26 Haziran 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

6 PAZAR YAZILARI 30 AĞUSTOS 2009 / SAYI 1223 Pessoa’nın çevirmeni ADNAN BİNYAZAR aadet Özen’i Can Yayınları’nın Fransızca editörü olduğu günlerde tanıdım. Beni görünce, masasından bir kelebek hafifliğiyle fırlayıp elimi sıkmıştı. Öylesine içtenlikliydi ki, yüzünde duyarlıklar uçuşan, gözlerinde zekâ kıvılcımlanan Saadet’i bir an olsun unutmadım. Can Yayınları’nın, yazarlarına yönelik Kapadokya gezisini Işıl Bircan’la birlikte o düzenlemişti. Yol boyunca, zaman zaman yüzünü bize dönüyor, geçtiğimiz yerlerle ilgili bilgi veriyordu. Söz, iyi bir orkestra şefinin çubuğundan dökülen notalar gibi çıkıyor dudaklarından; tarih, onun ağzında Anadolu’nun güneş tanrılarına, uygarlık sevdalısı krallara, aşk delisi kraliçelere dönüşüyordu. 1972 yılında doğan Özen, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi’ni, ardından İstanbul Üniversitesi Arkeoloji ve Sanat Tarihi Bölümü’nü bitirdikten sonra bir süre profesyonel turist rehberliği yapmış. Portekizli yazar Fernando Pessoa’nın Huzursuzluğun Kitabı’nı çevirmeyi lise sıralarında koymuş kafasına. 533 sayfalık çeviriyi bitirdiğinde henüz otuzunda değildir. Fransızcadan Türkçeye bir yılda çevirdiği kitabı İspanyolca, Portekizce ve İngilizcesiyle karşılaştırması nerdeyse iki yılını almış. Kitap 2006’da Can Yayınları’nca yayımlandığında otuz dört yaşındadır. Pessoa 1888 yılında Portekiz’de doğmuş. Geçimini ithalatihracat firmalarının İngilizce ve Fransızca yazışmalarını yaparak sağlayan yazar, başka adlar kullanarak yazarlığından hep kaçmış. Roman, anı ya da denemesel anlatı denebilecek Huzursuzluğun Kitabı’nı 1913 yılında yazmaya başlamış, ölümüne değin de bunu sürdürmüş. Bir sandıkta toplanan metinlerden oluşan sayfalar ancak 1982’de bir düzene konulup basılabiliyor. Saadet Özen’in, önsözde belirttiği gibi, Huzursuzluğun Kitabı, “bir edebiyatçının ulaşmak istediği yapıtla kâğıda dökebildikleri arasındaki mesafedir”. Pessoa, “Öyleyse kim kurtaracak beni var olmaktan” sorusuyla başlayıp, “Her yapıt kusurlu olmaya mahkumdur” diyorsa, bu kitabın “kusur” diye nitelendirilen yönleri, bana kalırsa, “erdem”inden geliyor. Saadet Özen’in dolambaçsız, yalın diliyle yaratılmış olsa da, ancak üçüncü gözden geçirişimde ayırdına vardığım, şu tür duyarlık alanlarına yönelen Pessoa’nın gerçeğine tanıtılarak değil, ancak okunarak varılabilir: “Nefret ettiğim iki şey arasında seçim yapmak zorundayım; ya aklımın tiksindiği düşleri seçeceğim ya da duyularımı dehşete düşüren eylemi. Her ikisinden de nefret ettiğime göre tek çare yapmamak, ama bazen ya düş kurmaya ya eyleme geçmeye mecbur kalıyorum. (...) Kendi adıma, düşleri, kullana kullana adeta içimde kemikleşen bir alışkanlıkla, gerçeklikteki düşü yakalıyorum hep. Varlıklara bakarken, onların düşlemimin kullanamayacağı taraflarını yok ediyorum.” Bu yaklaşımın ışığında okuyabilirseniz okuyun piyasa romanlarını!.. Pessoa, bir şairden söz ederken de, “Büyük bir keyifle Cesário Verde’nin çağdaşı olduğumu farz ederim, içimde onunkine benzeyen yeni dizeler değil, o dizeleri doğuran maya kıpırdanır” diyor. Bilmem, bir şairi ya da yazarı duyumsayıp algılamanın başka yolu var mıdır?.. G S Değişime kırbaçlı direniş... Uluslararası alanda siyasi hedeflere kurban edilen kadın hakları, ancak kadınlar sahip çıkıp mücadele ettikçe kazanılıyor. Bunun içinse hem ABD gibi ülkelerin yeni düzen, hem de dinsel belirlenimlerin etkili olduğu “azgelişmiş” ülkelerin eski düzen konusundaki tutuculukları ve baskılarıyla boğuşmak gerekiyor. GAMZE ERBİL / ZEREN KOÇAK 1. sayfanın devamı Ertürk, Malezya ve Sudan gibi örnekleri geçen hafta Mali’de yaşanan protestolarla birlikte değerlendirme yanlısı. Hükümetin kadın haklarına yönelik iyileştirme girişimlerinin 50 bin kişinin protestolarıyla karşılandığı Mali’nin farklı bir örnek gibi görünse de değişim sürecinin bir parçası olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor Ertürk. Yakın Ertürk’ün değerlendirmeleri şöyle: “Yakın zamanda medya insan hakları ve kadın hakları konusunda daha duyarlı hale geldiği için bu örnekleri daha fazla duyuyoruz. Diğer yandan ben bazılarının şu andaki değişim sürecine bir tepki olarak arttığı kanısındayım. Her birinde sistemin (kültür ya da din değil) idamesini tehdit eden bir konuma yerleşiyor kadınlar. Bu da bir gözdağı verme olayıdır. Kamuya açık kırbaçlama gibi cezalar, hem o kişiyi pasifize etmek hem de diğer kadınlara gözdağı vermeyi hedefler. Çünkü artık kadın hakları dünyanın her bir köşesini şu veya bu şekilde etkiler hale geldi. Ben altı yıldır kadına yönelik şiddet raportörlüğü yapıyorum. Hepsinde gördüğümüz kadını baskı altında tutan eski düzenin tehdit altında olduğu, eskisi gibi sürdürülemediği. Kadınlar kendilerini farklı biçimlerde ifade ediyor, haklarına sahip çıkıyor. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, uluslararası sistem ulusların kendi içine kapalılıklarını mümkün olmaktan çıkardı. Herkes insan haklarıyla muhatap olmak durumunda. Bu kırbaçlama olayları değişimin yarattığı gerilimler olarak yorumlanabilir.” G Kartika Sari Devi Şukarno (üstte). Sudanlı gazeteci Lübna Hüseyin (en üstte). P azartesi günü bir süre gözaltına alınan Şukarno daha sonra serbest bırakıldı ve cezasının ramazan sonrasına ertelendiği açıklandı. Şukarno’nun bambu bir kamışla cezalandırılacağı, bu kamışın erkekler için kullanılanlardan daha hafif olacağı belirtiliyor. Yine Malezyalı yetkililere göre kırbaç cezası daha çok “eğitmek” amacı taşıyor. Sudan’da ise, temmuz ayı başında başkent Hartum’da giydiği pantolon “açık saçık giyinme” suçu oluşturduğu için suçlanan gazeteci Lübna Hüseyin, 7 Eylül’de yeniden yargıç karşısına çıkacak. Hüseyin’in 40 kırbaç cezası alması bekleniyor. Sudan’ın tanınmış gazetecilerinden Hüseyin, aynı zamanda ülkedeki Birleşmiş Milletler (BM) temsilciliğinde çalışıyor, ancak BM çalışanlarına sunulan yargıdan muaf olma hakkını kullanmak istemedi. Yargıcın bu yöndeki teklifine, “BM’den istifa etmek istiyorum, davanın devamını istiyorum, yasaların reforme edilmesini istiyorum” yanıtını verdi. Bir restoranda pantolonlu görüldüğü için 40 kırbaç ve 100 dolar para cezası istemiyle mahkemeye çıkarılan Hüseyin’e 4 Ağustos günkü duruşmasında mahkeme salonu dışında pantolonlu eylem yapan kadınlar destek vermişti. Temmuz ayı başında 20 ila 30 polisten oluşan bir ekibin Hartum’da bir kafeye baskın düzenleyerek gözaltına aldığı 13 kişi arasında yer alan Hüseyin, “Pantolon ve bluz giymiştim. Benim gibi giyinen 10 kız bu işin bir an önce bitmesi için suçu kabullendiler ve oracıkta 10 kez kırbaçlandılar. Ama ben ve diğerleri avukatlarımızla konuşma ve akıbetimizi beklemeyi tercih ettik” diyor. DEĞİŞİME DİRENÇ VAR... Ortadoğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) Sosyoloji Bölümü öğretim görevlisi ve temmuz sonunda görev süresi dolana dek Birleşmiş Milletler Kadına Yönelik Şiddet Özel Raportörlüğü yapan Prof. Dr. Yakın Afganistan’da sevişmeyen kadına yemek yok... I rak, ABD işgalinden sonra bir türlü beklediği demokrasiye kavuşamadı. Ülkenin demokratik standartlarını yükselteceği öne sürülen anayasa, yargı yetkilerini eyaletlerin tercihine bırakırken bu birimlerde şeriat yasalarının uygulanmasının da önü açıldı. Irak’ta kadınlara yönelik şiddet savaş koşulları nedeniyle artmışken, şeriat uygulamaları da ayrı bir baskı mekanizması olarak yürürlükte. Afganistan’da seçimler öncesinde yapılan bir düzenlemeyle “yeni aile yasası” kabul edildi. İnsan Hakları İzleme Örgütü (HWR) düzenlemeyi Devlet Başkanı Hamid Karzai’nin bir seçim manevrası olarak niteledi. HRW’nin Asya Direktörü Brad Adams, “Karzai, 20 Ağustos’taki seçimlerde kökten dincilerin desteğini almak için Afgan kadınını satarak inanılmaz bir anlaşma yaptı. Bu kadın hakları konusunda ılımlı açıklamalarının hiçbiriyle tutarlı değil” dedi. Yasanın bir maddesinin, kadının eşinin cinsel isteklerine cevap vermeyi reddetmesi halinde, kocaya karısından her türlü maddi desteği çekme ve hatta ona yemek vermeme hakkını tanıdığı belirtiliyor. Çocukların her zaman için yasal olarak baba veya büyük babalarının koruması altında bulunması gerektiğini öngören yasa, kadınların kocalarının izni olmadan çalışamayacaklarını ve bir tecavüzcünün tecavüz ettiği kadına “kan parası” ödemesi halinde yargılanmamasını düzenliyor. Irak ve Afganistan’daki durumla ilgili görüşlerine başvurduğumuz HRW Kadın Hakları Bölümü’nden araştırmacı Nadya Halife, bu ülkelerde kadınların durumunun kötüleştiğini onaylıyor. Savaş ve şiddetin olduğu her yerde bu durumun kaçınılmaz olduğunu belirten Halife, Irak’ta kadınların sokağa çıkamaz hale geldiğini, kadın politikacı ve eylemlerin saldırılara hedef olduğunu, aşağılandığını ve öldürüldüklerini hatırlatıyor. Nadya Halife, bu durumun değişmesi için özel önlemler alınması gerektiğini belirtirken mevcut tabloda kadınların şikâyetlerini dile getirme kanallarını dahi bulamadıklarını vurguluyor. Prof. Dr. Yakın Ertürk ise, öncelikle “kurtarmayı amaçlayan hiçbir hareketin gerçek anlamda kurtarıcı olmadığını” vurgulayarak Irak ve Afganistan işgallerine dair şu değerlendirmeleri yapıyor: “Ben çatışma alanlarında da bulundum. Şöyle bir durumla karşılaşıyoruz: Çatışmayı sona erdirmede gerek devletlerin gerek uluslararası camianın birincil amacı bir düzeni tekrar yerine getirmek, siyasi istikrarı sağlamak ve ne yazık ki bu adalet feda edilerek yapılıyor. Afganistan örneğine dönersek, Karzai hükümeti kurulurken savaş ağaları belli güçlerle donatıldı, bunlar tasfiye edilmedi. 2005’teki seçimler öncesinde oradaydım ve bu kişilerin seçimlerde aday olduklarını gördüm. İnsan ve kadın hakları örgütleri kaygılıydı, bu suçluların milletvekili ve bakan olarak meşru konumlara yerleşeceğini düşünüyorlardı. Suçlular meşrulaştırılıyor, kadın hakları siyasi çıkarlar için feda ediliyor. Sadece bu ülkelerde değil, savaşta olmayan ülkelerde de başka öncelik taşıyan siyasi çıkarlar karşısında yetkililer kadın hakları ihlallerine kolayca göz yumuyor. Afganistan’da Taliban’dan kadınları kurtarmak için harekete geçen Amerika, neden daha öncesinde gerekli duyarlılığı göstermedi de diyebilirsiniz. Dünyaya bu gözle baktığınızda kadın haklarının uluslararası ilişkilerde öncelikli bir konu olmadığını görüyorsunuz. Ama artık kadınların talepleri öyle bir hale geldi ki, gerek Yakın Ertürk uluslararası gerek ülke içindeki kadınlar, Sudan gibi kimi örneklerde kırbaçlanmayı dahi göze alarak, haklarını arıyorlar. Bu da hükümetleri ikilem içine sokuyor. Bir taraftan bu uluslararası normlara uyma ihtiyacı, diğer yandan kendi içindeki güç dengeleri ve taviz vermenin zorlukları. Bu tavizler verildiğinde de diğer güç odakları baskın çıkıyor ve ne yazık ki istikrar ve iktidarı koruma ihtiyacı nedeniyle genelde insan hakları, özelde kadın hakları gözardı ediliyor. 11 Eylül süreci bu yöndeki eğilimi küresel düzeye taşıdı, 11 Eylül’den sonra insan hakları ihlalleri tüm dünyada arttı.” G [email protected] C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle