Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 PAZAR YAZILARI 3 OCAK 2010 / SAYI 1241 Turan “Kosmos”ta. İzne çıkan ölüler ADNAN BİNYAZAR utkay Aziz, yönetmen Zeki Ökten’in tabutu başında “Biz, yaşamda izne çıkmış ölüleriz,” diyor. Hüzünlendirici, yürek sarsıcı bir söz... Dün söyleştiği dostunun ertesi gün yokluğunu yaşayan, dengesi bozuk ölümdirim sarkacı gibi nerde duracağını bilmez, bir o yana bir bu yana gider gelir. Sarkacın ölüm ucunda söylenen bu söz içime işledi, dirim ucunda da ben katılıp kaldım. Derinlere dalarak, Dede Korkut’un, eski yiğitlerin yaşadığı erdemli olayları anlattıktan sonra vardığı şu ağıtsı soruyu gün boyu dilimden düşürmedim: “Hani, dediğim o bey erenler?..” Rutkay Aziz’in sözü beni “Ölümün Gölgesi Yok” adlı romanımı yazdığım günlere götürdü. Böyle bir ada ulaşıncaya değin belleğimden ne sarsıcı sözler gelip geçmişti... Sonunda, romanın adını oluşturan sözcükleri Shakespeare’in Macbeth’inde bulmuştum: “Hayat dediğin ne ki: Yürüyen bir gölge, zavallı bir kukla sahnede. Bir saat boy gösterip gidecek...” Ölümde; mantığın yerini duygu alır; mantık, “ölünün gölgesi” kavramını kabul ediyordu da, “ölümün gölgesi”ne gelince duraksıyordu. “Ölü”, somuttur, “ölüm” soyut. Somutun boyutu vardır; soyut boyutsuzluktur. Boyutu olmayanın gölgesi olur muydu? Olurdu; eğer ona “yokluk” eklenirse... Ardından sorular: “Zavallı kukla”nın sahneden çekilmesi hayatın bitişi midir başlangıcı mı? Yılın son günlerinde yönetmen Zeki Ökten’le oyuncu Ali Taygun sahneden çekildi. İkisi de, yaşam denen perdenin arkasında rolünün başlamasını bekleyip, “zavallı kukla”lığını gösterdikten sonra yıldız gibi kayan oyuncular gibi, “ölüm izni”ne çıktı... “Yaşamda izne çıkan ölü” imgesinde gölgesizliği ararken, soyutluğun, yaratıcılığın önünü açtığını düşündüm. Soyut imgeler yaratmamış olsaydı, “Gözlerim örtük fakat yüzümle görüyorum” diye bir dize düşürebilir miydi ozan Dağlarca?.. Soyutluğun derinliklerine inmek isteyen, Hamlet’ten Othello’ya, Romeo ve Juliet’e, Atinalı Timon’a, Fırtına’ya, Kral Lear’e, Macbeth’e Shakespeare okuyup, sözün uç yollarına düşmeli; yoksa, ne yapsa, yaşamın soyutlamalarla “anlam” bulduğunun sırrına eremez! Oyuncular, Shakespeare’in çocuklarıdır; çünkü onları Hamlet’te en iyi, Shakespeare tanımlamıştır: “Çağımızın özeti, kısacık tarihidir onlar.” Gençlik yıllarımda, ruhsal roller alan oyuncuların, bir süre sonra akıl hastanesine düştükleri anlatılırdı. O hazin öyküleri dinlerken, sahnede bir zamanlar kralları, kraliçeleri canlandıran oyuncuların hastane köşelerindeki hallerini düşünür ağlardım. Sanatçılar, izne çıkmış ölüler midir, ölümde dirimi yaşayanlar mıdır? Onlar, içlerinin ruh uçuşmalarıyla bir tükenişi yaşarken, yaşadığı dönemin dirilerini ölümün elinden kurtarır. Zamanlarının nice kişisinin, Raffaello, Beethoven, Dostoyevski gibi dehaların yaratıcılıklarında var oldukları bunu gösterir. Yaşamı yorumlayıp kendi yolunu bulacak güçteyse, ölümde dirimi, dirimde ölümü görür sanatçı. Zeki Ökten’in Rutkay Aziz’e giderayak duyumsattığı budur: Yaşamda ölüm iznine çıkmak... Bir de yaşadıklarını sanan diri ölüleri düşünün; acaba, o diriler mezarlığı kuklalarından hangisi, ölümde dirimi yaşayacak, ardından böyle sözler ettirecek denli erdem sahibidir?.. G İyi oyuncu olacağım Türkü Turan, çocukluğundan beri oyuncu olmak istiyordu. Hayallerini gerçekleştirmek için sağlam bir adım attı, Reha Erdem’in Kosmos filminde oynuyor. Henüz oyuncuyum demiyor Turan ancak kararlı; iyi bir oyuncu olacak ve ölene kadar oynayacak... RÖPORTAJ: ESRA AÇIKGÖZ / FOTOĞRAF: VEDAT ARIK R T ürkü Turan, 24 yaşında. S’nek ve Dream TV’de sunuculuk yapmış, reklamlarda oynamış, şimdi de Reha Erdem’in Kosmos filmindeki ana karakterlerden biri. Neptün, konuşmak yerine cıvıltılarla derdini, aşkını anlatan mistik bir karakter. Henüz kendine oyuncu demiyor Turan, ancak çocukluk hayalini gerçekleştirmek için sıkı adımlarla ilerlemekte kararlı; ölene kadar oynayacak. İlk filmiyle Antalya Film Festivali’nde boy gösterdiği düşünülürse, onu daha çok göreceğiz. Öyleyse onu biraz tanıyalım... Sizi tanıyarak başlasak... Çok zor bir soru, ne söylesem, nasıl anlatsam ki... Bodrum’da doğdum, babamın sahibi olduğu Veli Bar’da büyüdüm. Oyunculuğa da orada merak sardım. Bara gelen yönetmenleri, oyuncuları gördükçe, farklılıklarını anladıkça onlar gibi olmak istemeye başladım. Aslında sinema yönetmeni olmak istiyordum. Neydi onlarda gördüğünüz? Bu işle uğraşan insanların daha gözlemci, daha kültürlü olduğunu, yaptıklarından mutlu olduklarını gördüm. Farklı enerjileri, bakış açıları var. Kamera önüne ilk ne zaman geçtiniz? Sekiz sene önce Beyaz’ın oynadığı Fanta reklam serisinde yer aldım. Taksim’de yürürken, reklamın castını belirleyen kız beni durdurup teklif etti. Sonra? Dizilerde oynayan Çağkan Çulha benim çok yakın bir arkadaşım. Duygu Başara Ajansı’na kayıtlı. Belki bana da yardım edebilirler diye oraya gittim. O gün bugündür onlarlayım. Bütün işlerimi onlar buldular. Deneme çekimleri nasıl geçti? Daha çok benim hangi açıdan nasıl gözüktüğüme baktı. Şu hisle, böyle bak dedi. Rol de daha çok bakışlar üzerine kurulu zaten. Senaryoyu bir kere oku, Kars’a çalışmadan gel, dedi. Öyle yaptım. Örnek alabileceğiniz bir modele dayanmıyor rolünüz, konuşmanın olmadığı, kuş cıvıltıları çıkaran mistik bir karakter Neptün. Role nasıl hazırlandınız? Her şeyi kameranın önünde, birlikte çıkardık, icat ettik. Zaten benim için şu an bütün roller zor. Daha yeniyim, hatta şu anda oyuncu bile değilim. Ancak Reha Erdem, laf arasında bile ne yapman gerektiğini bir şekilde söylüyor, çok iyi anlatıyor kendini, ne istediğini. Sen de bir şeyler icat eder, düşündüğünü gösterirsen birlikte güzel bir şey çıkarabiliyorsunuz. O yüzden kolay oldu benim için onunla çalışmak. Kaygılandığınız, umutsuzluğa kapıldığınız oldu mu? İyi oynayabilecek miyim, rol için yeterli miyim, acaba iyi oyuncu muyum diye sürekli kendimi sorguladım. Ekranda gördüğünüzden memnun kaldınız mı? Kendimi izleyince biraz utanıyorum. Dizide de böyleydi, keşke şurasını şöyle yapsaydım, şu kötü olmuş, diyorum sürekli. Yine de kendimi en çok beğendiğim rolüm, Kosmos’taki. Çünkü kendimi Reha Erdem’in gözünden gördüm. Beni başka bir gözle oraya yansıttı. Neptün diye bir kız var orada ve öyle bir atmosfer yaratmış ki, izlerken o benim diye düşünemedim bile. Film size ne kattı? Her şeyden önce, bir sinema deneyimi kattı. Kars gibi inanılmaz güzel bir şehirde bir buçuk ay geçirdim. Reha Erdem yönetmen olmasının dışında konuşulabilecek, her şeyi paylaşabilecek iyi bir arkadaş. Onu kazandım. Sette bir sürü arkadaş edindim. Filmden önce güvenim eksikti, Reha Ağabey ile onu tamir ettik. Oyunculuk açısından bir şeyler yapıp yapamayacağımdan çok emin değildim. Artık çalışırsam, eğitim alırsam, bu işin üzerine gidersem yapabileceğimi biliyorum. Reha Erdem gibi bir yönetmenle rahat çalıştığım için de mutluyum. İyi yönetmenleri çok yukarıda görüyordum, anlaşabilmek zor sanıyordum, değilmiş. UMARIM İYİ OLURUM Oyunculukta varmak istediğiniz bir yer var mı? Aslında oyunculukta varmak diye bir şey yok bence. Her gün daha iyi olmak zorundasın. Oynamak istediğim pek çok yönetmen var tabii. Umarım, bir gün onlarla çalışabilecek kadar iyi olurum. Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi’nde sosyoloji eğitimi aldınız. İnsanları çok merak ediyorum, incelemeyi, anlamaya çalışmayı seviyorum. Çocukluktan beri sinemaya ilgi duyduğunuz halde, neden sinema ya da konservatuvar eğitimi almadınız? Hiç düşünmemiştim, ancak şu anda düşünüyorum. Yine de, bence iyi bir oyuncu olmak için de psikoloji, sosyoloji bilmek, insanları tanımak gerekiyor. Sosyoloji okumak insanı doyuruyor. Benim için, dolu biri olmak her şeyden önemli. Oyunculuk için iyi bir adım attınız, ancak popüler kültür insanları çabuk tüketiyor. Böyle bir korkunuz var mı? Ya başka rol teklifi gelmezse? Yok, sadece iyi oyuncu olamazsam diye korkum var. Beceremezsem üzülürüm. Peki Kosmos’la yüksek bir yerden giriş yaptınız, bundan sonraki projeler için bir çıtanız var mı? Bu kadar güzel ve önemli bir iş yaptıktan sonra yapacaklarıma daha da dikkat etmek zorundayım. Yine de proje iyi olursa, bir yönetmenin ilk filmi, çok bağımsız bir yapım ya da parasız da olsa bana güzel bir enerji verirlerse oynarım. Ölene kadar oyunculuk yapacağım. Şu an bir proje var mı? Bir sinema filmi, iki de dizi için görüşüyorum. Ancak henüz çok kesin bir şey yok. G PANİK HALİNDE BEKLEYİŞ Şimdiye kadar nerelerde oynadınız? S’nek TV’de ve Dream TV’de kültürsanat programları hazırlayıp, sundum. Çanakkale Seramik, Molped, Coca Cola, Mavi Jeans’ın İstanbul reklamlarında ve Annem dizisinde oynadım ve tabii Kosmos. Peki Reha Erdem’le çalışmanız nasıl gerçekleşti? Ajansıma teklif geldi. Görüşmelere gittim geldim, gittim geldim. Yapabilir miyim, yapamaz mıyım, diye baktılar. Sonunda anlaştık, Reha Ağabeyle tanıştım. O dönemi çok hatırlamıyorum aslında, öyle panik halindeydim ki... Olunca çok mutlu oldum. Güneş Hızlılar henüz üç yıldır arp çalıyor ama başarıları imrendiriyor... Genç bir arp ustası DENİZ ÜLKÜTEKİN üneş Hızlılar, İstanbul Devlet Konservatuvarı’nın piyano bölümüne girmek istiyordu. Ancak sınavda piyano bölümüne uygun görülmemişti. 11 yaşındaydı, elbette hayal kırıklığı yaşadı, neyse ki karşısına Arp hocası Ümit Tunak çıktı da buraya kadar kötü giden hikâyeyi tersine çevirdi. Güneş Hızlılar şimdi 15 yaşında ama İtalya’da ünlü Fransız arpist Marcel Tournier anısına düzenlenen yarışmada 20 yaş sınırı kategorisinde birinci olarak önemli bir başarı elde etti. Yarışmanın zorunlu repertuvarı Haendel’in tema ve varyasyonları, Hasselmans’ın La Source’u ve Tournier’nin Au Maten’inden oluşuyordu. Şöyle söyleyelim; bu repertuvarı çalabilmek için hem yetenek hem de sekiz yıllık bir çalışma G binyazar@gmail.com süresi gerekli. Oysa Güneş bu işi üç yılda uluslararası bir yarışmada birincilik kazanacak şekilde kotarmayı başarmış. “Zaten daha ilk yıl müfredatın dışına çıktık” diyerek söze başlıyor İstanbul Devlet Konservatuvarı Öğretim Görevlisi Ümit Tunak. Güneş’i arp çalmaya ikna etmek için bir hayli uğraşmış. “Arpı niye düşünmediğini sordum, hemen odama çağırdım. Sonra biraz arp çaldım etkilensin diye, ortada kaldı, sonradan kabul etti ve çalışmaya başladık.” Güneş, verdiği karadan dolayı şimdi çok mutlu. Başta kendisinin de arp çalmayı hiç düşünmediğini kabul ediyor. Çevresi de şaşırmış kararına. “Söylediğimde herkes arpın ne olduğunu biliyordu da, yakından görmüş kimse yoktu” diyor. Dahası arp çantaya koyup elde taşınabilecek bir alet değil. Akordunun bozulmasıysa başlı başına bir kâbus, çünkü bütün tellerin akordunu baştan yapmayı gerektiriyor. Bu yüzden arp çalmadığı zamanlarda bile Güneş oda sıcaklığı gibi konulara kafa yoruyor. Uzun süre sadece yarışmadaki repertuvarı çalışmış, “Pek tereddüt yaşamadım ama nasıl hazırlanacağımı düşündüm bir süre” diyor. Hocası da o güne kadar parmaklarına yüklenmemek için şarkıları parça parça öğretiyormuş, ama yarışmaya katılmaları kesinleşince tüm öğrendiklerini birleştirmek zorunda kalmış. Her şey iyi hoş da kazanılan ödüller birçok sanat dalında olduğu gibi Türkiye’de ideal bir kariyeri beraberinde getirmiyor. Ümit Tunak da arp kariyeri için Güneş’in mutlaka yurtdışı bağlantısı olması gerektiğini söylüyor. Yine de şartların kendi zamanına göre çok daha iyi olduğunu saklamıyor: “Birincilikten sonra artık bütün yarışmalardan davet alıyoruz. Şimdi Türkiye’de de her orkestrada en az iki arpist var. Benim zamanımda müfredat bile o kadar sınırlıydı ki, tek bir arp vardı, onunda ‘si’ pedalı bozuktu. Hep sibemol şarkılar çalardık. Akort yapmak için balıkçılardan misina filan alırdık. ‘Avrupa misinalar daha mı iyi ses veriyor’ diye denerdik. Bir gün konservatuvara gittim ‘şu si pedalını bir deneyeyim’ dedim. Tabii kırılacak diye korkuyorm. Derken çalıştı. Bir sevindim, ‘si’ notasına inmiş olduk böylece.” G C M Y B C MY B