16 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 4 NİSAN 2010 / SAYI 1254 Yalnızlık biraz da politiktir epiniz kendinize “acaba yalnız mıyım” diye sorun. Bazılarınız net bir şekilde “evet” ya da “hayır” diyecek. Diğerleri “değilim ama” ya da “yalnızım ama” diye başlayan cümlelerle uzun bir hikâyenin içinde kaybolacaktır. Yalnızlık yaşaması da, düşünmesi de, konuşması da DENİZ yazması da fazlasıyla zorlu bir ÜLKÜTEKİN konu. Müjde Birder bunların hepsini yaşayan bir isim. Kısa süre önce “Yalnızlık Öyküleri” isimli bir kitap derlemiş. Konu olarak yalnızlığı seçmesi tesadüf değil. “Tam 11 yıl önce 35 yıllık evliliğimi bitirdim” diyerek söze başlıyor. Sonrasında tam anlamıyla bir bunalım yaşamış. “Kimi zaman çekiçle oturduğum koltuğu parçalamak istedim.” Oysa evliliği uzun süre sorunsuz ilerlemiş. Kocasını “mükemmel bir baba ve çapkınlığı dışında çok iyi bir eş” olarak tanımlıyor. Fakat yalnızlığı da bu yıllarda başlamış. “Çok baskıcı bir kocam vardı. Yer hostesi olmak istiyordum, ‘asla olmaz, boşanırım’ dedi. Ekonomik özgürlüğü olmadığında insan korkuyor. Üstelik çocuklar vardı. Düzeni bozmak istemedim.” Düzeni bozan kocası olmuş. Birder, boşanmaya karar verdiğinde zaten eşinin hayatında başka biri olduğunu gizlemiyor. Sonrasında her şeye yeniden başlaması gerekmiş. Kurtuluşuysa üretimde bulmuş. “Yalnızlıktan da güzel şeyler çıkıyor bu gerçek, kaos ve karanlık üretimle güzel bir şeye dönüşebiliyor. Bu kadar acı çekmeden bir çıkış noktası bulamıyorsunuz. Benle aynı şeyleri yaşayan birçok arkadaşım var ve hepsi depresyonda. Hiçbir şeyden mutlu olamıyorlar.” Çocuklar evlilikte ortaya çıkan en büyük değerse yalnızlığa da ilaç olmaları beklenir öyle değil mi? Ne yazık ki hayat H Birder’e ve çocuklarına bu şansı vermemiş. “Tam çocuklar büyümüş, artık biraz rahat edeceğiz, boşanmaya karar verdik. Kızım o dönem eğitim için yurtdışına gidecekti. ‘Anne seni bırakıp nasıl giderim’ dedi. Fakat ben gitmesini istedim çünkü onun için büyük bir fırsattı.” Yalnızlık her yerde ve şartta aynı mıdır? Birder kendi açısından yanıt veriyor. Ona göre İstanbul’da insan kendisini kaybolmuş hissediyor. O da bunları göz önüne alarak Ege’de küçük bir kasabaya yerleşmeye karar vermiş. Hayal kırıklığıyla sekteye uğramış bir hayatın kalan kısmını daha sakin, gözden uzak bir çevrede geçirmek için alınmış bir karar değil. Birder’in hâlâ umutları ve hayalleri var. “Farklı bir yere gidip farklı insanlar tanıyacağım. Bence paylaşımın en güzeli karşı cinsle olanı. Herkes bunu açıkça söyleyemez ama yeni bir hayat arkadaşı bulacağıma inanıyorum. Eminim ki oralar bana çok iyi gelecek.” Travma, depresyon, bunalım; yalnızlık çoğunluk için aşılması gereken bir süreç. O denli de kişisel. Oysa yalnızlığı tercih edenler de var, yalnızlığın sistemin dayattığı tepkisiz insan olmadaki rolü de. Düzene çomak sokan insanın da göze alması bahsettiğimiz yalnız doğup yalnız ölme meselesi var ya, acaba yalnızlıkla ilgili kader olarak algıladığımız şeyler sistemin bize dayatması olabilir mi? “Zaten kapitalizm insanları yalnızlaşmaya itti. Fakirler gettolara hapsedildi. İnsanlar Katolik, Protestan, Alevi, Sünni, Türk, Kürt diye binlerce küçük gruba bölündü.” Arslan yalnızlığın sistemleşmiş halini böyle anlatıyor. Peki 68 sonrasında Batı’dan Doğu’ya yayılan bireyselleşme akımı yalnızlığın cilalanmış hali mi? “Türkiye’de de darbeyle birlikte başlayan süreç bu. Köşe dönmecilik ve bencillik kültürü içinde büyüyen insanların olumlu anlamda bir yalnızlığı olamaz.” Toplumu buna iten mekanizmaların eline geçense... “Yalnızlık örgütlenmemeyi, dayanışmamayı gerektirir. Karşı koyacak bir mekanizmanın ve paylaşımın olmadığı bir alan da sistemin işine gelir.” Tüm bunları bir araya getirdiğimizde ortaya bir gerçek daha çıkıyor. Yalnızlığın zıddı olarak görülen sosyal alanlar aslında yalnızlığı bizzat içinde barındıran hapishaneler. Kendinden bir şey katmadan yaratılmış ortamla bir bağ geliştirmek de günümüz toplumuna mahsus bir zaaf. Arslan bu tip popüler sosyalleşme mekânlarının toplumsal rehabilitasyon merkezleri olarak YENİ YALNIZLIK MODELİ “Çooook yalnızız” diye başlayan konuşmalar Rafet Arslan’a İzmir’deki günlerinden miras. “İşin ontolojisi, herkes anne karnından çıkınca yalnız kalıyor. Birçok insan gelip gidiyor. Aile, akraba, arkadaşlarımız, sevdiklerimiz, yattıklarımız. Ancak sonunda yalnız öleceğiz.” İlginç bulmadınız mı? Belki de acı bir gerçek olduğu içindir. Oysa Arslan’a göre bu klişe bir çelişki de barındırıyor. “Evrenin parçası olarak doğuyoruz, sonunda yine sonsuzlukla bir oluyoruz.” Kendininkini kalabalık bir yalnızlık yaşamak olarak adlandırıyor da, karşıdakinin yalnızlığı? “Birkaç insanı fark edebiliyorum. Mesela yalnızları ve delileri. Birbirlerine benziyorlar. İnsanların yüzüne çöken bir ifade ya da ifadesizlik var. Bir yandan da iletişim için can atan bir ruh halleri var. Tabii yalnızlığı tercih edenler bu söylediklerimin tamamen dışında.” Yalnızlığı tercih edenler; etmeyenler için inanması zor ama bunu tercih edenler var. Arslan bu tercihi fazlasıyla cüretkâr buluyor ama asıl işi yazı üzerine olduğu için bu tip zamanlarla haşır neşir. Dış dünyayla sınır çekmek bir zorunluluk haline geliyor. Dışardan gözlemleriyse “çok hastalıklı yoğun yaşanan bir süreç, bir anlamda savaş. Bazen deniyorum ama sonra kolektif işlere dönüyorum” şeklinde. Bizi sosyalliğe yönelten belki de her şeyin bu kez daha güzel olacağına yönelik umutlarımız. Yalnızlığına çekilmiş insanlar hayal kırıklığı yaşamış olabilirler ama bu bir tercih sebebiyse mutsuz olduklarını söyleyemeyiz. Yalnızlığı kişisellikten uzaklaştıran bir etken varsa o da toplumsal normlara uymamaktır. Yalnız adamın toplum içindeki hikâyesi orta çağda tımarhaneye kapatılarak başlar, aydınlanmayla birlikte modern topluma geçişte yeni bir adı vardır; suçlu. Politik bilincin gelişmesi yalnız adama yalnızlığını doyasıya yaşayabileceği yerlere sürgün edilme imkânı verir. Günümüzde bu kavramlar hâlâ popüler. Artık yeni yöntemler de var. Hani şu deminden beri Müjde Birder. Fotoğraflar: Uğur Demir gereken bedel yine yalnızlık... Rafet Arslan. Fotoğraf: Vedat Arık gösterilmesinin gerçeğin bir yanılsaması olduğunu düşünüyor. Gözlemlerinin Arslan’ı sosyal alanlarda nasıl bir ruh haline soktuğunu merak ediyorum. “Aidiyetlerden uzak durmaya çalışıyorum. Markalar bile bu özdeşleştirmeyi kullanıyorlar. İnsanları giydikleri ayakkabı ya da dinledikleri müzikle kendilerini ifade eder hale getirmeye çalışıyorlar. Yaşadığımız toplumsal şizofrenin farkındalar ve bunu paraya çeviriyorlar.” Konu buraya geldikten sonra sormamak olmazdı. “Peki, ne yapmak lazım?” Cevap beklemediğim kadar net; “Yeni bir yalnızlık teorisi üretmek lazım. O da kendi yalnızlığımızın farkında olup deneyim üzerinden üretim ve ifade araçları bulmak ve yeni bir kolektivite yaratmak.” G ŞİYMA AKSEKİLİ (53) Benim ki şeklen yalnızlık Yalnızlıkla ilgili hikâyeniz nedir? Bankacılıktan 36 yaşımda emekli oldum. 16 yaşımda işe başlamıştım. Çok mutsuz bir evliliğin içinde doğdum. Annem babam kendi arzuları dışında, aile büyüklerinin uygun görmesiyle evlenmişlerdi. Onların mutsuz ilişkilerini görmem beni çok etkiledi. Çünkü bir çocuk hayatta ilk erkek modeli olarak babasını görür. Ancak annem çok tahammüllü bir kadındı. Biz iki kız kardeş isyan ettik “bu adama tahammül etmeyeceğiz” diye. Babam maddi açıdan onu tercih edeceğimizi düşündü ama biz annemin yanında olduk. İş hayatına ilk girdiğimde Türkiye’de sağ sol çatışmasının en yoğun olduğu dönemdi ve beni zengin çocuğuyum diye dışladılar. Garanti Bankası Küçükpazar Şubesi’ndeydim. Gariban bir muhitti. Maaşım 420 liraydı ayağımda 650 liralık ayakkabı vardı. Fakat babam bir karar almıştı, “Ya evleniyorsun ya da çalışıyorsun, artık seni finanse etmek istemiyorum.” Üniformayla çalışıyorduk, akşam kıyafetlerimi giymeye gittiğimde ayakkabılarımı dahil yırtılmış buluyordum. Ancak ben sendikacı oldum, grev önlüğü giyip ilk banka grevinde saatlerce nöbet tuttum. Bu kadar faal bir insanken nasıl bir yalnızlık öyküsüne konu oldunuz? Bu evde 1992’den beri yalnız oturuyorum. Hayatın erkeklere ve kadınlara dayattığı roller var, annelik babalık gibi. Ben o rolleri hiç oynamak istemedim. 53 yaşındayım, hiç doğurmak zorunda hissetmedim. Yalnızlığımın sebebini söyleyeyim, benim öyle sosyal bir yaşantım vardı ki sabahlara kadar dışarlardaydım. Annem artık dayanamadı ve “sen ayrı otur” dedi. İki farklı yaşam tarzı aynı evde olmuyormuş. Annem ayırdı evi ama her zaman destekçim oldu. Sadece iki yıl annemin hastalığı ve vefatıyla neticelenen süreçte evimi kapattım anneme gittim. Esas onun ölümünden beri yalnızım. Hiç evlenmeyi düşündünüz mü? 25 yaşıma kadar düşünüyordum. Anne olmak istiyordum ama bir yıldırım aşkına tutuldum. Âşık olduğum adam Ermeniydi ben de Osmanlı Bankası Kurtuluş şubesindeyken müşterilerimize kendi dilleriyle hitap etmek istediğimden Ermenice öğrenmiştim. İlk gördüğümde yanına gidip “aramıza hoş geldin” dedim. Hayatımda ilk kez bir insanla senli benli C M Y B C MY B konuşuyordum. Dini inancı yoktu ama mililyetçi ve ırkçıydı. Bense bu tip engellerin aşkın karşısında durabileceğine inanmıyordum ama bir yere varamadım. Onun etrafında altı yıl dolaştım, kimseye gösteremeyeceğim cüretkârlıkları gösterdim ama hep platonik düzeyde kaldı. Ancak ben insanları kadın erkek diye ayırmadan sarılıp öpmeyi çok severim. Böyle şeyler görünce suratını beş karış asardı, haftalarca benle konuşmazdı. Bir şekilde belki sevdi o da. Fakat bu azınlık toplumunun içine o derece girdim ki evlilik konusunda ne denli katı olduklarını biliyorum. Peki, bunlar hakkında konuşma şansınız oldu mu? Hayır. Bir tek altıncı yılda cesaretimi toplayıp kendisine “Durumumuz ne olacak” dedim. “Sen çok büyütüyorsun, bizim aramızda hiçbir şey yok, olamaz da” dedi. Fransız Konsolosluğu’nun kantinindeydik, Fransızca dersi alıyordum. Kırılma noktasına o gün geldim. Elini tutup “Bugüne kadar seni rahatsız ettiysem, kendime söz geçiremediğim için, bundan sonra emin ol rahatsız etmeyeceğim” dedim. Elimi bırakmak istemedi, zorla çektim. Döndüm gittim. Koç burcunun özelliği sinirlendiğinde anında reaksiyon vermesidir. Ancak ağlatmayın, pırlantayı verseniz affetmez. İlişkiniz bittikten sonra neler yaşadınız? Çok kırıldım tabii. Çünkü sevmeyi çok seven bir insanım. Dostlarımın tanıştırdığı biriyle sırf kendimi cezalandırmak için nişanlandım. Onu da bıraktım, benle asla denk biri değildi. Evdeki yalnızlığınızı tarif edebilir misniz? Çok güzel bir şey. Anneme çok bozulmuştum. Fakat ayrı oturunca beraber yaşamanın paylaşım gerektirdiğini anladım. Bulaşık nadiren, yemek canım istediğinde, temizlik nefret ederim. Kapıyı açıp anahtarı üzerinde unutuyordum. Şimdi pencerenin önünde ayrı, kapıda ayrı demir. Başka türlü güvende olmadığımı anlıyorum. G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle