17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

24 AĞUSTOS 2008 / SAYI 1170 7 Müzik bizim terapimiz... Ali Deniz Uslu D Moğol otlaklarından yükselen ezgiler Zekeriya S. Şen oğolistan’ın zengin ve bir zamanlar dünyaya hükmeden en büyük ordusuna sahip, derin bir tarihi var. Bu süreçte sanat, el işleri ve dünyanın başka yeri ile kıyaslanamayacak kadar özgün müzik yeteneklerini geliştiren Moğollar, şarkılarında özellikle ülkelerinin doğasından esinlenmişler. Şarkılarını genellikle güzel kadınlar için değil, hayvanları için söylüyorlar, atlarına gitmelerini veya durmalarını melodi ile anlatıyor, keçilerini şarkı ile güdüyorlar. Uluslararası alanda tanınmayan bu müzik dehlizi, müzikseverlere yavaş yavaş ulaşmaya başladı. Bunlardan biri de World Music Network’un Introducing serisinden çıkan Hanggai adlı ekibin albümü. Geleneksel Moğol folk ezgilerini kusursuz enstrümantal yapılandırmalar ile Batı temalı bir forma oturtup pop ve folk kulvarına sokan ekip, Moğolistan’ın ünlü geleneksel şarkıcısı Norovbanzad’ın kendi başına gerçekleştirdiği kültürel bayrağı devralıyor. Geleneksel Moğol müziği çoğunlukla insan sesine dayalı olsa da zaman zaman çok çeşitli müzik aleti de kullanılır ve altı kişiden oluşan Hanggai “Intoducing Hanggai” adlı yeni çalışmasında bu unsurları ön plana çıkartıyor. Grubun temelini morin khuur olarak bilinen at yelesinden yapılan kemençe, iki telli bir nevi ud olan tobşur, zo ve damar gibi vurmalı çalgılar oluşturuyor. Grubun patronu ve beyni Ilchi kariyerine bir punk grubunda atılsa da dinlediği 2.300 yıllık geçmişe sahip Khoomii olarak bilinen geleneksel Moğol gırtlak parçaları sayesinde bu tarz ile ilgilenmeye başladı. Araştırmalarını geliştirmek için orta Moğolistan’a seyahatler yaptı. Hem ata müzik kültürünü öğrendi hem de Hanggai ekibinin üyeleri ile tanışarak bu genç grubun temellerini attı. Geleneksel folk formlarını modernleştirmek bazen fiyasko ile sonuçlanabilir ancak Hanggai de bu söz konusu değil, çünkü ekip gelenekselliğin tüm enerjisini korumayı başarıyor. Başarılı Batılı prodüktör Robin Haller ve Matteo Scumaci’nin elektrik gitar, bas ve elektronik dokusal katkısı ise tam bir otantik ve doğal harmanlama gerçekleştiriyor. Antik Moğol dilinde dağ, ağaç, göl ve mavi gökyüzünü tanımlayan bir kelimeden adını alan Hanggai ilk uluslararası albümünün açılışını sakin ancak etkili “My banjo and I” parçası ile yapıyor. “Yekul Song” gırtlak melodilerinden güzel örnekler sergiliyor. Zenginden çalıp fakire dağıtan beş kahramanı anlatan “Five Heroes” monoton gırtlak sesine yüksek ve düşük ıslık benzeri manipülasyonlar eklenerek dinleyene bilinmeyen bir dünyanın kapısını aralıyor. Parçalar Moğolca olmasına rağmen barındırdığı öyküsel hikâyeciliği hissediyorsunuz. Vokal armonileri içeren “Lullaby” (Borulai) Moğolistan’ın otlaklarından bir ninniyi bizlere ulaştırıyor. “Drinking Song” şüphesiz Hanggai’nin içkili olduğu bir gece kaydedilmiş ve sonra aranje edilmiş doruk anını yansıtıyor. Albümün en dikkat çeken, heyecan verici parçası, dinleyeni bir İrlanda barına götüren dans ve kelt ezgileri içeriyor.G [email protected] M aniska grubunun temelleri bir internet şirketinde atılmış, grup elemanlarının arasında küçük yaşlardan beri müzikle uğraşanlar da var müziğe yeni başlayanlar da. Grubun ilk isimi Swtch’miş. Bu isimde başka bir grup olduğunu öğrenince isimlerini Daniska yapmışlar. Hafta sonları stüdyoda toplanıp eğlenirlerken kendilerini sahnede bulmuşlar. Çalıştıkları Mynet şirketi onlara sponsor olup sahne imkânı vermiş. Onlarda o gün bu gün sahneden inmiyorlar. Biz de grup üyeleri Mezağo Yediç, Can Köne, Başar Ataman, Baran Dilber, Bülent Turhan ile konuştuk. Daniska’nın hikâyesi nedir? Baran: Bizim hikâyemiz aynı şirkette çalışmamızla başladı. Hepimiz Mynet’teydik. Bir tek Bülent yoktu. Benim müzikle ilişkim iyi bir dinleyici olmaktan öteye gitmiyordu. Başar’ın baskısı sonucu müziğe başladım. Onun stüdyo kültürüne hâkimiyeti ve beni peşinden sürüklemesiyle müzik kanıma girdi. Şirketin içinde doğan bir müzik grubu olduğumuz için şirket bize birkaç konserimizde sponsor oldu. Can: Benim derdim çalışırken müzik yapabilmekti, çünkü bundan çok keyif alıyordum. Bülent’le de ortaokul arkadaşıydım. Dostluğumuz müzikle başlamıştı, lisede müzik yarışmalarına katılmıştık, blues çalmaya çalışıyorduk. Bülent: Ben gruba Can’ın sayesinde son eleman olarak girdim. Üniversitede müzikten ve birbirimizden uzak düştük, ama müzik bizi yeniden bir araya getirdi. Mezağo: Ben gruba yoğun ısrarlar üzerine katıldım. Onlar hafta sonları buluşup stüdyoya girmeyi bir gelenek haline getirmişlerdi. Repertuvarınızda Portishead, Manic Street Preachers, Lynyrd Skynyrd, Pj Harvey, Tori Amos, Black Sabbath, Weezer, Garbage gibi pek çok isim var. Cover parçaları nelere göre seçiyorsunuz? Bülent: Tolga Sağlam isimli fahri menajerliğimizi yapan bir dostumuz var. Bizimle bizden çok ilgileniyor, müziği de iyi bilen biri. Parça seçiminde bize çok destek oldu, şarkıların çoğunu da o önerdi. Başar, Can ve ben genelde sert müzikler dinleriz, yani rock, heavy metal ve blues ağırlığımız daha fazla, ama genelde çok geniş bir yelpazede müzik dinliyoruz. Sahnede çaldığınız şarkıların dengesini nasıl kuruyorsunuz? Bülent: Seyirciden aldığımız elektrik bizi yönlendiriyor. Önce kendi zevkimiz, sonra da dinleyicinin duymak istedikleri ve en sonunda hep birlikte keyif aldıklarımızı çalıyoruz. Başar : Müzikal uyuşmazsızlıklar elbette var, ama herkes kendi bildiğini okuyor, Güzel olan bunun yorumumuzda sırıtmaması. Şarkı yorumlamak sancılı bir süreç, çünkü bar çok etkileşimli bir ortam. Gelenler bildiğini duymaktan yana, eşlik etmek istiyor. Beste yapmada ne durumdasınız? Bülent: Grubun kendi sesi de rock sounduna yakın. Beste çalışmalarımız da sürüyor. Pamuk gibi sözlerle hafif batı rock yapmayacağımız da kesin. Zaten zorlama işlerden uzak duruyoruz, fazla profesyonel olmadığımız için de çok özgürüz. Gruplar çıktığı mekânlar ile özdeşleşir. Pulp da sizinle anılmaya başlıyor. Bülent: Biz de o yolda emin adımlarla ilerliyoruz. Pulp’ın enerjisini de, seyircisini de seviyoruz. Can: Pulp ile karşılıklı özveri içindeyiz. 22 şarkılık bir program sunuyoruz. Seyircinin dalgalanmasına göre listemizi değiştiriyoruz. Hakkını veremediğimiz şarkıları çalmıyoruz.G Vokalde ürün yöneticisi Mezağo Yediç, gitarda yazılım mühendisi Can Köne, gitarda arayüz tasarımcısı Başar Ataman, geri vokalde yazılım yöneticisi Baran Dilber, davulda sistem mühendisi Semih Başar, basgitarda ise makine mühendisi Bülent Turhan var. Bu grubun ismi “Daniska”. Onları Pulp’ta dinleyebilirsiniz... Soldan sağa: Baran, Başar, Semih, Mezağo, Bülent ve Can. Fotoğraf: Vedat Arık Yeni isminiz “Daniska”. Neyi anlatıyor bu isim? Başar: Bu isim tamamen uydurma bir şekilde çıktı, hatta ilk önerdiğimde gitarist yoldaşım Can dışında herkes reddetti, ama zamanla herkesin içine sindi. Daniska bir şeyin çok iyisi ya da çok kötüsü anlamında kullanılan bir sıfat. Yani iyi kötü bir şeyi pekiştiriyor. İlk hangi şarkıyı söylediniz? Mezağo: İlk şarkım Vega’dan “Desem de inanmaydı”. Yani epey amatördüm, bu grup hepimiz gibi benim için de büyük bir fırsat oldu. Stüdyo sürecinde çalıp söyleyebildiğimizi görünce de iyiden iyiye müziğe başladık. Elbette müzikteki inişleri ve çıkışları tam veremiyorduk, şimdi çatır çatır çalıyoruz. Şirketteki yoğun çalışmadan sonra bir de müzik için birliktesiniz. Bu nasıl bir ortaklık? Can : Şirket ortamında hayat verdiğimiz bu grup bize ilaç gibi geldi. Hafta sonları stüdyoya kapandığımızda rehabilite oluyoruz. Stres, İstanbul’un kaosu falan kalmıyor orada. Yani stüdyo mesaimiz bir çeşit meditasyon. Müziğin istenmeyen çocukları Aslı Borucu nların derdi ne piyasaya yönelik besteler yapıp para kazanmak, ne de rock dünyasının yakışıklı simaları olarak bilinmek. Sadece sesli düşünmek, şarkı söylemek, hissetmek istiyorlar. Hidayet Can Özcan (vokal), Caner Öner (bas gitar), Caner Akova (gitarlar) ve Kuzey Ekrem (davul)’den oluşan 80Kalibre inatla kendi sesini duyurmaya devam ediyor. Grup nasıl kuruldu? Hidayet Can Özkan: İlk önce Caner’le beraber Dergidene adlı grupta çalmaya başladık. Dergidene grubunun vokali Damla Cankurtaran sesimi denememi önerdi. Ümit Yüceltaş’la (davul) beraber bir deneyelim dedik. Sonra Andaç Karabulut’la karşılaştık, tarzını sevdik. Biz de zaten 80’ler kafasındaydık. Ümit, Andaç, ben, Caner birlikte grubu kurduk. Okulda bir sürü projede birlikte çalıştığım Alp Soğancı’yı da aldık, çalışmalara başladık ama grup üyeleri sürekli değişti. Sonra Caner Akova geldi (gitar). Özellikle davulcumuz çok değişti. Hem teknik açıdan hem de disiplin açısından bize yeterli gelecek birisini aradık. En sonunda Kuzey‘i bulduk . Yaptığınız müziği “heavy metalin yurdumuz örf ve âdetleriyle harmanlanmış biçimi” olarak tanımlıyorsunuz. H. Özkan: Türkiye’de küçük heavy metal, trash grupların hepsi alkol, seks, uyuşturucu gibi bize uymayan şeylerle anılıyorlar. Böyle şeylerle işimiz yok ve bu kültür Avrupa’dan geliyor. Caner Akova: Örf, âdet derken büyüklere saygı, küçüklere sevgiden bahsetmiyoruz. Örf, âdet yerine kültür kelimesini kullanmak daha doğru. Kültürümüzün yaptığımız müzik üzerinde etkisi çok fazla. H. Özkan: Biz tamamen heavy metal yapamayız, çünkü Avrupa’da doğmadık. Toplumda deneyimlediklerimizi kullanarak müzik yapabiliriz. C. Akova: Yaptığımız müziği aslında myspace ve diğer sitelerde Türkçe Metal olarak adlandırıyoruz. O Onların müzik ne para ne de yapma nedeni, şöhret. Sadece ve isyanlarını sesli düşünüyor dillendiriyorlar. İşte karşınızda 80Kalibre... H. Özkan: Böyle tanımlamalar yapınca da faşist falan diyenler var, ama alakası yok.. Müzikal açıdan Pentagram ile çok fazla benzetiliyorsunuz. H. Özkan: Tek benzerliğimiz onlar gibi oryantal gamları kullanmamız. Türkiye’de bu müziği ilk onlar yaptığı için benzetilecektir. Biz yepyeni bir müzik tarzı yaratmadık. Ağır eleştirilere maruz kalmamak için çıkartacağımız demoda bu tarz şarkılar olmayacak. C. Öner: Öyle bir duruma geldi ki eleştiriler… Sanki Pentagram‘ın müziklerini alıp üzerine başka sözler yazıyormuşuz gibi… C. Akova: İnsanlar çok büyük emekler, büyük paralar harcayıp beste yapıyorlar ama o besteler birkaç forumdaki ağır eleştiriler arasında eriyip gidiyor. İlk parçalarımızdaki DoğuBatı sentezi bilinçli olarak yapıldı. Türk insanına en çok hitap edecek şey Doğu müziğidir, biz de sempatik görünmek istedik. Konserlerinizde cover çalmamanızın belirli bir sebebi var mı? H. Özkan: Çok fazla bestemiz olduğu için covera zaman kalmıyor, aslında. C. Akova: Türkiye’de amatör bir grupsanız, tanınmanın en iyi yolu cover çalmaktır. İyi eleştiri alma ya da değerlendirme ölçünüz coverdır ama bu, grubun sounduna ne kadar katkı yapar ki? Biz insanlara kendi yaptığımız müziği tanıtmaya çalışıyoruz. Önemli olan Metallica’nın, Dream Theatre’ın şarkılarını ne kadar iyi çaldığımız değil. Cover çalmadığımız için tepki çektiğimiz de oldu ama insanlar bizi kabul edene kadar kendi bestelerimizi çalmaya devam edeceğiz. H. Özkan: Cover yaparak bir yerlere gelen gruplar var ama bizim gelmek istediğimiz nokta orası değil. Barlarda çalmama sebeplerimizden biri de bu. Sahnede kendi bestemizi çalarken arkadan birisi “Slayer” diye bağırıyor. Bu çok sinir bozucu. Neredeyse tüm şarkı sözlerinizde güçlü bir isyan var.Sanki kafese kapatılmışsınız ve oradan çıkmanızı engelleyen şeyler var. Bu çaresizlik nereden kaynaklanıyor? H. Özkan: Sözleri yazarken hep birlikte düşünüyoruz. Ben önce bir taslak hazırlıyorum. Benim yaşadıklarımı kısmen arkadaşlarım da yaşadığı için beni anlayabiliyorlar. Çaresizliğimiz gerek ailevi, gerek yaşadığımız ilişkilere dair. Türkiye’de inatla müzik yapmaya çalıştığımız için zaten çıkmazın içindeyiz. Soldan sağa: Caner Akova, Hidayet Can Özkan ve Caner Öner. C. Akova: “Kurtul Zindanından” gibi kimi şarkılarımız doğrudan müzik piyasasına ve dinleyicilere yazılmış. Şarkı saçma sapan müzik yapanlara karşı isyanımızı gösteriyor. Bu isyanın politik bir yanı yok mu? H. Özkan: Politikayla işimiz yok, bu sanatçının görevi değil. Bunu misyon edinmek bunu kullanmaktır. Zaten hiçbirimiz siyasetin içinde değiliz. C. Akova: Herkes bir görüşe sahiptir ama bunu sahnede haykırmak doğru gelmiyor bana. Bunu dinleyicilere empoze etmeye çalışmanın anlamı yok. Müziğin işi de bu değil. On sene sonra grup olarak kendinizi nerede görüyorsunuz? H. Özkan: Radyoda 80Kalibre’nin şarkıları çalarken, çocuğuma dinletmek istiyorum. C. Akova: Sonuçta bu bireysel bir tatmin. Birşeyi sunduktan sonra yaptığınız şey artık tamamen sizin değildir. Ürettiğinizin insanlar tarafından beğenilmesini beklersiniz. Bu işin sonunda iki yol var, ya insanların konserlerde merakla beklediği bir grup olacaksınız ya da arada “Hadi abi bir stüdyoya girelim” deyip müziği hobi gibi yapacaksınız. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle