi öğrenmesi lazım. Diğer türlüsü kolaya kaçmak olur.” Sergide, Persepolis'in afişiyle oynamak, Finding Nemo'nun afişinde Nemo'yu bulmak gerekiyor. “Filmlerle benim aramdaki ilişki de detaylardan besleniyor. Küçük oyunlar var o yüzden sergide de. Ben detaylara, küçük şeylere çok önem veriyorum ve onların benim hayatımda büyük bir yer kapladığına inanıyorum. O zaman da yaptığım işe illa ki sürprizler küçük oyunlar koymak zorundaydım” diye anlatıyor. Bu ilk sergisi olmasına karşın merak edip ikinci sergin de yine afişlerle ilgili mi olacak diyorum, “Hayır” diyor, “Aynı şeyi yapmayacağım tabii ki, yaparsam zanaat olur. Kafam çalışıyor, gözüm görüyor yeni bir şey bulmak daha keyifli. Belki filmlerle ilgili yönetmenlerle, prodüktörlerle konuşup galası için bir tane keçeden afiş hazırlamak olabilir ama sanayileşsin istemiyorum.” Genç, el emeği göz nuru diye andığımız kavramın bu sergiyle değişmesini çok istiyor. “Aklımıza hep anneannelerimiz gelir ama bunlar da el emeği göz nuru. Hepsi elde dikildi, dikiş makinesi bile yok. Bu sergiyle el emeği göz nuru etiketi değişse ne güzel olur” diyor. Genç, el emeği göz nuru işlerine devam edecek. Tek sıkıntısı bu işlere yurtdışında daha çok değer verilmesi. “İşin komiği yurtdışında el emeğine daha fazla değer veriliyor. O kadar yaratıcı şeyler yapıyorlar ki yurtdışında bunlarla. Ucu bucağı yok. Yetenek dediğin zaten el becerisi değil bence. El becerisi iyi çalışmayla gelişecek bir şey. Ama algın ne kadar genişse o kadar yeteneklisin. Yetenek algı demek, ne kadar, ne görebildiğin demek.” Sergi 18 Nisan’a kadar Milk Gallery’de. G Meraklısına: Genç, oyuncak yapmaya da devam edecek sergiden sonra. Ama esas istediği bir atölyenin işlemesi, içinde workshoplar, mağaza olan, isteyenin gelip çalışabileceği bir mekân. Genç'in kafasında bir film ya da klip dekoru yapmak da var. Ki bu konuda da tecrübeli. Babası Tan Cemal Genç’in Pinhani’nin Zaman Beklemez şarkısına çektiği stop motion klipte bir at ve karakterlerin giysilerini dikmişti Ezgi. G sinemdö[email protected] Biçimlendirmeye karşı görsel uyarıcı DENİZ ÜLKÜTEKİN Burhan Kum’un Format Teorisi sergisi biçimlendirmeye karşı bir saldırı, üzerine oturduğu şablonları fark edemeyecek kadar içselleştirmiş izleyici için bir uyarıcı. madığımız, oto sansür yoluyla içselleştirdiğimiz ve kendimize biçilen rolü üstlendiğimiz şablonlar. Resimlerde eksiltme tekniği dikkat çekiyor. Orada noktalardan çok dışında kalan alanlar önemli. Yaptığım çiftli çalışmalarda bunu çok net ortaya koydum. Noktalama var ama bilgi bunun dışında kalan alanlarda. İkisi birbirinin negatifi. Aslında ikisi de aynı resim. Topluma sunu “Pornografiüzerineahkâmkesmeknekadardakolaydıreğerentelektüelçevrelerehitapediyorsanızdahadakolaydırpornonunkadınsömürüsünedayananteşhircilikolduğundanfetişniteliğindenuyandırdığıhazzıdoyurmayamuktedirolmadığındanizleyicisinekimliksizparçalaraayrılmışbedenlersunduğundanyadaerkekegemencinselliğinyenidenüretilmesinehizmetettiğindenfalanfilandemvurursunuzolurbiternasılolsabutezlerinizyüksektoplumsalahlaktarafındankolaylıklakabulgörecektirnevarkibütünbukelimedağarcığıinsanlarıncinselgüdülerinidenetimaltınaalmakkonusundapekdebiranlamifadeetmez.” Burada duralım! Yukarıdaki paragraf Burhan Kum’un Format Teorisi Sergisi’nin “devamı” dediği kitabından bir alıntı. Format Teorisi’nde hem teknik hem düşünsel uyarıcılar izleyiciyi biçimlendirmeye karşı algısını zorlamaya çağırıyor. Bunun için de hem resmi hem de yazıyı kullanılıyor. Sergi 16 Nisan’a kadar Galeri Xist’te görülebilir. Serginizi “Format Teorisi” üzerine şekillendirdiniz. Formatlamak biliyorsun biçimlendirmek. Bu, bütün ideolojilerin toplumu kendi çıkarları doğrultusunda nasıl biçimlendirdiği üzerinedir. Meselem de görsel ideolojinin reklamlar, filmler, resim aracılığıyla buna nasıl hizmet ettiği ve rol oynadığı. Bir sav öne sürüyorum. Biçimlendirilmiş alanlar üzerinden resimler üreterek resimlerin insanların görsel düşünce hacmini nasıl sınırladığını, insanların nasıl tepki gösterdiğini ve bize sunulan enformasyonun ne kadarının gerçekliği yansıttığı üzerine bir sergi. Ortaya çıkan davranış biçiminin sanatta da bir yansıması var. Sanatta en önemli sorun, topluma enformasyon sunan sanatçıların biçimlendirilmiş olması. Son yıllarda sermayenin sanat piyasasını ele geçirerek biçtikleri rolü de göz önüne alırsak sanatçıların kendilerine sorması gereken bir soru var; acaba biz görsel düşünceyi oluşturuyor muyuz yoksa bizden beklenen görsel düşünceye hizmet mi ediyoruz? Bunun resimler üzerinden anlatımı nasıl gerçekleşti? Resimler görüldüğü gibi bazı şablonlar üzerinde üretildi. Bunlar bize başkaları tarafından dayatılan fakat farkında ol Fotoğraf: Vedat Arık lan bilginin ne kadarının dışarıda tutulduğunu sorguluyor. Görsel enformasyonun neyi dışladığı pek de üzerine düşünülen bir konu değil. İnsanlar için algılaması zor oluyor belki. İnsanları öyle küçümsemiyorum. Üzerine düşündükleri zaman algılamayacakları bir şey değil. Konu üzerine uyarıldıkları zaman “hiç bu açıdan ele almamıştım” diyenleri çok gördüm. Onun için makalelerin işlevi resimleri anlatmak değil. Makaleler resmin oluşma sürecinde etki eden toplumsal dinamikleri çözümlüyor. Bu da resmin toplumla kurduğu bağlantı. O yüzden kitabı çok önemsiyorum. İnsanların belli bir alana sıkışmış olması zamanla günlük hayatta kafa yorulan bir konu haline geldi. Kesinlikle. Ben de okuduğum kitaplardan, makalelerden, konuştuğum insanlardan edindiğim bilgilerle böyle bir önerme sunuyorum. Mimaride de bu böyledir. Biz de ressamlar olarak kendimize çizilmiş alanlar içinde boyuyoruz. Peki, sanatçı bu biçimlendirmeden ne kadar kaçabilir? Kaçması o kadar zor değil. En azından bu biçimlendirmeye bir direniş gösterebilir. İlla bir sergide olmak değil, bazen bir serginin dışında kalmak da eylemdir. Başkalarının düşüncelerini kopya etmek yerine kendi düşüncesini oluşturarak varolan akımın dışında kalabilir. Sanat alanında bu anlamda bir eksiklik olduğunu söyleyebilir miyiz? 2. Dünya Savaşı’ndan sonra sanat üzerindeki denetimin arttığını biliyoruz. Sanatçılar için bir küratörün yazısı kendi düşüncelerinden daha önemli hale geldi. Kendileri hakkında konuşsunlar diye bu insanlarla ikili ilişkiler içine girdiler ve sonunda tüm söylenenlere inanmaya başladılar. Ben kendi kataloğuma kendim yazmak istiyorum. Bazı teklifler geldi “istiyorsan yazarım” diye. Ya bir romancı kendi romanının birkaç sayfasını başkasına yazdırır mı? G Kundura sergisi C M Y B C MY B eynep Duygulu’nun “Kundura” isimli sergisi Nişantaşı City’s’te sergilenmeye başladı. Ancak bu sergi bildiğimiz sergilerden biraz farklı. Çünkü bu kez sergilenen eserler, resim ya da fotoğraf değil. Kimi zaman kıyafetin tamamlayıcı bir unsuru, kimi zamansa statü göstergesi olan ayakkabılar... 20 Nisan Salı akşamına kadar gösterilecek ayakkabıları tasarımcı Duygulu “giyilebilir heykeller” olarak adlandırıyor. Yani her birbirinden oldukça farklı ve bir heykel gibi benzersiz. Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Heykel Bölümü mezunu Duygulu, Beymen'in moda departmanında staj yapmış. Ardından 2005 yılında Beymen için aksesuvarlar tasarlamış. New York'ta yaşadığı sekiz ayın ardından Nişantaşı'nda bir butikte bir süre ayakkabıları satılmış. Duygulu'nun tasarladığı Z ayakkabıların her birinin kendine has küçük esprileri var. Tasarımlarında sıklıkla kurdele ve fırfır gibi ince detaylarla renk veriyor. Ayrıca tasarladığı ayakkabıların renkleri de onun için çok önemli. Özel tasarım anlayışıyla yola çıkan Duygulu’nun City’s’teki sergisinde 12 model yer alıyor. Duygulu’nun renkli ve farklı dünyasının yansıması olan koleksiyonu her gün saat 22.00’ye kadar görülebilecek. Sergi, birini tanımlamak için de kullanılan ayakkabıların, yakıştırılan kalıplar dışında, istenilen kimliğe bürünülmesini sağladığını da hatırlatıyor. Sergideki tasarım ayakkabıların ortak özellikleri, klasik ve anonim modellerin yorumlanmış ve kişiselleştirilmiş hallerinin olması. Birbirinden değişik ve çok renkli özel tasarımları kaçırmayın! G Yetenek algı demek
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle