Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
12 19 NİSAN 2009 / SAYI 1204 Beynim mi aç bedenim mi? DENİZ YAVAŞOĞULLARI “Yemek ve yaşamak birbirinden ayrılmaz ikiliyken, birini öbüründen ayırmaya çalışmak hemen her zaman kişiyi zorlar. Büyük bir motivasyonla başlayan bu çaba kısa sürede hayal kırıklığı ve mutsuzluk üreterek kişinin yaşam kalitesini olumsuz etkiler. Ve yine başa dönülür, yaşam kalitesi mahrum kalınan lezzetlerle yeniden onarılır. Bu kısır döngü çoğu kişiye çaresizlik duygusu yaşatırken ‘ben’lik imajını da zedeler...” diyor, Uzman klinik psikolog Vahide Ersü. Bu durumu yaşayanlara da bir öneri sunuyor; bu adı “Hoşça Kal Sevgili Kilolarım” olsa da, metabolizmanın, kalorilerin, egzersizlerin konuşulmayacağı bir grup terapisi... Amaç fazla kalorileri hesaplamak yerine, kişinin içindeki yoksunlukları, yemekle ilişkisini ortaya çıkarmak. Ersü, ancak anladığımız ve kabullendiğimiz şeyler üzerinde değiştirme gücümüz olduğunu söylüyor. Vahide Ersü’yle bu ilginç terapinin ayrıntılarını konuştuk. Psikolojinin yemek yemek üzerindeki etkisi nedir? Bu aslında kişiye göre değişiyor. Genelde kişi çok üzülünce kilo verebiliyor. Büyük bir kayıp veya yas yaşayan, bununla baş etmeye çalışan kişi kendini dışarıya kapatıyor. Dışarıdaki hiçbir şeye ilgisi olmadığı gibi yemeğe de ilgisi kesiliyor. Bir de üzüldüğünde de sevindiğinde de yiyen, “duygusal yiyiciler” var. Bunlar yemeği uyuşturucu gibi görüyor. Yasla, yiyerek baş ediyor. Bu konuya nasıl ilgi duydunuz? Aynı zamanda diyet uzmanıyım, master tezimin konusu obez çocukları diyetle, bir de diyetle beraber psikoterapiyle zayıflatmak üzerineydi. İkinci gruptan daha olumlu sonuçlar aldık. Bu psikoloji okumadan önceydi. Şu an kendimi diyet uzmanı olarak görmüyorum, ne zamandır o işi yapmıyorum. Ama sonuçta kilo, hem gelen hastaların, hem çevremdekilerin özellikle de kadınların yaşadığı genel bir sorun. Sürekli bir zayıflama çabasındalar, bunun için büyük paralar harcıyorlar ama sonu sıklıkla hüsran oluyor. Üstelik başladıkları yerden kendilerine güvenleri daha da yıpranmış bir şekilde geriye gidiyorlar. Bu grup terapisinde süreç nasıl gelişiyor? Hangisi yemek yemek istiyor, duygu bedeniniz mi, fiziksel bedeniniz mi? Yoksa asıl ihtiyacınız yemek değil mi? Nirengi’de uzman klinik psikolog Vahide Ersü’nün yürüttüğü “Hoşça Kal Sevgili Kilolarım” grup terapisinde her şey bu soruyla başlıyor. Vahide Ersü. Fotoğraf: Uğur Demir Bu terapide bir duygu beden, bir de madde beden olarak iki bedenden bahsediyoruz. Duygu bedenin ihtiyacı karşılanmamışsa, kişi bu ihtiyacı yemekle dolduruyor. Aslında fiziksel bedenini doyuruyor ama farkında değil. Mesela mutsuzsak onu aldığımız lezzetle uyuşturabiliyoruz. Bir de olayın kendini var etme boyutu var, varoluşçu boyutu. Benim ilgi alanıma aslen bu giriyor. Biri eğer seçimlerini ihtiyaçlarını karşılamaya yönelik yapmıyorsa, içinde varoluşsal vakum gibi bir boşluk oluyor ve içine bir şeyi çekiyor. Bu en çok da yemek oluyor. Yiyecekle insanın arasında bir ilişki var. Ona bakıyor, dokunuyor, içimize alabiliyoruz, haz veriyor, itiraz da etmiyor. Varoluşsal boyutta yapamadığımız seçimlerin boşluğunu aslında “yapmışız” gibi yemekle dolduruyoruz. Bu bilinçli yapılan bir şey değil. Tamamen bilinçaltı kaynaklı... Bu konuda örnek olarak verebileceğiniz bir olay var mı? Tabii. Mesela, bu konuda terapiye gelen, kilo sorununun yanı sıra mutsuz evliliği olan bir hastam vardı. Bu evlilikten çıkıp yoluna devam edebilirdi ama sırf çocuğu için evliliğini bitirmemekte diretiyordu. Terapi sürecinin sonuna doğru, bir anlık bilinçli olarak düşündüğü ve sonradan da bilinçaltına bastırdığı bir anısını tesadüfen hatırladı. Meğer bir gün kendi kendine “Bak kızım kilo al, ne başka birine bakabil ne de başka biri sana bakabilsin, bu evliliğe devam etmek zorunda kal” demiş! Yıllar sonra onu gördüm, çok kilo vermişti. ZAYIFLAMAK İSTİYORUM Ancak anlattığınız kişi kilolarından kurtulmayı da bir o kadar istiyor, bu nasıl oluyor? Seçimleri farkında olsak da, olmasak da biz yapıyoruz. Mesela sık sık “Zayıflamayı çok istiyorum ama bir türlü yapamıyorum” lafını duyarız. Bunu diyen kişi aslında çok samimi, gerçekten istiyor ama bilinç düzeyinde istiyor. Oysa bilinçaltı da bir başka ihtiyaca göre çalışıyor; acıyı uyuşturma ihtiyacı. Bilinçaltı sevgisizse, doyumsuzsa ya da kendisi için olacak seçimlere açsa, bilinç düzeyi istediği kadar “Ben incelmek istiyorum” desin, diğeri daha temel ihtiyaç olduğu için işe yaramıyor. Tabii, sonuçta yine kendini doyuran fiziksel beden oluyor. Gerçek ihtiyaçlar ise doyurulmuyor. Sıkıntıdan yemek de bunun gibi bir şey mi? Evet, tabii ki! Sıkıntı da boşluktur, ne yapmak istediğini bilmemektir. Ancak dediğimiz gibi, kalıcı sorunları bundan daha ciddi boşluklar yaratıyor. Bu terapide kişideki boşluğun ve gerçek ihtiyacın ne olduğu nasıl ortaya çıkarılıyor? Süreç şöyle gelişiyor. İlk olarak katılımcılardan buzdolaplarına “İstediğim her şeyi yiyebilirim” yazan bir şey yapıştırmalarını istiyorum. Ertesi hafta “Yazıyı koyamadım” diye gelen çok oluyor. “Evdekiler ne diyecek?” ya da “Bütün dolabı yiyip bitirmekten korktum” diye yapamadıklarını söylüyorlar. Burada dışarıdaki insanları ne kadar önemsedikleriyle ve kendilerine izin verememeleriyle yüzleşiyorlar. Önce kişi kendine “İstediğim her şeyi yiyebilirim” diye izin vermeli. Sonra “Bu yemek hangi bedeni mi doyuruyor?”, “Açlığımı doyurmak için mi, başka birşey için mi yiyorum?” sorularını sormaya başlıyor. Kişi, duygusal bedenini beslediğini fark etmeye başlayınca da ihtiyacının ne olduğuna yöneliyoruz. Genelde ne gibi nedenler, ihtiyaçlar ortaya çıkıyor? Çocukluktan gelen yoksunluklar; sıcaklık, sevgi ve görülmemişlikle çok karşılaşıyoruz. Görülmeyen bir çocuk beden olarak büyümek istiyor ya da içerdeki kız çocuğu kadın olmaktan, acı çekmekten korkuyor ve içindeki kadını dışındaki kilolarla saklıyor. Tabii bunlar bilinçle yapılan şeyler değil! Örneğin ilk terapimizde grubun genelinde anne faktörüyle ilgili sorunlar ortaya çıktı; onları koşulsuz seven, kabul eden anneleri olmadığı ve sonrasında da kendilerinin de böyle anneler oldukları. Kimler ilgi duyuyor? Kadınlar. Erkeklerden ilgi yok. Oysa ki kadın ve erkeği bir araya getirerek bu terapiyi yapmak çok faydalı olabilirdi. G Efsanenin canlı kayıtları L eonard Cohen’in Londra’da verdiği efsanevi konserin kayıtlarından oluşan “Leonard CohenLive In London” yayımlandı. DVD ve çift CD olarak iki ayrı şekilde hazırlanan albüm sanatçının 12 Temmuz 2008’de Londra O2 Arena’da verdiği konserin canlı kayıtlarından oluşuyor. Müzik yazarları ve yorumcular tarafından 80’den fazla “beş yıldızlı” eleştiri alan “Live In London”, sanatçının 40 yılı aşkın süreye yayılan repertuvarında yer alan sevilen şarkılarını içeriyor. Sanatçı son olarak 2004’te 11. stüdyo albümü “Dear Heather”ı yayımlamıştı. G C M Y B C MY B