17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

24 AĞUSTOS 2008 / SAYI 1170 3 Migrenle tedavide yedi basamak Bir doktora doğru teşhisi koydurun. Üçlü Tedavi’ye başvurun. Migren tetikleyicilerinizi tanıyın ve onlardan uzak durun. Beslenmenize dikkat edin. Aşırılığı törpüleyin. Yürümeyi ihmal etmeyin. Gerektiği zaman ilaç kullanın. Migrene karşı yürüyün! Başak Demir imdiye kadar kesin nedeni saptanamadı, dünyanın dört yanından milyonlarca insan onun korkusuyla yaşıyor: “aura”sı hissedildiğinde dahi o günü iptal edebiliyor; çok gülmek bile bir sebebi olabiliyor. Küçük büyük her yaşta insan tarafından görülen ya da görülebilecek olan migrenin tedavisine dönük “Üçlü Tedavi” yöntemini geliştiren Alexander Mauskas ve Barry Fox’un yazdıkları migren kitabı Türkçede yayımlandı. Migrenin baş ağrısından ibaret olmadığının altını çizen kitap, bedene kulak verilmesini öğütlüyor. Nedeni çeşitlendirilse de tedavisinde teknolojinin yetersiz kaldığı bir hastalık migren. Özellikle kadınlarda görülen migren krizi geldiğinde ilk yapılan sessiz, karanlık bir ortama çekilmek ve ilaç almak… Oysa, baharatlarla hazırlanan karışımlarla da migrene direnebilirsiniz, yürüyerek de… Ş verdiği tepkilerin saptanması ve “migren”in kişisel oluşabilme nedenlerinin tespitine dayanıyor. Bunun yanında her türlü yiyeceğe verilen tepkiyi, uyku düzeni, sigara ve alkolün olası etkisini saptamak, stresi kontrol edebilmek de, migreni etkisiz hale getirmede önemli birer adım. Kitap, migren tedavisinde ağrı başladığı sırada sakin, sessiz, ışıksız, huzurlu bir yerde dinlenmek kadar; bir parkta yürümenin de işe yaradığını belirtiyor. Bugün artık plazalarda çalışan günümüz insanı için stresten uzaklaşma yolları bulmak zor gözüküyor ancak yine de yazarlar, bulunan her fırsatta değişik hobilerin peşine düşülmesi gerektiğini, hiçbir şey yapılmasa bile en azından yürünebileceğini öneriyor. DOKTORUN SÖYLEMEDİKLERİ… Alexander Mauskas ve Barry Fox’un Aura Kitaplığı’nca yayımlanan “Migren” kitabı, hastalıkla baş etmek için önce onu tanımak gerektiği bilinciyle kaleme alınmış. En küçük bir sıcaklık, duygu, hormon değişimi bile migrenin kaynağı olabilir, ancak hastalığın kesin oluşum nedenleri, tedavi yöntemi bulunmuş değil. Yazarlar, 1990’lı yıllara kadar migren tedavisini, “dökülen eski bir evi sağlamlaştırma”ya benzetiyor. Kitap, New York Baş Ağrısı Merkezi direktörü olan ve uzmanı olduğu çeşitli alanlarda kaleme aldığı kitapları, tebliğleri ve makaleleriyle ün yapmış önemli bir nörolog olan Alexander MİGRENLİLERİN YÜZDE 70’İ KADIN Kitapta kadınların migrenin ana hedefi olduğu belirtiliyor: Migren hastalarının yüzde 70’ini kadınlar oluşturuyor, 21 ile 29 yaşları arası genç kadınlarda sıklıkla görülüyor. Çalışan kadınlarda görülen migrende kocalarının yardımı olmaksızın ev işlerini yapmanın, çocuklarla da ilgilenmenin yarattığı yorgunluk ve stresin etkili olduğuna vurgu yapılıyor. Ancak bilimsel olarak varsayılan kadın hormonu seviyesiyle birlikte migrenin kendini gösterdiği; bu durum kadınların regl öncesi, sonrası, doğurganlık seviyeleri, doğum kontrol haplarının etkileri, hamilelik, doğum sonrası dönemleriyle ilişkili olarak kendini gösteriyor. G Mauskop’un geliştirdiği “Üçlü Tedavi” üzerinde duruyor. Magnezyum, riboflavin ve koyungözü içeren Üçlü Tedavi’nin en önemli özelliği bitkisel, doğal maddelere dayanması. Bu malzemelerin günlük olarak mahallenin baharatçısından alınabilecek kolaylıkta bulunulabildiğine dikkat çekiliyor. Kitapta ayrıca migrenin oluşumu, etkileri, aura’sı, olası tedbirler sıralanıyor: Bunları yapmak önemli, çünkü birer uzman olan yazarların da üzerinde durduğu gibi, ilaç kullanımı tek başına migreni çözmeye yetmiyor. Kitapta “kimsenin henüz çözmediği bir çalışma sahası” olan migrenle ilgili son dönem güncel gelişmeler ve çeşitli teoriler de yer alıyor. Kitabın alt başlığı olan “Doktorunuzun Size Migren Hakkında Söylememiş Olabileceği Şeyler” sözü kitabın yazılış amacını özetliyor: Çünkü kitap süresince ilaçlar almaktan, sürekli doktora ya da acile gitmekten çok daha iyi bir fikir üzerinde duruluyor: Bedenin tanınması. Bedenin tanınması ise, vücudun DERGİDEN nsan korkularıyla doğuyor, yaşam rotasını da korkuları çiziyor. En esaslı korku doğmuş olmak, ama öncesi de var. Yüksekten korkuyorsa ya da böcekten, aslı ilk insanın değil bir gün, bir saat daha fazla yaşayabilme arzusu. Çünkü evcilleştirilememiş doğa, insanın değil, kırk ellisine, otuzuna gelmesine bile göz yummuyordu… Yaşamak güdüsü doğayla esaslı bir kavgaya tutuşturdu insanı. Baş edemediklerini havale edecek kurtarıcılar aradı, yarattı… Sonunda ömrünü uzatmak adına, genetik olarak taşıdığı bu “masum” korkularını en iyi işleyen, değerlendiren ve varlığının devamı için kullanan kapitalizme teslim etti. Peki, ilk insanlar arasında çoğalmayı başaran, içlerindeki en korkusuzlar mı, yoksa en şanslılar mıydı? Ağaçtan inmek, uzun dört organdan, ikisini el, ikisini ayak olarak kullanmak, insanın talihsizliğinin başladığı yer miydi? Diyelim ki en cesurlar, en uzun yaşayanlar, bugün dünyayı dolduran altı milyara yataklık edenlerdi, peki o cesareti sağlayan neydi? Elbette korku ve korkunun sağladığı temkinlilik… Doğayı, doğal afet diye adlandırdığımız, depremlerin, fırtınaların dışında, teknoloji, onu iyi kullanan ülkelerde bu felaketlerle de başa çıkmayı sağlıyor evcilleştiren insan artık ondan korkmuyor. Bu yüzden refahı yakalamış ülkelerin insanlarıyla, yoksulluğun içinden refah payını yükseltenler bungee jumping, kaya tırmanışı, yamaç paraşütü, otomobil ve motorsiklet yarışı gibi korku yaratan kulvarlara koşuyor. Dünyanın geri kalanı, yani refahtan payına “hiç” düşenler ise ya dine, ya ideolojilere sarılarak korkularını alt etmeye çalışıyor… Çoğu, onlara tevekkülü sağlayanın iktidarların dini, milliyetçiliği kullanarak yarattığı korku olduğunun farkına bile varmıyor, yoksulluğundan, yoksunluğundan korkuyla karışık yüklendiği utançla sessizliğine çekiliyor… Gürültücü olanlar ise tüm dünyanın orta sınıfı. Hiç soluk almadan önüne ne konulursa tüketiyor, daha birini hazmetmeden daha fazlasını istiyor. Asıl derdi ise korkularının çığlığını bastırmak. Her tükettiği korkusunu daha da arttırıyor oysa, beyhude bir arzu ve çabayla tüketmek unutmak istediği korkularını besliyor… Ali Deniz Uslu, George Romero’nun “Yaşayan Ölülerin Gecesi” filminin kırkıncı yılı nedeniyle yaptığı çalışmada, korkuların sinemaya yansıyan yüzüne baktı. Romero’nun “Zombi”leri korkuturken, insanı gerçek korkularıyla yüzleştirmek, kapitalizmin ona ne yaptığını göstermek istiyordu. Anlaşılan yönetmene göre hepimiz artık birer “zombi”yiz… İnsan olmayı yeniden denemek mümkün mü, ne dersiniz? İyi haftalar... İ Berat Günçıkan [email protected] Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Miyase İlknur Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı / Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Dilşad Özkaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri/Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul * Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergicumhuriyet.com.tr C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle