Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 ATİNA ZÜRİH (adasının) altında buzağı aramasın”. 6) Tüm metni dikkatle değerlendiren Yunan Dışişleri yetkililerinin basın mensuplarına verdikleri cevap için teşekkür etmem gerekir. Yazdıklarımı bir tek onların anlaması beni şaşırtmadı. Bizler ne diplomat ne de politikacıyız. Sadece gazeteciyiz. Haberlerimizi ve yorumlarımızı meslek etiği çerçevesinde satırlara dökeriz. Bu satırları herkes istediği gibi okur ve yorumlar. Ancak okuduklarını çarpıttıkları gün, gerekli cevabı alırlar. G murilem@otenet.gr 24 MAYIS 2009 / SAYI 1209 “Cumhuriyet” farkı... MURAT İLEM Saat gibi işleyen kent REMZİ GÖKDAĞ A slında yazıyı yazarken görev yaptığım Yunanistan’da bu kadar ses getireceğini beklemiyordum. Cumhuriyet’in hafta içi politikadan bunalan okurlarını gündemden uzaklaştırmak ve onların hoşça vakit geçirmelerini sağlamak amacıyla önceki pazar “light” bir yazı kaleme almıştım. Bilgisayarın tuşlarına vururken komşunun stresli, sinirli, her şeyden nem kapan kalemlerini unutmuş gitmişim. Yazı yayımlandı ve ardından kıyamet koptu. Cumhuriyet dergideki yazının Yunanistan’ın Ankara Büyükelçiliği basın yetkilileri tarafından çevrilip Yunan basınına servis edilmesi ile ortalık bir anda karıştı. Gazetem Cumhuriyet’in, Yunanistan’a adım attığı yirmi beş yıldan bu yana ilk defa bu kadar geniş şekilde gündeme oturması inanın beni şaşırttı. Geçtiğimiz günlerde Türkiye’de yapılan bir araştırmada son dönemde en çok konuşulan gazetenin “Cumhuriyet” olduğu ortaya çıkmıştı. Şimdi Türkiye’den sonra komşu Yunanistan’ın gündeminde de “Cumhuriyet” var. Son hafta Yunanistan’ın en çok satan tüm gazetelerinin sayfalarını Cumhuriyet gazetesi süsledi. Dışişleri bakanlığı sözcüsü bile “yabancı basında çıkan makalelere yorum yapmam” demesine rağmen zorla gaza getirilip ağzından iki kelime de olsa alındı. Bana kalırsa Dışişleri sözcüsü Yorgos Kumuçakos da biliyordu ki Cumhuriyet’teki yazı sadece bir hafta sonu yazısıydı. Ama karşısındaki meslekten canavarlar, tuttukları ipi bırakmaya niyetli değillerdi. Sonunda dediklerini yaptılar ve sözcüden tek bir cümle almayı başarı saydılar. 6 Mayıs günü Yunan yazılı ve görsel basın organlarına yansıyan haberlerin yorumları yaklaşık bir hafta sürdü. Kalemi kapan yoruma sarıldı. Mikrofonu kapan döktürdü de döktürdü. Tabii hedeflerinde ben ve gazetem Cumhuriyet vardı. Amaçları zaten belli(!) önce benimle röportajlar yapıp ardından bütün yazdıklarımı çarpıtarak sayfalarına döktürmek. Gazetecilik(!) dürtüleri ile akılları sıra beni kündeye getirecekler. Olmadı tabii. Bir hafta boyunca dördü büyük, biri orta tirajda olmak üzere beş gazete, üç televizyon kanalı ile iki radyo röportaj için çırpındı durdu. Hepsini reddettim. Bu ülkede yirmi bir yıldır görev yapıyorum. Meslektaşlarımı çok iyi tanırım. Sizin anlayacağınız kurt kapanına düşmedim. Ama aldığım duyumlara göre yazılarımı artık çok daha sıkı kollayıp takip altında tutuyorlarmış. Tutsunlar beni ilgilendirmez, bu onların problemi. Ancak şu noktaların altını önemle çiziyorum. 1) Ben o yazıyı hafta sonu hoşluğu içinde kaleme aldım. 2) Yazı içinde geçen ve “onların çok tahrik olduk” dedikleri noktalar özellikle seçilmiş değildir. 3)Yunan adasının BM statüsüne geçeceği görüşüm adanın ayrılması yönünde değil, içindeki mültecilerin yoğunluğuna dikkat çekmek amacıyla konu edilmiştir. 4) Yine bu yazıda her yıl binlerce kaçak mültecinin komşu ülkeye gelişine bir türlü engel olamayan Türk makamlarının yetersizliği anlatılmak istenmiştir. 5) Kimse “eşek U Krizden kareler Filipinler’de Başkent Manila’nın gecekondu mahallelerinden birinde, evinin önündeki kurumaya bırakılmış balıkları seyre dalan çocuk ülkedeki ekonomik zorluklar hakkında iyi bir özet sunuyor. Tanesi 15 kuruştan satılan balıklardan almaya ailesinin kazancı yetmeyecek. Ekonomik krizle birlikte Filipinlerdeki fakirlerin sayısının önümüzdeki aylarda daha da artacağı tahmin ediliyor... çağımız Zürih’e yaklaşırken yanımdaki koltukta oturan İtalyan yolculuk boyunca sayfalarını hızla çevirdiği kitabı kapadı. Sağ elini sol avucunun içine alıp sıkı sıkı kavradı ve bir şeyler mırıldanmaya başladı. İnişe hazırlanan uçağın gürültüsü artmıştı, ne dediğini duyamadım. Muhtemelen dua ediyordu. Onu bu halde görünce “Korkacak bir şey yok, dünyanın en güvenli kentine iniyoruz” demek istedim. Bu durumda birine espiri yapmanın anlamsız olduğuna karar verip uçağın penceresinden Zürih’i izlemeye devam ettim. Havalimanından çıktığımızda dünyanın en yüksek yaşam kalitesine sahip kentine ayak bastığımı sanıyordum. Yanılmışım. Yönetim danışmanlığı alanında faaliyet gösteren ve merkezi Londra’da bulunan Mercer adlı bir şirket, her yıl dünyanın 215 kentinde gerçekleştirdiği Yaşam Kalitesi Araştırması’nın bu yılki sonuçlarını 28 Nisan 2009’da açıkladı. Buna göre Zürih yaşanabilir kentler sıralamasında birinciliği Viyana’ya kaptırıp ikinci sıraya düştü. Yıllardır “en yaşanılır kent” unvanını taşıyan Zürih bu yıl SELANİK Selanik’te ilkyaz... EROL ÖZKAN İ lkyazın keyfini yaşamak için değişik ülkeleri ve kentleri gezmek en doğru seçimdir bildim bileli... Gezginci ruhların kıpırdadığı şu sıkıntılı ve gerilimli günlerde, sırt çantamla Selanik’in o eski istasyonunda trenden indiğimde yağmur çiseliyordu... Yunanistan’ın en tipik şehri olması bir yana, Atatürkümüzün doğduğu bu gizemli yerleşme İzmir’i anımsatan caddeleriyle, sokak kesitleri ve mimari dokusuyla yaşanmışlık dolu oluşunu insana her adımda hissettiriverdi. Tren istasyonundan çıkınca ünlü “Via Egnetia” caddesinde yürürken bile İzmir’in Fevzipaşa Bulvarı’nda yürüyor sanırsınız kendinizi... Önünüze çıkıveren ve onarımı yıllardır sözüm ona bir türlü bitmeyen Hamza Bey Camisi’ni göz ucu ile görür ve ondan iki adım ötedeki Bey Hamamı’nı hüzünle selamlarsınız!.. Bu son gidişimde Venizelos Meydanı’na kadar bütün yolların hızlı tren ve metro inşaatı için barikatlarla kapatılmış olduğunu gördüm. AB’den alınan müthiş paralarla hızlı ulaşım ağlarını ve yollarını yenileyen komşunun uyanıklığı(!) bununla kalsa iyi, bitmek bilmeyen Türk dönemi anıtlarının restorasyonlarıyla işler tıpkı bizdeki gibi yürüyor. Yağmurun ince çiselediği bir ilkyaz sabahının dinginliğinde, eski Türk mahallesindeki antika otelim “Orestias Kastorias”tan ayrılıp, hemen bir üst caddedeki Türk Konsolosluğu’nun bahçesindeki ulu önderimiz Atatürk’ün evini tekrar görüp, ondan sonra bir çırpıda kentin en güzel köşesi Kamara Meydanı’na süzülmek uzun sürmez... Sırada ise o ünlü anıtsal yapı “Rotunda” vardır. Zaten önünüze çıkıveren ve kentin baş köşesine, bağdaş kurmuş gibi duran ve de devasa bir silindiri anımsatan bu merkezi planlı kliseyi fotoğraflamak iki dakikalık bir iş... Ardından adını meydana vermiş ve kabartmaları aşınmış ünlü kemer arkasına saklanmış, Selaniğin en eski pastanesi “Chatzis”de bir kahvaltı yapmak ise keyiftir.. Öyle ya da böyle, Selanik’teki üniversite gençliğinin takıldığı mekânlar burada hep... “Frape”lerini yudumlayarak tavla oynayan kızların arkasındaki bir masaya ilişip ve de kendime de bir frape ısmarlayıp bakışlarım duvarda gezinirken köşedeki bir afişe takıldım. “Selanik Çağdaş Sanatlar Müzesi’ndeki İntersections” adlı bir sergiye bizden katılan İrfan Önürmen ile Yunan sanatçı Dimitris Meranatzas’ın birlikte açtıkları serginin afişi idi bu... Mayıs sonuna kadar yığınla etkinliğin yanı sıra Tomris Giritlioğlu’nun Güz Sancısı filmi de şu sırada Selanik’te sinemalarda vizyonda... Evet bir ikincilikle idare edecek. Kariyerindeki bu leke nasıl temizlenir bilmiyorum ama kent yöneticilerinin hemen bir formül bulup yaşam kalitesini eski düzeye yükseltmesi gerekiyor. Zürih sahip olduğu sıfatlardan birini yitirse de diğerlerini gururla taşımaya devam ediyor. Kentin toplu taşımacılık sistemi bunlardan biri. İsviçre, asla şaşmayan düzeniyle Avrupa’nın en düzenli işleyen ulaşım sistemine sahip. Toplu taşımacılık ağı tıpkı bir İsviçre saati gibi işliyor. En küçük bir gecikmeye tahammülü yok bu sistemin. Beklediğiniz otobüs, tren, tramvay, tam zamanında durakta. Zürihliler bir yere yetişememe gibi bir duyguyu henüz yaşayamamış. İnsanın aklına ister istemez “Bu kadar kusursuz bir kent olabilir mi?” sorusu geliyor. Zürih hakkında yazılıp çizilenleri daha iyi anlayabilmek için bu kenti keşfetmek gerekiyor. Bunun için ilk adım kent içi toplu taşım sistemini denemek. Havaalanından kent merkezine ulaşabilmek için iki seçeneğiniz var. Taksi ya da tramvay... Tıkır tıkır işleyen raylı sistemini bırakıp taksiyi tercih etmek hem pahalı hem de zaman kaybı. Havaalanının hemen önündeki tramvay durağına yönelirken benimle birlikte kalabalık bir grubun da aynı yöntemi tercih ettiğini görüyorum. Durağın dijital tabelasına göre bir sonraki tramvayın üç dakika sonra gelmesi gerekiyor. Saatime bakıyorum. İsviçre hakkında okuduklarımın beni yanıltmasını, tramvayın biraz rötarlı gelmesini de istemiyor değilim. En azından hiçbir şeyin söylendiği kadar kusursuz olmadığının bir kanıtı olacak bu gecikme. Geç gelen tramvayı zamanlamalarıyla övünen İsviçreli arkadaşlarıma kanıt olarak gösterip “Sizin de tramvaylarınız gecikiyor, bizzat şahit oldum...” diyebileceğim. Bütün bunları düşünürken tramvay geliyor. Hem de tam vaktinde. Tramvayın içinde bulunan elektronik ekranda sonraki duraklara ne zaman uğrayacağımız yazılı. Her durağa tam zamanında ulaşıp yine zamanında ayrılıyoruz. Bu durum kent merkezine kadar yol boyunca devam ediyor. Her gün bu kentte yaşayan ve hareket halinde olan yaklaşık bir milyon kişi tam zamanında istedikleri yerde olabiliyor. Trafik sıkıştı, yol kapalıydı, köprüde kaza vardı bahaneleri yok. Zaten bu nedenle nüfusun yüzde 65’i, toplu taşıma araçlarını tercih ediyor. Arabasını kullananların sayısı ise yüzde 17. Geç kalma korkusu olmayınca istasyonlarda yaşanan panik ve telaş durumları da olmuyor. Herkes ve her şey saat gibi işliyor bu kentte. G remzi@hotmail.com kafede insan neleri çok düşünür.. Ve ilkyaz yağmurunun düşündürttüğü çok şeyi nasıl anlatmalı. Ve ardından yağmur altında dolaşırken yalnızlığınız gelir aklınıza... O, camlardan süzülen yağmur damlacıklarını izlerken bir başka kafede soğuk bir biraya da hayır diyemez insan... Nedense bu Selanik hep tek başıma dolaştığım bir kent olup çıkmıştır!.. Şans eseri üç sene önceki gelişimde Erfu Meydanı’ndaki ünlü Selanik Ayasofyası’nın karşısındaki utanç anıtını da görüp ilk fotoğraflarını biz yayımlamıştık gazetemizde... İşte yine bir mayıs sabahında civardaki sokakları ve özellikle Aristotoles Meydanı’nı yağmur altında, limon ağaçlarının kokusunu içime çekerek dolaşmanın sevincini de yaşamadım değil. Aslında ilkyaz gülümsüyordu her köşede... Can sıkıntılarına karşın, balık pazarına bir göz atıp Bedesten’e kadar eski Selanik’in havasına karşın, balık pazarına bir göz atıp Bedesten’e kadar eski Selanik’in havasını soludum tekrar... Aslında acıların ve anıların şehridir demek lazım Selanik için. Şimdi haydi gelin de bir Yahudi yazarın Leon Scaky’nin Varlık Yayınları’nda çıkan “Elveda Selanik” kitabında anlatılanları anımsamayın hiç imkânı var mı? Günümüzde eski hantal mavi halk otobüslerinin gidip geldiği, bozuk telefon kulübeleriyle dolu ve her köşesinde bir börekçi dükkânıyla belleklere yerleşen ve bize çok benzeyen Selanik’in doğal dokusu çok ilginç. Pek çok Türk turistin gelmeden yapamadığı bu şehri çok seven ve sevdiren turist rehberlerinin hocası, Doç. İhsan Tunay’ın da kulağını çınlatmak lazım. İlkyazlarda her meydanında ve her sokağında bir tılsım var bu şehrin... Hele hele akşam alacalarında meyhaneler sokağı Ladadiki’nin hasır sandalyeli masalarından birine oturup da buzuki tıngırtıları eşliğinde “Uzomeze” muhabbeti yapmanız biraz tuzluya patlarsa da, aklınıza mutlaka İstanbul’daki Nevizade Sokağı’nın düşleri gelecektir... Ve düşler peşpeşe eklenir gider ilkyazlarda... Selanik’te ise sarhoşluklar anlatılmaz, sadece yaşanır... İyi pazarlar... G BRÜKSEL Kültürel farklılık Hoca’yı da etkiledi ERDİNÇ UTKU K ültürel farklılıkların bir zenginlik olduğunu düşünenlerdenim. Yabancı kökenli yurttaşların yaşadıkları yere uyum sağlamalarında temel alınacak değerlerden bir tanesi de kendi öz kültürünü tanımaya ek olarak yaşadığı yerin kültürünü de tanımak, kendi özünden bir şeyler katarak bu kültürü sahiplenmektir. Çeşitlilik bu nedenle önemli bir kavram olarak ortaya çıkmaktadır. Kendi öz kültürünü tanımayan gençlerin Belçika kültürüne açılımları kolay olmuyor. İşte bu nedenle geçen yaz tatilinde oturup 7 yaşındaki kızım Sinem’in de katkılarıyla Belçika’daki Türk çocuklarının ve Belçikalı çocukların sevimli kahramanı Saint Nicolas ile Belçika’daki Türk çocuklarının kısmen tanıdığı Nasrettin Hoca’yı sahnede buluşturan bir çocuk oyunu yazdım. Kültürel çeşitlilik anlayışım ve Şahika Tekand ustanın cesaretlendirmesi dışında oyunu yazmamı körükleyen diğer bir neden ise Belçika’da düzenlenen bir şenlikte Nasrettin Hoca’ya öngörülen role kültür sanat dünyasından bir Belçikalı tanıdığımın “Nasrettin hoca palyaço değil, o büyük bir filozof” diyerek tepki göstermesiydi. Hoca kıyafeti ile çocuklara şeker dağıtmak ve komiklikler yapmak zaten yeterince tanınmayan Nasrettin Hoca’nın daha da yanlış algılanmasına yol açıyordu. Dil bazında 3 toplum ve coğrafi temelde 3 bölgeden oluşan 3 resmi dilli bir federal devlet olan Belçika’da oyun yazmak da zor. Flaman kültüründe Saint Nicolas ata binerken Frankofon kültürde eşeğe biniyor. Oyun metni de oyunun sahneleneceği yere bağlı olarak değişiyor. Oyunun öyküsü 2009 Brüksel Çizgi Roman yılı çerçevesinde Belçika’da yaşayan ünlü Türk çizgi romancı Gürcan Gürsel tarafından çizgi roman haline getiriliyor. Bu çalışmanın 5 Haziran’da tamamlanması ve “Türkiye’de Çizgi Roman” konulu panelde sunulması bekleniyor. Önce 3 dilli tek baskı düşündüğümüz çizgi romanda 3 dili nereye sığdıracağız diye kara kara düşünürken çözümü TürkçeFlamanca ve TürkçeFransızca olarak iki ayrı baskı yapmakta bulduk. Tam dil sorununu çözdük derken karşımıza ateşek sorunu bir daha çıktı çizgi romanda. Efsanevi Gırgır’ın önemli isimlerinden Gürcan Gürsel ile çizgi romanın Flamancasında Saint Nicolas’nın ata, Fransızcasında ise eşeğe binerken çizilmesine karar verdik. Oyun metnindeki çözümü çizgi romanda da uyguladık yani. Metin çevirisi dışında bazı sayfalar iki ayrı şekilde çizildi. Gürcan “Halimize bak, biz dil sorununu halletmeye çalışırken ateşekle uğraşmaya başladık” deyince mizah yapmaya çalışırken düştüğümüz mizahi durumu özetlemiş oldu. İsterseniz Flaman Kültür Bakanlığı’nın desteği ile sahnelenen oyununun tanıtım metninden bir alıntı yapalım; Müzikli danslı çocuk oyunu “Saint Nicolas, Nasrettin Hoca ve Gülmeyen Kız” 24 Mayıs’ta Brüksel’de izleyici ile buluşacak. Konusu, yazarı, bestecisi, yönetmen ve oyuncuları ile “% 100 made in Belgium” olan oyun 2009 yılı boyunca Türklerin yoğun olarak yaşadığı 7 kentte 9 kez sahnelenecek. Anadolu’nun çıkardığı ve çocukların kahramanı olan iki ayrı kişiliğin diyalogları sayesinde çocuklara eğlendirici ve güldürücü bir şekilde iki ayrı din ve kültürden insanın hoşgörü felsefesi anlatılacak. Oyunda bir taraftan hümanizm ve insan sevgisinin önemi vurgulanırken diğer taraftan günlük yaşam kaygısı ve yaşam mücadelesi içinde sevgimizin de boyut değiştirerek o çarkın içindeki yöntemlerle ifade edildiği maddiyatçı yaşam biçimi ince bir dille eleştiriliyor. G C M Y B C MY B