18 Haziran 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

3 OCAK 2010 / SAYI 1241 Snob olmayacağım Haluk Akakçe’nin son sergisi, şans, umut ve beklenti kavramlarını sorguluyor. O ise çalışarak gelen başarıdan yana. “Benim en büyük piyangom; çalışmak” diyor. O BİR STÜDYO ASİSTANI ZUHAL AYTOLUN H aluk Akakçe, “Masallar Gerçek Olabilir, Sizin de Başınıza Gelebilir” isimli enstelasyonu ve “Talih Kuşu” başlıklı resmi ile gündemde son günlerde. Sergiye katkısı olan herkesin ayrı bir hikâyesi var. Belki de en büyük gıdası bu. Üzerine biletleri koymaktan vazgeçtiği daha evrensel ve yaşayan bir form olarak kalıcılığını sağladığı enstelasyonun yanı sıra özellikle beklenti ve umut duygularını yansıttığı Talih Kuşu resmi merak uyandıran bir çalışma olarak sergide yer alıyor. Çalışmanın en önemli tarafı, kazanabileceği düşünülen milli piyango biletinin resmin altyapısını oluşturması. Şu an belki 30 trilyonluk bir tablo, belki de değil. Şans, umut, beklenti... Herkesin sıklıkla dile getirdiği kavramlar. Peki, ya sergiye ilham olan bu kavramların yaşamlara ve hatta sanata etkisi nedir? Peki, bilet kazanmazsa resim değerini kaybeder mi? Ya bilet kazanırsa resim, yani sanat da mı kazanmış olur? Bahsi geçen kavramlarla ilgili Ne gerek var Ümran Bir korumanız mı var? Ümran Hanım’ın hikâyesi nedir? O bir koruma değil. İnsanlar çok aptal. Türkiye işte böyle bir yer. Ümran arkadaşımız halihazırda güvenlik eğitimi almış stüdyo asistanımızdır. Kimi zaman evime gitmeme yardımcı oluyor. Vernik de atar burada, yemek de yapar. En önemlisi arkadaşımız. Bir gün otelden çıkarken yanımızda Tuba Ünsal vardı. Ünsal’ın acaba kadın koruması mı var, dendi. Sonra onu çıkardılar, koruma kaldı, bana bağladılar. Akıllara ilk düşen soru da “Korumaya ihtiyaç mı vardı?” oluyor haliyle. Ümran koruma değil. O bir milli voleybolcu, dünya kadınlar kick boks şampiyonu. İlk yardım, güvenlik ve silah sertifikası var. Ödüllü aşçı aynı zamanda. Tek başına büyüttüğü bir çocuğu var ve çok güvenilir biri. Müthiş resim yapıyor. Tek sorun var; boyu iki metre. Kadın ne yapsın? Benim yanımda koruma gibi duruyor. Ben kürklerle geziyorum, yanımda iki metrelik kadın var. Oysa müthiş biri. 10 parmak daktilo yazıyor. Üç farklı sınıf araç ehliyeti var. Muhasebe okumuş bir de. Peki, nasıl kesişti yolunuz? Bir gün arkadaşıma gidiyordum. Yolda biletler, selpaklar, güller sattılar. Arkadaşıma, “Yanına gelmemi istiyorsan koruma ver o zaman” dedim. Sonra Ümran belirdi kapıda. “Hayatta hayal bile edemeyeceğim bir son ihtiyaç olsa, bu da sen olurdun” dedim. Sonra bir şekilde girdi hayatımıza. Bu sayede inanılmaz bir insanla çalışma fırsatı buldum. “Ne gereği var” değil! Ümran Türkiye’deki 10 kadının hayatını kendi hayatına sığdırmış biri. Onunla çalışmaktan gurur duyuyorum. O zaman magazinde bu kadar çok çıkan insana ne gerek var. Bir kadın yılda 38 kişiyle beraber oluyor, gündemde kalıyor, kimse ne gerek var demiyor. Müthiş yetenekli bir kadınla bir sanatçı müthiş projelere imza atıyor, herkes bizimle ilgileniyor. Giyim tarzınız da çok konuşuluyor. Fotoğraf: Vedat Arık Arkadaşlarım hep modacı. Onlar yapıyor, ben giyiyorum. Ya Alexander McQueen veya da Dior giyeceğim bedavaya ya da herhangi bir mağazadan alacağım. Siz olsanız ne yapardınız? Biz tüm bunlara gülüyoruz aslında, eğleniyoruz. “Ne Gerek Var Ümran”, ben ve arkadaşlarım. Popüler kültürle ilişkiniz veya Andy Warhol olma hali de son dönem çok tartışılanlar arasındaydı. Bir tane eğitimsiz, beni tanımayan, kendisini bile tanıdığına inanmadığım biri tarafından ortaya atıldı bu durum. “Andy Warhol mu, soytarı mı?” diye başlık atıyor. Burs kazandım mı, Chicago da okudum mu, ödüllerim var mı? Yale Üniversitesi’nde ders veriyorum. Akademik tarafım var, yazı yazıyorum. Andy Warhol’la benim durumumuz farklı. Benim işim tamamen soyut, onun ise referans. Sen nasıl istiyorsan öyle gör. G “Biliyorum ki çalışırsam istediğim olacak. Benim en büyük piyangom da bu” diyen Akakçe’ye soruyoruz; yanıtlıyor. Söz onda... Las Vegas’ta 2 yıl önce Sky is the Limit isimli bir video projeksiyon sunmuştunuz. Ve o da beklenti ve umuda dairdi. Beş sanatçının yaptığı büyük ölçekli işler arasından ben seçildim. Yüzüncü yılı temsilen bir iş yapmak için. Önce Vegas, sonra Amerika, sonra da dünya için neyi temsil ettiğini düşündüm Las Vegas’ın. Şimdiki çalışma da bunun devamı gibi. Çünkü burada net bir şey var: Beklenti. İşte sanatta da bir beklenti var. Nasıl bir beklenti bu? Özellikle şu anda Türkiye’de çok sayıda müzayede yapılıyor ve rekor fiyatlar veriliyor. Sanat eskiden daha kısıtlı ve bilinçli bir kitleye, şimdi bir anda bunu bir yatırım aracı olarak gören insanlar tarafından alınmaya başladı. Bugün alıyor, yarın bir müzayedeye koyuyor. Burada bir beklenti var. Benim Haziran ayında 12 bin dolara işimi alan biri, eylül ayında müzayedede 60 bin Avro’ya satıyor. Sanatçı için de garip. Hissederek ve inanarak yaptığın işler sonuçta. Böyle vahşi bir sisteme ait olmasını istemiyorsun. Diğer yandan biz sanatçılar, başka türlü büyük projeleri yapamayız. Bu son işim de riskli. Resimden aldığım parayı biletlere yatırıyorum ya da bu formlara. Satılıp satılmayacağı umurumda da değil. Umurunuzda olmaması bir çelişki değil mi? Hepimizin umurunda aslında. Çünkü yeni fikirlere yatırım yapacak insan bulmak çok kolay değil. Bu ülkede tanınmış, ismi oturmuş, işleri kolaylıkla satılan benim için bile değil. Güvenli yatırım olarak gördüğü işi almayı tercih ediyorlar. Bir ilerleme kaydedebilmek için benim bir yatırım yapmam gerekiyor. O zaman ne oluyor? Bebekleri kurtlara veriyorum. Bu yeni değil. Dünyanın her yerinde de böyle. Bizim kontrolümüzün dışında, düşünmediğimiz, hayal bile edemeyeceğimiz bir sistemin parçasıyız. Ama ben yapmak istediklerimi yaptığım sürece bir mahsuru yok. Böyle bir fedakârlık yapabilirim. Snob olmayacağım. Türkiye’deki kültür sanat ortamıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Türkiye yeni fikirler açısından çok küçük şu anda. Birçok yeni fikir var ama biz bu insanlara ulaşamıyoruz. O yüzden hiç sergi yapmamış genç sanatçıları ortaya çıkarmak üzere yeni bir vakıf kurma yolunda gidiyorum. Şu an çalışmalar hangi aşamada? Enstitülerle konuşuyoruz. Başta altı ay burada, 6 ay uluslararası bir programda çalışma yapacak. İstanbul’da stüdyo, kalacak yer ve işini üretebilmesi için bir bütçesi olacak. Zaman içinde büyüyebilecek sanatçılardan sanatçılara bir proje bu. Şu anda tek yaptığım bu fona katkı sağlamak. 2010 Eylül ayında hayata geçirebileceğimizi düşünüyoruz. G DÜNYALI YAZILAR Çin zenginleşirken... ZÜLAL KALKANDELEN 2009’da dünyada birçok önemli gelişme yaşandı. Siyasal, ekonomik ve toplumsal açıdan devrim niteliğinde olaylar oldu. Bunların etkileri, hiç kuşkusuz yeni yılda da devam edecek. Geçen yılki en çarpıcı gelişmelerden birisi, dünya ekonomisinin yükselen yıldızı Çin’ndeki hızlı zenginleşmeydi. Yabancı medyanın yanı sıra, Çin’de yayımlanan İngilizce kaynakları izlediğinizde, ülkedeki bu baş döndürücü gelişmeye tanık oluyorsunuz. Bugün artık Amerika’yla birlikte küresel ekonomiyi yönlendiren iki başat aktörden birisi Çin. Son açıklanan rakamlar, ülkede zenginlerin toplam servetinin 571 milyar doların üzerine çıktığını gösteriyor... Çin kaynakları, çok sayıda gizli zenginin emlak ve yatırım sektöründe faaliyet gösterdiğini yazıyor. Şanghay merkezli araştırma kuruluşu Hurun’un kurucusu Rupert Hoogewerf’in açıkladığına göre, ülkede 2004 yılından bu yana zengin sayısı 10’a katlanmış... *** Peki, komünist bir ekonomide bu nasıl oluyor? “Çin, kapitalist mi komünist mi?” tartışmasına burada ayrıntısıyla girmeyeceğim. Ancak bir noktayı belirtmek gerekir. Kimisi Çin’in kapitalizme geçiş sürecinde olduğunu söylüyor; kimisi de ülkenin, çıkışı, sosyalist pazar ekonomisi adı verilen kendine özgü bir sistemde bulduğunu savunuyor... Bana sorarsanız, emeğe saygı ilkesini, yani sosyalizmin en temel dayanağını ayaklar altına alan bir sistemi, sosyalizm olarak nitelemek aymazlıktır. Çin, bugün dünyada emek sömürüsünün kapitalist sistemlerden bile daha fazla yaşandığı bir ülke haline C M Y B C MY B geldi. “Pazar ekonomisi” ifadesinin önüne “sosyal” sözcüğünü getirmekle sosyalizm olmaz... Konunun beni en çok düşündüren bir diğer yanıysa, Çin’de zenginle fakir arasında giderek açılan uçurum... Geçtiğimiz günlerde China Daily gazetesinde bu konuda bir haber yayımlandı. Zhejiang Sosyal Bilimler Akademisi, aralarında kamu görevlileri, işadamları ve çiftçilerin de olduğu 10 ayrı grup üzerinde bir araştırma yapmış. Çıkan sonuca göre, katılımcıların yüzde 57’si bu uçurumun giderek daha da artacağını düşünüyor... Çin toplumu için gerçekten ciddi bir sorun bu. Çünkü “Zenginlere karşı kızgınlık duyuyor musunuz?” sorusuna “Hayır” yanıtı verenlerin oranı sadece yüzde 4... (“Evet” yanıtı veren % 96’lık kesimin % 23’ü, şiddetli öfke duyduğunu belirtmiş.) Bir yandan da, sokaklarda lüks arabalara yapılan saldırıların arttığı haberleri geliyor... Şanghay Üniversitesi’nde görev yapan Prof. Qui Liping, öfkenin bütün zenginlere değil, etik dışı yöntemlerle zenginleşenlere karşı olduğu düşüncesinde. Asıl sorun da bu zaten. Açıktır ki, burada etik dışı olarak tanımlanan yöntem, fakirin, işçinin emeğini sömürmeye dayanıyor... Çin’de yükselen emlak fiyatlarının arkasında da piyasada faaliyet gösteren zengin spekülatörler var. Bunlar engellenmediği sürece, gelir dağılımındaki uçurum derinleştikçe, zengine duyulan öfkenin önüne nasıl geçilecek? *** Bu sorunun yanıtını almak için, Çin’i yakından izlemek gerek. Dünyanın rotasını 2010’da da önemli ölçüde Amerikan kapitalizmi ile Çin “komünizminin” gidişatı belirleyecek. Durum gerçekten ilginç: Birisi, “özgürlük” ve “demokrasi” sloganları atarken, tamamen şirketlerin diktasına mahkum olmuş durumda; diğeri de, “eşitlik” hayaliyle girdiği yolda, emek sömüren gizli zenginler sınıfına teslim olmak üzere... Belki bir kez daha hatırlatmakta fayda var: İnsanlığın ilerlemesinin yolu, insanın kendi türü, doğa ve toplum karşısında bilinçlenmesinden geçiyor. O bilinçlenmenin sonu, emek sömürüsünü ortadan kaldıran özgürlükçü gerçek sosyalizme çıkar. Bakalım insanoğlunun bu yoldaki macerası nasıl sürecek? G www.zulalkalkandelen.com [email protected] SERGİNİN HİKÂYESİ: HER ŞEY BİLETÇİ ÖZCAN’LA BAŞLADI N işantaşı’nda Özcan isimli bir Milli Piyangocunun taciziyle başlıyor hikâye. Bilet almak istemeyen Akakçe’nin gözü seyyar mobil araca kayıyor, onu almak istiyor. Tabii biletleri de almak zorunda kalıyor. Ertesi gün otelde üç tane daha dönen seyyar araçtan görüyor: “Özcan Bey, ilgilenebileceğinizi düşündü.” Biletler hayatına neden girdi, henüz bunu sorgulamıyor Akakçe. Sonuçta ortaya çıkan yerleştirmeye bir de “Talih Kuşu” isimli son resmi eşlik ediyor. Bu resmin de ilginç bir hikâyesi var. Üzerineki rakamlar Mustafa Amca’nın seçtiği yılbaşı Milli Piyango biletinin sayıları. Kim mi Mustafa Amca? Kendisinden dinleyelim: “Enstelasyonun ardından kocaman bir bilet yapsam da, ikramiye bu bileti alana çıksa diye düşünüyordum. ‘Türkiye’nin en şanslı insanı kim’ sorusu takıldı aklıma. Bugüne dek üç kez büyük ikramiye çıkan ve hepsini kaybedebilen, hatta bununla ilgili ‘Kaybedebilme Kabiliyeti’ adlı belgesel çekilen bir adam olduğunu öğrendim. Bu bileti, Mustafa Amca seçmeliydi. İki saat sonra çok ilginç bir grupla yemekteydik. Biletçi Özcan, Mustafa Amca, ve biz. Başladı rakamları saymaya. Sirkeci’de bir camda durduğunu söyledi. Bileti bulduk. Talih Kuşu’nun bir parçasıydı artık o numaralar. Enstelasyonda kullanmayı düşündüğüm biletleri de Mustafa Amca’ya verdim.” G
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle