Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
6 PAZAR YAZILARI 24 MAYIS 2009 / SAYI 1209 70’lerden gelen albüm 7 0’lerden kalma İspanyol paça bir pantolon, bukleli kabarık saçlar, içe sokulan gömlekler... Daha da önemlisi insanı gerçekten 70’lere götüren o unutulmaz şarkılar... Göksel, 6. albümü “Mektubumu Buldun Mu” ile 70’li yılları bugüne taşıdı. Yani bu kez kadife perdeli gazinodaki buğulu ses Göksel’in... Böyle bir proje yapmaya nasıl karar verdiniz? Aslında senelerdir yapmayı arzu ettiğim bir projeydi bu ama hep kendi şarkılarım ağır basıyordu. Sonra Avrupa Müzik “Eski şarkıları eskisine yakın bir anlayışla kaydedelim. Senin sesine çok yakışır” deyince gerisi geldi. Şarkıları nasıl seçtiniz? Bir arşiv araştırması yaptık ve beş bin şarkının içinden seçtik. Parçaları sevmeme ve kimliğimle örtüşmelerine önem verdim. Dinleyicileriniz bu albüme şaşıracaklar mı sizce? 2001’de “Günün Birinde” ve “Niyet”i söylemiştim ve onlar da epey ses getirmişti. Hep böyle bir beklenti vardı, o tadı istiyordu dinleyici zaten. Bu albümle çocukluğunuza dönüp neden şarkıcı olmak istediğinizi hatırladığınızdan bahsediyorsunuz... Evet ben her zaman şarkı söylemeyi çok sevdim. Hatta evdekiler rahatsız olduğu için kendimi dolabın içine kapardım ama yine söylerdim. Arşiv araştırması yaparken çocukken zevkle dinlediğim şarkıları buldum. O zamanlar sadece yorumcuydum, başlangıç noktamı hatırladım yani. Sonradan şarkı yapmaya başladım, o da ayrı bir keyif verdi. Boş zamanı değerlendirme ADNAN BİNYAZAR “Boş zaman” kavramı bana hep Ayfer Tunç’un Bir Maniniz Yoksa Annemler Size Gelecek kitabının adını çağrıştırır. Ardından, en çok da “vaktim yok” diyenlerin nice vakitleri boşa geçirdiklerini düşünürüm. Şu bilgece sözle son günlerde bir internet sitesinde karşılaştım: “İnsanlar hiç boş zamanlarının olmadığından yakınırlar; boş zamanları olduğunda da ne yapacaklarını bilemezler.” Ayfer Tunç’un bir bellek harikası saydığım kitabının adıyla, anneler babalar, bir manileri yoksa, dostlarına konuk olurlar da ne yaparlar? Ankara’da yaşadığım yıllarda bu konuklukları anımsayınca belleğim renkli çağrışımlarla aydınlanırken, aynı anda içime kara hüzünler çöküyor... Gazi Eğitim Enstitüsü’nde Dursun Akçam’la sınıf arkadaşıydık. Oturduğumuz masa da aynı idi. Ankara’da da yakın semtlerde oturduk. Evlerimiz yürüyerek on beşyirmi dakika vardı yoktu. “Bir maniniz yoksa” diye önceden birbirimize haber vermemiz gerekmediğinden, akşamları ya onlar bizde olurdu ya biz onlarda. Bir araya gelen iki yazarın sanattan, edebiyattan, güncel politikadan söz ettikleri sanılır; biz ise daha nasılsın demeden tavlanın başına geçerdik. Geçmiş günleri anımsarken, boş zamanımızı tavla takırtılarıyla geçirmiş olmamızdan doğmuyor hüznüm. O da hayatın bir parçası; tavla oynayan da olur, yatıp uyuyan da. Perihan Akçam’la Filiz Binyazar’ın üç dört saat süren o tavla şakırtılarına nasıl dayandıklarını düşününce gözlerim yaşarıyor. Artık ne Filiz dünyada, ne Dursun; Perihan Akçam’la bir araya geldiğimizde, utancımı ondan gizleyemiyorum. Bizde boş zaman demek, evlerde, kahvelerde buluşmak, futbol izlemek, onları da yapmıyorsak, caddelerde boş boş dolaşmak... Evlerde çoluk çocuk hafta sonları babaların gözünün içine baksa da, “piknik” dediğimiz kırlara açılmak yaşamımızda öylesine enderdir ki... OECD’nin raporunda, eşdost ziyareti ve bir araya gelip arkadaşlarla eğlenmede Türkiye üye otuz ülke arasında birinci sırada. Oysa boş zaman, yalnızca dost ziyareti, eğlenmek için değil, kişinin kendini yetiştirip geliştirmesine fırsat veren bir zamansal süreç olarak algılanmalıdır. İyi değerlendirilen bu süreç, kişiliği tamamlayıp sağlamlaştırır; kötüye kullanıldı mı, gözümüzün önünde sabun köpüğü gibi eritir. Ülkemizde nerdeyse tek boş zaman süreci sayılan futbolla ilgili şu sonuç ise içler acısı: “Futbol uğruna sayısız cinayetin işlendiği, neredeyse olaysız futbol karşılaşması geçmeyen Türkiye aynı zamanda spora en az zaman ayıran OECD ülkesi”dir. Hangi spora en az zaman ayıran ülke; bireysel etkinliği gerektiren spora... Boş zaman, bir yönden de, kişinin başkalarından çok kendi yeteneklerini ortaya koymasını, becerilerini geliştirmesini öngörür. Dinlenceye çıkanlar, “Ne kitap, ne gazete, ne televizyon, ne iş... Deniz kıyısında buzlu rakını iç, yanında balık, roka; oh!..” diyerek, kitaplardan, sanatsal etkinliklerden, kültürel kaynaklardan uzaklaşma özlemi içinde özgürlüğe koştuklarını sanırlar. Oysa okumalardan, sanatsal etkinliklerinden uzak kalmak, hayatı daraltır, kişiyi farkında olmadığı anlamsızlıkların tuzağına düşürür. G binyazar@gmail.com Göksel, çocukken zevkle dinlediği, sonra da dolaba girip bağıra çağıra söylediği şarkıları topladı “Mektubumu Buldun Mu” adlı albümünde. Aslında onun “eski”ye sevgisi sadece şarkılarla da sınırlı değil; “Eskiye ait her şeyi seviyorum. 80’ler sonrası tüketim dünyasını, bugünün kirli dünyasını sevmiyorum. 70’lerde yaşamayı tercih ederdim. İnsanların o zamanlar idealleri, amaçları vardı” diyor. ŞİRİN GÜVEN Şarkılardan en çok hangisini söylemek ayrı bir zevk verdi size? “Ağlamak Güzeldir” beni çok etkiledi çünkü Sezen’e karşı ayrı bir hayranlığım var. Dolabın içinde bağıra çağıra şarkı söylediğiniz günleri hatırlatan bir parça var mı peki? Ajda Pekkan’ın şarkıları. Hayatımdaki ilk kasetim Ajda Pekkan’ınkiydi. Doğum günümde armağan edilmişti. İlk kez onunla bir şarkıcının dünyasını keşfetmiştim. Şarkıların 70’ler havasına uygun giyiniyorsunuz... Evet ama ben hep böyle giyiniyordum, kıyafetlerim 2. el kıyafetlerdi zaten. Eskiye ait her şeyi seviyorum. 80’ler sonrası tüketim dünyasını, bugünün kirli dünyasını sevmiyorum. 70’lerde yaşamayı tercih ederdim. İnsanların o zamanlar idealleri, amaçları vardı. Bu eskiler tutkum haliyle kılık kıyafetime de yansıyor. Şarkı söyleme aşkınız üniversitede felsefeyi bırakıp şan eğitimine başlamınıza da neden olmuştu... Ben insan psikolojisiyle çok ilgiliyim. İnsanları irdelemeyi, duygularını incelemeyi seviyorum. Lisedeyken hayatım bununla geçiyordu, psikolog olmak istiyordum. Tercihlerimin ilki olan psikolojiyi küçük bir farkla kaçırıp Boğaziçi felsefeye girdim. O zamanlar onun ne kadar değerli olduğunu fark edemedim. İngilizce de olduğu için zorlandım. Bir yandan da inanılmaz derecede şarkı söyleme tutkusu içinde olduğum için zamanla şarkıcı tarafım, müzikal yönüm ağır bastı. SAHNEYİ ÇOK SEVİYORUM Konservatuvara niye gitmediniz? Ben pop söyleyeceğimi biliyordum. Şimdi yine özel üniversiteler var ama o zamanlar hiç yoktu. Sadece opera eğitimi alabiliyordum. Onun yerine ben dışarıdan konservatuvardan değerli hocalarla çalışarak pop şarkıcılığına eğildim. Bu kadar çok sevdiğiniz mesleğinize ilişkin ne gibi hedefleriniz var? Ben hiçbir zaman yolumdan sapmadım, başka şeye merak sarmadım. İşim konusunda takıntılıyım, inanılmaz detaycıyım ama başarı için gerekli bunlar. Sahnede olmayı çok seviyorum. Hatta rahatlıkla hayatta en mutlu olduğum yer sahne diyebilirim. Bu projeyi çok daha büyük sahnelere taşımak istiyorum. Hayalim büyük sahnelerde, eskisi gibi büyük orkestralar eşliğinde söylemek. Güzel dekorlarla... Hep özendiğim bir şeydi bu; tam klasik bir şarkıcı olmak yani... G Mutlu olduğum yerleri çizdim DENİZ ÜLKÜTEKİN H enüz yaşı çok küçük bir ressam adayı. Eda Soylu, yarı yaşında olduğu insanların cesaret edemediği bir şey yaptı. Bir sergi açtı. “Sergi açmanın herkesin cesaret edemeyeceği bir şey olduğunu fark ettiğimde artık çok geçti” diyor. Haklı, çünkü şimdi resimleri Galeri Kent’in duvarlarını süslüyor. İşin ilginç yanı kendisine böyle bir cesareti veren herhangi birinin olmaması. Tamamen kendi isteği ve çalışmasıyla bu işi başarmış. Ona ilham veren şey ise hasret ve sıkıntı. “Öncesinde doğru dürüst desen bile çizemiyordum” diye başlıyor söze ortaokul yıllarında gittiği ABD seyahatini anlatırken. Öğrenci değişim programıyla gittiği ülkede sıkıntı ağır basınca sık sık gittiği, hatırladığı ve mutlu olduğu yerleri resmetmeye başlamış. Sergiyi ziyaret edenlerin görebileceği Moda ve Beyoğlu gibi mekânların resimleri işte bu sıkıntı anlarında ortaya çıkmış. Sonrasında da hiç durmamacasına çizmeye başlamış. Bir atölye bir başka atölye derken, ufkunu genişletmiş. O kadar ki kendi beğenmediği desenleri bile öğrendikleri sayesinde bir anlam kazanmaya başlamış. “Bir hocamın beğendiğini diğeri ‘çöpe at’ diyordu, sonuçta anladım ki kendi çizgim oluştukça, kendi beğenim de gelişiyor. Mesela hiç beğenmediğim model çizimlerimin de sergi için çok iyi olabileceğini fark ettim” diyor Eda. Çizgisindeki önemli bir özellik ise pastel kullanıyor olması... Kadıköy’de gittiği bir atölyede İranlı hocası, “Türkiye’de bunu pek benimsemiyorlar ama biz hep pastel kullanırız. Sen de bir başla beğenmezsen bırakırsın” diye ısrar edince başlamış pastel kullanmaya ve tahmin edebileceğinizden çok kolay alışmış. Bir sergi açmadan önce baskı hissetmek Eda Soylu başından büyük işlere kalkıştı, bir sergi açtı. Yolun başındayken Fotoğraf: Uğur Demir kendisini ciddiye almayanlar, şimdi onun resimlerini izliyor... anormal olmasa gerek. Onlarca günün çabası belki iki çift sözün arasında boşa gidecek. Ancak Eda bu konuda da biraz şanslı diyebiliriz. Çünkü sergi çalışmalarına ağırlık vermesi, tam da üniversite sınavları için hazırladığı portfolyoyu bitirmesinin sonrasına denk gelmiş. Böylece sergi için hazırlığı değil baskı hissettirmek, Eda’nın rahatlayıp gerçekten istediği şeyleri çizmesi için bir sebep haline gelmiş. Yine de atölyedeki mesai arkadaşlarını sergi açacağına inandırması pek kolay olmamış. “Birlikte çalıştığım insanlar, kimisi orta yaşlı ev kadınları, kimisi benim yaşımdaki üniversiteye hazırlanan gençler; ‘sen bir aç da sergiyi, geliriz’ dediler. Son iki hafta çok sıkı çalıştığımı görünce gerçekten inandılar, tarihini filan sormaya başladılar” diyor. Eda Soylu sanatla uğraşmak isteyenler için böylesi fırsatların hiç de az olmadığı görüşünde. “Araştırmak lazım, kimse bana ‘gel’ demedi. Fırsatları da biraz kendiniz yaratmanız gerekiyor. Bir de galiba bir şeyi çok isteyince oluyor. Ben de önümüzdeki yıl okumak için yurtdışına gideceğim. Gitmeden önce bir sergi açmayı ve kendimi insanlara tanıtmayı çok istiyordum.” Eda Soylu’nun hikâyesi böyle, resimlerini merak ediyorsanız, 30 Mayıs’a kadar Galeri Kent’te olmanız gerekiyor. G Galeri Kent: (0212) 225 67 15 C M Y B C MY B