Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
8 SUNAY AKIN 3 OCAK 2010 / SAYI 1241 Nezle adamlar! A tlatamadım gitti şu nezleyi... Dolmuş kuyruğunda, iki şemsiyeli arasında ıslandığım günden beri cebimde kâğıt mendillerle geziyorum. O gün şemsiye üzerine bir yazıyı kaleme alacağıma kendi kendime söz vermiştim. Ama işin içinde bir de nezleyi yazmak varmış!.. Eh, karıştıralım bakalım şiir kitaplarını, nezle olan şairler kimlermiş: Ben burda kasvetli bir yerde olurum Sen orda rüzgârlı bir yerde olursun Ben burda öksürür nezle olurum Sen orda öksürür nezle olursun Mendilini burnuna ilk getiren şair sevgili A. Kadir’den başkası değildir. A. Kadir’in dizelerini okuduktan sonra burnumu çekerken çıkardığım seste bir aşk melodisi arar oldum! Maurice Chevalier, tecrübenin fazla bir değeri olmadığına inanırdı. Chevalier’e göre eğer tecrübe diye bir şey olsaydı bir daha nezle olmamamız gerekirdi!.. Nezle ile tecrübenin karşılaştırılmasının ne denli sağlıklı olduğuna varın siz karar verin. Burnumu kızartan ve contası bozuk bir musluk durumuna koyan nezleye Orhon Murat Arıburnu’nda da rastlıyoruz. Ama, Arıburnu’nun şiirinde burnu akan Mustafa çocukluk günlerimizdeki İstanbul’a getirir bizleri: Gani gönüllü Mustafa Bol verir, herkes sever Lakin Macuun!.. diye bağırırken sesi sevilmez Nezledir!.. Rengârenk, Can Yücel’in deyişiyle “Rengâhenk” tablasının arkasında “Macuun” diye bağıran seyyar satıcıların sesleri elbette kırıktır. Nezle olsalar bile çocukların cep harçlıklarını toparlayıp, akşam sofrasına ekmek taşıma kavgasındaki nice insan adımlar durur İstanbul sokaklarını... Arıburnu’nun şiirinden sonra Oktay Rifat’ın “Nezle” adlı şiirini okuyunca yarım olan keyfim de terk etti beni sıcak odamda: Bardaktan boşanan yağmurun altında kablo çekiyor amele bizimse odamız sıcak çay ibriği kaynıyor bir derdimiz var: Nezle! Pencereden dışarıya baktığımda doğalgaz çalışmaları için sokağımızı toplu mezarlık çukuruna dönüştüren işçileri gördüm. Yağmur, Oktay Rifat’ın şiirindeki gibi bardaktan boşanırcasına yağmıyordu ama epeyce soğuktu hava... Oktay Rifat’ın oturduğu evin birkaç apartman yakınında olan odamda tek derdim nezle değildi. Tıpkı, Oktay Rifat’ın da olmadığı gibi!.. Ne demişti Can Yücel, Oktay Rifat’ın ardından: “Sosyalizmin göreceği gelecek seni.” Sokakta bir de “nezleadam” gördüm. Onunla göz göze gelmemek için içeriye kaçtım hemencecik. Kim midir nezleadam?.. Nâzım Hikmet’ten öğreniyoruz: “Nezleye benzeyen nezleadam’lar vardır. Nezleadam size yapacağı kötülüğü önceden bildirmeyecek, anlatmayacak kadar güçsüzdür, boysuz possuzdur. Ancak onun bütün gücü, bütün boyu posu buradadır. Nezle nasıl bir öksürükle, bir el sıkmasıyla yakanıza yapışırsa, nezleadam da bir iki söz, ufacık bir yalanla yakanıza yapışır ve yapıştı mı bir, onun yumuşak, ıslak ellerinden kolay kolay kurtulamazsınız. Ne nezle olun, ne nezleadam’larla arkadaş...” 1810 yılının 3 Mayıs gününe doğru hapşırırsak, Çanakkale Boğazı’nın Avrupa kıyısında elbiselerini çıkaran iki arkadaş görürüz. Mayolarıyla ısınma hareketleri yapan iki arkadaştan biri Teğmen Ekenhad’dır. Öbürü ise bir ayağı topallayan, İngilizlerin ünlü şairi Lord Byron’dur. Christofer Marlowe’un anlattığı Hero ile Leander efsanesinden etkilenen şair denize atlayınca muradına erer: Akıntıya yenik düşmeden kulaç atacak ve efsaneyi yaşayacaktır!.. Efsaneye göre Helespond’da (Çanakkale) Sestos yakasındaki Venüs rahibelerinden biri olan Hero’ya Abydos’lu Leander âşık olur... Ve her gece Boğaz’ın sularında yüzerek sevgilisiyle buluşur. Bu arada, Sestos’un Çanakkale Boğazı’nın Avrupa kıyısı, Abydos’un ise Asya kıyısı olduğunu belirtelim. Genç Leander’a bulunduğu yeri göstermek için elinde bir fener tutar Hero... Ama fırtınalı bir gecede rüzgâr Hero’nun elindeki feneri söndürür. Azgın dalgalar arasında boğuşan Leander’ın yenik düşen bedeni cansız bir şekilde Hero’nun ayaklarına serilir!.. Lord Byron, teğmen arkadaşıyla birlikte Çanakkale Boğazı’nda dalgalarla boğuşurken efsanenin ters yönüne doğru yüzdüğünü biliyordu. Karşı kıyıya ulaşan şair “Sestos’dan Abydos’a Yüzdükten Sonra Yazılmıştır” şiiriyle, yaşadığı bu olayı ölümsüz kılar. Şiirin son dizesi şöyledir: “Leander boğuldu, beni ise nezle illeti hapşırtır...” Eriyen kar sularının karıştığı bir mevsimde yüzen Lord Byron, Leander’ı yutan dalgaları yenmiş ama tedavisi günümüzde bile bilinmeyen nezleye yakalanmıştır. Hero ile Leander efsanesinin Kız Kulesi’nde yaşandığını söylemek ve filmini çekmek bilgisizlikten başka bir şey değildir. En fazla iki yüz metre olan SalacakKız Kulesi arasında Leander’ın boğulduğunu düşünmek bir yana, Hero’nun böylesi kısa bir mesafe için fener tutmasına ne demeli?.. Bu yanılgıda boğulanların sayısı ne yazık ki, oldukça fazladır. Adını üzüm sepetinden çıkan yılan efsanesinden ya da, adacığına Damalis’in gömülü olmasından alan Kız Kulesi’nin adının “Leander Kulesi” olarak bilinmesi kültür yozlaşmasından başka bir şey değildir... Ve böylesi kültür bilmezlik sonucunda da Kız Kulesi, Kültür Bakanlığı’nın gözleri önünde Turizm Bakanlığı tarafından göz göre göre “kafeterya ve satış merkezi” yapılmak şartıyla özelleştirilmiştir! Şiir Cumhuriyeti’nin de, ne anlama geldiğini kavrayamayan hapşırık sesi gibi yazı yazanlar zamanın dalgaları arasında boğulup gitmişlerdir. G (Dipnot: Eee, kimsecikler kusura bakmasın. Söylenen onca laftan sonra nezleadamlarla “dalga” geçmek benim hakkım. Hapşuuu!.. Atlatamadım gitti şu nezleyi!) Pazar Çizer..... yazar çizer: Zafer Temoçin (zafertemocin@gmail.com) C M Y B C MY B