22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

24 MAYIS 2009 / SAYI 1209 3 Ahlak ve vicdan arasında küçük bir kızın bedeni üzerinden büyüyen tartışma, Doç. Dr. Ayten Erdoğan’ın Adli Tıp’taki 6. İhtisas Dairesi’ndeki görevinden istifasıyla devam ediyor. Sonuca varılmayan her gün taciz ve tecavüz de sürüyor. Erdoğan ise herkesin vicdanı olduğunu ve insanlığımızı hâlâ yitirmediğimizi düşünüyor. Çarpık sistemi anlatırken çözümün sosyolojik temeline inmenin şart olduğunda ısrarlı. Engellerine bir engel daha eklendi.. Milli Eğitim Bakanlığı, “Rehabilitasyon seans değil, derstir. Derse de öğretmen girer, psikolog değil” diyerek özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde çalışan psikologların ücretlerini ödememe kararı aldı. Türk Psikologlar Derneği ise bu kurumlardaki görme, işitme, zihinsel ve bedensel engelli çocukların gelişimi için elzem olan psikologların yeniden işe alınması için savaşıyor. ŞİRİN GÜVEN Aynı hataların özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde yapılmasını istemiyoruz. Özel eğitim programları eğitimin bireyselleştirilmesi esasına dayanıyor. Bu yeni çıkan modüllerde belli paket programlar çocuklara dayatılıyor. Ve psikologlar da sürecin içinde yer almıyor. Oysa tüm dünyada durum bunun tersi, rehabilitasyon sürecinde psikologların en önemli elemanlardan biri olduğu söyleniyor.” Ya o sizin çocuğunuz olsaydı! Fotoğraf: Engin Yıldırım M ALİ DENİZ USLU 1. sayfanın devamı Peki, bu ne kadar sağlıklı? Yanıt Erdoğan’dan: “Elbette bu doğru da, sağlıklı da değil. Ruh sağlığı muayenesi gerekiyorsa, koşulları sağlayan en yakın üniversiteye gidilmeli ve muayene bir kere yapılmalı. Çünkü bu muayene sorgu gibi defalarca yapıldığında çok hırpalayıcı olabiliyor. Travmalar artarken de taciz ve tecavüz sürüyor. Hatta tüm bunları düşünürken kendi ruh sağlığımın bozulacağından korktum. O zaman onlara nasıl yardım edebilirdim?” KAHRAMAN VE HEDEF Erdoğan, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi’nde görevli. Batı Karadeniz’in tüm vakalarını gördüğünü anlatıyor. Türkiye’deki Adli Tıp Kurumu sisteminin dünyada başka bir eşi olmadığını kinayeli bir şekilde söylüyor. Ona göre, Hüseyin Üzmez olayı bir kırılma yarattı. Şu an dava sürdüğü için konuşmak istemiyor, ama bu davanın kanunun uygulamadaki açıklarını göstermesi açısından çok önemli olduğu görüşünde. Aldığı tehditlerden de yılmıyor. “Kendimi koruyorum, ama bu sırf kendim için değil. Çünkü bana bir şey olursa bu savaşı verecek kimse kalmayacak ve her şey unutulup eski haline dönecek. Aslında ben sıradan bir iş yaptım, doğruyu söyledim. B.Ç. vakasında yaptığım yeni bir şey değildi. Şimdi doğru yapmaya çalıştığım işim yüzünden hem kahraman, hem de hedef oldum. İkisinden de çok rahatsızım” diyor. “Adli Tıp’ta da karşı çıkışlarım hoş görülmedi. Susturulmak istendim, açıklarım kollandı. Şimdi işin rengi değişti”. Evet değişti, Erdoğan çocuklarım dediği taciz mağdurlarını kimseye bırakmadı. Bizim de bırakmamamız konusunda ısrarcı. Sözlerine de aynı inatla devam ediyor, belli ki anlatacak çok şey var. Durumu, “Çocukların muayenelerinde ayrı bir odada, yalnızca ben ve psikolog eşliğinde devam etmesi konusunda önüme çıkarılan tüm zorluklara rağmen hiç taviz vermedim. Çok tartıştım, kavga ettim geri adım atmadım. Genel kurul sistemimiz zaten sorunlu. Tartışmalı raporlar da 50 kişilik bu kurulda değerlendirildi. Düşünsenize, orada bir oda hazırlanıyor, çocuk uzmanları görmüyor belki, ama 50 kişinin orada olduğunu biliyor. Onlarca utanç dolu soruya cevap vermek zorunda kalıyor. Bu çocuk için korkunç bir travma” diye özetliyor, “Tecavüzcüsü ile çocuğun aynı otobüste seyahat ettiği bir sistemle yaşıyoruz. Siz bu korkunun ne olduğunu bilir misiniz? Hiç sanmıyorum”. Türkiye’de çocuk istismarı yaygın ama üstü örtülüyor. Erdoğan, kendisine gelen vaka sayısıyla örtbas edilenleri oranlamanın korkunç bir rakam vereceğini düşünüyor. Bir de son taciz davasında gündeme geldiği gibi çocukların cinsel taciz ve istismardan etkilenip etkilenmediğinin tartışılmasına kızgın. Bir televizyon programında yaşadıklarından örnek veriyor: “Annelerle söyleşi yapıp, çocukların cinsel istismardan korunmasını tartışıyorduk. 3540 yaşında, birçok yetişkin aradı, dört, beş yaşlarındayken yaşadıkları cinsel istismarı sesleri titreyerek anlattı. Çünkü hâlâ etkisindeydiler. Belli ki unutmaya çalışmışlar, unutamamışlardı. Şimdi ‘Ruh sağlığı bozulur mu, bozulmaz mı’ diye soruluyor. Tecavüze, cinsel istismara uğrayan bir çocuğun ruh sağlığı nasıl bozulmaz? Ruh sağlığını bozmadan tecavüz etmenin bir yolu mu var? Varsa açıklasınlar, bilim dünyası da bilsin. Tüm uzmanların ortak görüşüdür, bir çocuk taciz ya da tecavüze uğramışsa ruh sağlığı bozulur, etkilenir”. Nasıl mı? “Bir kızın bakireliğini bozarsam başım büyük belaya girer” zihniyeti küçük kız çocuklarını bir anlamda cinsel tacizden korurken, erkek çocuklarını hedef haline getiriyor. Bu çifte sapkınlığın nasıl bir tercih mekanizması kurduğunu görmek acı verici. 1215 yaşında ise oranlar değişiyor. Kızların ergenliğinde bedenleri cinsel obje olarak algılanır duruma geliyor, ama ruhları çocuk kalıyor. Kadın bedenindeki bu çocuklar da tacizleri çok sarsıcı yaşıyor. DİNİ SUİİSTİMAL ETMEK Çözüm mü? Ortada sosyolojik bir durum var. Erdoğan çözümün temelde olduğu görüşünde. İşin sosyal ve sosyoekonomik derinliklerine inilmesi de şart, “Tayland bunun en güzel örneği. Bu, bizde de sıkça rastlanan bir durum. Bir ailenin 12 yaşındaki kızını para karşılığı bir adamın cinsel istismarına göz yumacak şekilde ortada bırakması da buna dahil” diyor. Erdoğan’ın bir de önerisi var. Türk Ceza Kanunu’ndaki 103\6 maddesinin değiştirilmesini istiyor. Eğer ruh sağlığı bozulmuşsa 15 yıldan başlayan cezalar söz konusu. Bozulmamışsa üç ile sekiz yıl arasında cezalar öngörülüyor. Bu soruyu kaldırıp cezayı 10 yıl sınırında bırakmak da yeni düzenlemelerin arasında. Erdoğan buna da karşı, “Cezayı hafifletmenin anlamı yok. Böyle olacaksa hiç değişmesin daha iyi” diyor. Ahlak ve vicdan arasında küçük bir kızın bedeninden tüm bunları konuşmak, yorumlamak ve anlamlandırmaya çalışmak elbette çok zor. İşin farklı boyutları durumu daha da zorlaştırıyor. Ona göre dini suiistimal etmek de bunun başında geliyor. Yine de Erdoğan’ın bazı şeyleri değiştireceğine dair umudu güçlü. “Çok şey değişecek. Çünkü savcılar, hâkimler ve avukatlar da bundan şikâyetçi. Herkesin vicdanı var ve insanlığımızı hâlâ yitirmedik” diyor. Umalım ki o haklı çıksın. G ÇOCUK İSTİSMARI YAYGIN Erdoğan’a göre çocuklarda 15 yaşını bitirene kadar cinselliğin anlam ve sonuçlarını değerlendirme yeteneği gelişmiyor. Çünkü değerlendirme iradesi 15 yaşında öğreniliyor. Bundan dolayı Türk Ceza Kanunu, 15 yaşını doldurmamış çocuklarla cinsel yakınlığı suç sayıyor ve cezalandırıyor. Erdoğan, kanunun güçlü ancak uygulamada yetersiz olduğu görüşünde. Yetersizlik ise cezanın ağırlığını ruh sağlığının bozulması kriterine bağlamasından doğuyor. Çünkü bu suiistimale çok açık. Bu açık da “ruh sağlığı bozulmadan taciz ve tecavüz mümkün” anlamını taşıyor. Erdoğan, çocuk psikiyatristinin bu durumlarda “ruh sağlığı bozulmadı” raporu veremeyeceğini söylüyor. Uzman olmayan kişilerin dış görünüşle, çok temel tepkilerle ruh sağlığının etkilenmediği kanısına varmalarının da tehlikeli sonuçları olduğunu özellikle belirtiyor. 16 yaşından küçük çocukla ilişki kurmanın tıbbi tanımı pedofili. Ona eşlik eden sosyal sorunlar da cabası. Erdoğan ilginç örnekler veriyor. Mesela Türkiye’de 12 yaşın altında erkek çocuklara cinsel istismar oranı yüksek. Bu oran Türkiye’ye özgü. İşin altında yatan ise çok daha zor algılanır bir gerçek, çünkü oranı yükselten “bakirelik”. illi Eğitim Bakanlığı geçen günlerde oldukça değişik bir genelge çıkardı. Talim Terbiye Kurulu’nun 27 Mart 2009’da yayımladığı genelgeye göre özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinde çalışan zorunlu personele ilişkin yenilemeler yapıldı ve psikologlar bu sürecin dışına itildi. Şimdiye kadar devlet tarafından ücretleri ödenen özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerindeki çalışanların arasında artık psikologlar yok. Yani psikologlara en çok ihtiyaç duyulan yerlerde ancak kurum kendi karşılamak isterse engelliler psikolojik destek görebilecek. İşin açık hali, görme, işitme, zihinsel ve bedensel engelli olanlar, dil ve konuşma güçlüğü çekenler ve yaygın gelişimsel bozukluk gösterenler artık ya hiç, ya da çok sınırlı oranda psikologla görüşebilecek. Bu konuda hemen harekete geçen kurumlardan biri Türk Psikologlar Derneği oldu. Genelgenin geri çekilmesi için bir imza kampanyası başlattılar. Şimdiyse açtıkları davanın lehlerine sonuçlanmasını bekliyorlar. Türk Psikologlar Derneği Özlük Hakları Komisyonu Temsilcisi Tuçe Ataş Önç, Milli Eğitim Bakanlığı’nın Tuçe Ataş Önç. yaklaşımının işlev yetersizliği olan bireylerin eksik kaldığı bazı alanlarda eğitim ve öğretim vermek olduğunu söylüyor. Oysa bütün dünyada buna ek olarak bilişsel, sosyal, duygusal, davranışsal ve psikolojik olarak sorunlara eğilme ve bu alanlarda onları geliştirmeye uğraşılıyor. Yani rehabilitasyon süreci sadece eğitimsel bir şey değil, aynı zamanda terapi de içeriyor. Yurt dışında psikologlar, psikoterapistler, pedagoglar, psikiyatristler, sosyal hizmet uzmanları, fizyoterapistler, iş uğraşı terapistleri ve özel eğitimciler zorunlu personelin arasındayken Türkiye’de ise rehabilitasyon merkezlerinde sadece sınıf öğretmeni ve ‘zihinsel engelli öğretmenleri’nin zorunlu personel statüsünde olduğunu hatırlatıyor ve ekliyor: “Psikologlar diyaliz merkezlerinde ve huzurevlerinde zorunlu personel olmaktan çıkarıldılar. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı anaokullarında da psikologlar zorunlu eleman değil artık ve ayrıca sorumlu müdür de olamıyorlar. SIRA PSİKOLOGLARDA... Önç daha önce Sosyal Hizmetler’e bağlı olan özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerinin Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmasıyla birlikte ciddi sorunlarla yüzleşildiğini vurguluyor. Bu süreçle birlikte dünyadaki bilimsel yaklaşımlardan ayrılmalar yaşandığını anlatıyor: “Bakanlık ‘Rehabilitasyonlar seans değildir, derstir. Derse de öğretmen girer. Psikologlar öğretmen değildir. Dolayısıyla da eğitimle ilgili hiçbir alanda yer alamazlar’ gibi bir yaklaşım izliyor. Oysa bu çocukların bir kısmı okula da devam ediyor ama okulda öğrenemiyorlar, gelişemiyorlar, arkadaşlarıyla iletişim kuramıyorlar ve içlerine kapanıyorlar. Bu çocukların zaten özel eğitim merkezlerine gönderilmelerinin sebebi bu. Bunun ciddi büyük bir toplumsal sorun olduğunu düşünüyoruz.” Engelli bireylerin işlevselliğini en üst düzeye çıkarmaya çalışan, onları sosyal, duygusal ve davranışsal olarak topluma adapte etmeye uğraşan psikologların rehabilitasyon merkezlerinde yer almaması engellilerin bazı yaşamsal gereksinimlerinden mahrum bırakılması demek. Bu konuda daha önce yapılmış girişimler de var. Fizyoterapistler de aynı şeylerle yüzleşmiş ve onların yerine beden öğretmenlerinin seanslara gireceği söylenmişti. Ancak fizyoterapistler açtıkları davayla haklarını geri kazanmışlardı. Şimdi sıra psikologlarda... Onlar da davanın lehlerine sonuçlanmasını ve engellilerle ailelerinin hayati önem taşıyan psikolojik destekten mahrum kalmamalarını istiyorlar. Yıllardır bu konularda bilimsel çalışmalar yapan ve uygulayıcı olarak çalışan psikologlar sesleniyorlar, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ve gerekli kurumların bu yanlışı görmeleri ve gerekli düzeltmeleri yapmaları için... G İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Yayın Yönetmeni: Ayşe Yıldırım Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı / Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Dilşad Özkaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 74/ 75 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri/Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/ İstanbul Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. (cumdergi@cumhuriyet.com.tr) C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle