02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

4 29 HAZİRAN 2008 / SAYI 1162 Kırım Kongo Selçuk Erez Hocam başa çıkamıyoruz! Her nöbette en az on kişi gelip “Şu kenemi çıkarsana!” diyor... Sekiz numara plastik eldiven kalmadı eğri cımbızla kene çekmekten... Siz dün “Sakın çıplak elle müdahale etmeyin” dememiş miydiniz? Biz hastaya reçete yazıp “Git eczaneden bir çift al gel de keneni çıkaralım”diyoruz; üstümüze yürüyorlar... Gözlük de takacaksınız.. Gözünüze de sıçrayabilir çünkü. Bakın Numune Hastanesi’nde üç doktor hastadan Sisieyçef kapmışlar. Hocam, bu Kırım Kongo’nun yeni adı mı? Hayır, hastalar ölümcüllüğünü biliyorlar; teşhisi anlayıp moralleri bozulmasın diye İngilizcesinin ilk harfleriyle söylüyoruz.. “Crimean Congo hemorrhagic fever” desek bakarsın anlayan çıkar.. Gözlük takmasam olur mu zaten kontakt camlarım var... Korumaz... Şimdi gidip düz cam gözlük mü yaptıracağım. Güneş gözlüklerini kullan. Akşam vakti nöbette doktorların acilde güneş gözlüğü takıp dolaşmaları tuhaf kaçmaz mı? Sayın Sağlık Bakanımız doğru söylemiş: Düşünüldüğü ya da aksettirildiği gibi büyük bir salgın yokken çok abartıyorsunuz. Peki ama her gün gelip kenemi çıkar diyenlerin sayısı onon beş arasındaysa ve bu sayı hafta sonlarında pikniğe çıkanlar yüzünden otuzu buluyorsa, doktorlara da sıçramaya başlamışsa? Durun, paniklemeyin: Ben önlem düşündüm.. Sahi mi, hepimiz kene ilacı batırılmış çorap filan mı dağıtacaksınız? Hayır.. Bakın Tarım Bakanlığı 6 bin sülün yetiştirip doğaya salmış, 50 bin tane daha salacakmış... Bu sülünler bulundukları ortamdaki kenelerin tümünü yer bitirirlermiş.. Hocam biz şimdiki zamandan bahsediyoruz.. “Sülünler kene yiyecek; Kırım Kongo bitecek!” sloganı gelecek zamana ait.. O zamana kadar kimbilir kaç tıp Kuşağı olmayan şiirlerin şairi... Yaşına bakanlar Ahmet Erhan’ı 78 kuşağının şairleri arasında sıralayacaktır, ama onun buna, daha doğrusu zamanı kuşaklarla ölçmeye itirazı var. Kendisiyle yaşıt şairleri şiirleriyle değerlendirmeye kalktığında ise araya çağ farkları koyuyor. Birbirinden farklı da olsa ülkede yaşanan acıdan hepsinin payına bir şeyler düşmüş. Babasının erken ölümü ve Behçet Aysan’ın Sıvas’ta yakılması Erhan’ın şiirine sızan paylardan... Esra Açıkgöz lacakaranlıktaki Ülke, Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin, Bugün de Ölmedim Anne, Ankaraİstanbul Karatreni, Kaybolmuş Bir Köpek İlanı… Bunlar Ahmet Erhan’ın 30 yıla sığdırdığı şiir kitaplarından birkaçı. Erhan, Everest Yayınları’ndan çıkan son kitabı “Sahibinden Satılık”la Melih Cevdet Anday Ödülü’nü de diğer ödülleri arasına kattı. Biz de şairle dizelerin ardına saklananları konuştuk. Son kitabınız “Sahibinden Satılık” Melih Cevdet Anday Ödülü’nü aldı. Bu ödül sizin için ne ifade ediyor? Melih Cevdet Anday dürüst, namuslu tipik bir cumhuriyet aydını. Şairliğine gelince, müthiş bir derinlik, kendine özgü bir lirizm, bir yapı içinde olağandışı bir çeşitlilik. Anadolu’nun batı yakasında dimdik duran bir kale. Şiirlerinden bir tek tuğlayı çekip alamazsınız. “Sözcükler”i (Bütün Şiirleri) tekrar tekrar okumak gerek, çünkü öyle hemen kendini ele veren bir şiir değil… 1978 yılından bu yana üyesi olmaktan onur duyduğum Türkiye Yazarlar Sendikası ve Ören Belediyesi işbirliğinde, ülkemizin en seçkin seçici kurullarından biri tarafından layık görülüyorsunuz; gerçekten de onur duymaktan öte ne gelir ki elimden. Tomris Uyar’ın “Ölmeyecek kadar yaralıyım” sözüyle açılıyor kitabınız. Tomris Uyar’ı saygıyla anıyorum. Bu ülkede her kuşak “acı” sıfatıyla kendini tanımlama gereğini duyar ve çok haklı bir gerekçedir bu. Ancak bizimki biraz fazla oldu. 12 Eylül’ün öncesinden sonrasından vazgeçtim; ama örneğin Sivas Katliamı’nı ne yapacağız? Madımak’ın altı iskender kebapçısı, Niyazi Bey İskender Salonu sonradan İskender 9 olmuş. Düşünebiliyor musunuz, 37 insanımızın öldürüldüğü o yerde tıkınanlar var… Renklendirme: Müge Kaygusuz A C M Y B C MY B şehidi vereceğiz.. Bu cenazelerde kimin lanetleneceğini de Tanrı bilir.. Biz o kadar beklemeyeceğiz.. Dün tarım müdürlüğüne resmen yazı yazıp hastanemiz için altı sülün istedim! Neden sadece altı? Her servise birer, polikliniğe bir, acil servise de bir. Eh bir de başhekimliğe.. Etti altı.. Bunlar ne olacak? Polikliniğe hangi şikâyetle gelirse gelsin hastaları önce soyup bu sülünlere göstereceğiz.. ve bu çekap kene bulundurmadıklarını yansıtınca hastaneye alacak, tıbben ne lazımsa yapacağız.. Ya kenesi varsa? İşte doktoru tehlikeye atmayacak, keneyi sülüne avlatacağız.. Hocam.. Ne diyorsun Urfalı? Sülünlerin sesi pek iç açıcı değildir.. Acemilerin keman çalarken çıkarttıkları gıcırtıya benzer... İyisi mi siz sülün değil keklik isteyin.. Bunlar da kene yer. Keklik nasıl ses çıkarır? Valla İspanyol havalarında çalınan kastanyetler gibi bir hoş takırdar.. Hastalar da sevinir, “Kekliği düz ovada, keneyi ilkyardımda avlarlar..” diyerek şarkı söyler, alçıları, sondaları yoksa da oynarlar.. Peki, öyleyse üç sülün, üç de keklik alacak ve bunları A. Kene avcılığı, B. Çıkardıkları seslerin hastalar üzerindeki psikolojik etkisi açısından inceleyeceğiz.. Sonuçları önümüzdeki yılki kongrede sunar ve insanlığın şu musibet illetten kurtarılmasını sağlayarak şan şöhret kazanırız.. Hocam kekliklerle sülünleri nerede barındıracağız? Başhemşiranım bunları asistanlara zimmetleyecek! Asistanlar kuşları hastanemizde boyunlarına bir ip geçirip gezdirecekler.. Mesai saati sonunda da bunları evlerine götürecek, besleyecekler, yitimlerinden mesul olacaklardır. Bu amaçla bir “Sülün ve Keklik Tüzüğü” hazırlamaktayım... G [email protected] adam gibi kullanılırsa, olağanüstü bir durum. O şiirlerde ironi unsuru vardır ya da dalga geçmişimdir. Bir insanın olumlu kullanılan teknolojiyle arasının kötü olması düpedüz gericiliktir. Ben günde bir iki saat internete girdiğimde çocuklar gibi seviniyorum. Son yıllarda yeni kuşak şairlerle aramda sıkı bir bağ oluştu, bu büyük oranda internetle ilgili bir şey. Bir de onların benim hakkımda ne düşündüklerini izlemek “hoş bir şey”. Ama yine de kâğıt ve kalemle eski bir sevgiliye adam gibi bir mektup yazmak ve o mektubu postaneden göndermek geliyor içimden. Adresi yok ki! Daha doğrusu adresi bilgisayarda “yahoo”, “gmail”, “hotmail” diye el sallıyor bana. Zaman mı dediniz; o da nerden çıktı şimdi, ya da o da ne ki? 1958 2008… Parmak hesabıyla 50 yaşıma bastım bu yıl ve bu daireden çıkmaya pek niyetim yok. Ben artık hep 50 yaşındayım, ötesi yok. Saatleri bile dondurdum. Dondukları zamanlar da genelde sabahlar galiba. Sabahla ilgili, sabahları yazılmış gibi duran pek çok şiiriniz var. Çoğu sizin için yeni başlayan bir gün değil, beklenmiş uzun süren saatlerin ardından gelen sabahlar… İşe giden insanlar filan var. Sanki herkes hayatın içinde de siz içinde değilmişsiniz gibi... Hep bir şeyleri beklermişsiniz gibi… Neyi bekliyorsunuz acaba? Sabahları yaşamayı seviyorum elbette ki ama, gece kuşuyum ben. Çocukluktan beri böyle. Günde ikiüç saat uyku bana yetiyor nedense. Tersini yaşarsam hayatı elimden kapacaklarmış gibi geliyor. Bir şeyleri bekliyorum da neyi? Yine yazdıklarıma bakmam gerekecek... Sizi niye uzaktan izliyormuşum ki, siz beni izliyorsunuz. Bu yaştan sonra at olup da kuyruk sallamamı bekliyorsunuz sanki. Pırıl pırıl bir gençlik geliyor, geldi bile. Gidin onlarla oynayın artık. şairlerinin yazdıkları birbirine hiç benzemez. Buna rağmen kardeşlik, arkadaşlık duyguları çok gelişmiştir. Şimdi örneğin Seyhan Erözçelik’le benim şiirimi yan yana koysanız rahatlıkla ayrı çağlarda yaşadığımızı düşünebilirsiniz, bu Tarık Günersel, Lale Müldür, Hüseyin Ferhad, Haydar Ergülen, Akif Kurtuluş gibi şairler için de geçerli. Biraz zorlarsanız elbette küçük benzerlikler bulunabilir, birbirine yakın adacıklar, Yaşar Miraç’la Behçet Aysan gibi. Ama onlar bile zorlama olur. HAYATA VE SİZE TEŞEKKÜR EDERİM Şiirlerinizde sık sık çiçeklerden bahsediyorsunuz; fesleğen, sümbül, manolya, sardunya… Çiçeklerle haşır neşirlik nereden geliyor? Bu söyleşiyi botanik bahçesine mi döndürüyoruz ne? Annem derdi ki, bu hayvanları sulamak gerek! “Hayvan” dediği türlüçeşitli çiçek. Onları sulamaksa benim görevimdi. Yalnızca çiçeklerle değil, doğanın can verdiği her şeyle ilgiliyim ben. Ama şu yaşadığımız dünyada… diye başlarsam, bu söyleşinin sonu gelmez. Yolculuk, hayat, ses ve rakı… Şiirlerinizde de sık sık geçen bu dört sözcüğün size ilk hatırlattıklarını, sizin için anlamlarını sorsam… “Hayat” sözcüğü tek başına hepsini kapsamıyor mu? Hayata ve size teşekkür ederim. Yorduk da yorulduk da sanki biraz. Hayatın selamı bizi okuyanların üzerine olsun. G KENDİME AH EDERİM, TUTAR... KUŞAĞIN ŞAİRLERİ Ya sizin yaralarınız? Hayatımda iki travma yaşadım, birincisi babamın erken ölümü; diğeriyse Sivas, Behçet’in (Aysan) ölümü. Olayın ilk günlerinde yaptığım bir söyleşide: “Cumhuriyet tarihimizin en önemli olayıdır” demiştim, salondan gülüşmeler gelmişti. Ülkenin şu an içinde bulunduğu durumu görüyorlarsa eğer, hâlâ gülüyorlar mı, çok merak ediyorum. Evet, “ölmeyecek kadar yaralıyız.” Sanki birileri diyor ki, seni öldürmeyeceğim, yaranla yaşayacaksın. “Aherhan” diye hayıflanıyorsunuz. Bunun ironik bir gönderme olduğunu elbette biliyoruz, ancak yine de sormadan edemeyeceğim, geriye dönüp baktığınızda hata yaptığınızı düşündüğünüz, zamanı geri alma imkânı olsaydı değiştirmek istediğiniz şeyler oldu mu hayatınızda? Hatalar da insana mahsustur, pek çok şey gibi. Şunu soruyorsanız, Ey Ahmet Erhan, şunu öldürdün mü, şunu taciz ettin mi, dolandırdın mı… yok öyle bir şey. Hatalarım kişiseldir; ayrıca kendimle çok uğraşırım ben… İyi de polis sorgusunda mıyız ne, hani şiir filan konuşacaktık!.. Aherhan diyorsunuz ya, etsem etsem kendime “ah” ederim; o da çoğunlukla tutar! Ah (!) ettiğiniz, hayıflanmalarınızda teknoloji çağını kaçırmışlık duygusunu yakaladığım zamanlar oldu; “Aherhan.com.tr” ya da “telefonumun teli yok ki kuşlar konacak”… Teknolojik sözcükleri şiirlerinize çokça taşıdınız. Aranız iyi mi yoksa kötü mü teknolojiyle? Yoksa bütün derdiniz “zaman” kavramıyla mı? 20 yıla yakın bir süre TürkçeEdebiyat öğretmenliği yaptım. Bunu şu nedenle söylüyorum, teknolojik gelişmeleri sanki önce çocukların gözlerinde izlerdim ben. Hayıflanmak da söz mü, apaçık kıskanırdım; en başta da kendi oğlumu. Onunla bilgisayarın başına oturduğumuzda benimle dalga geçerdi, kendimi resmen aşağılanmış hissederdim. Bildik bir şey, teknoloji 78 kuşağından olmanız, şiirlerinizi ne kadar etkiliyor? “78 Kuşağı” gibi bir tanımlamaya katılmıyorum. Siyasi anlamda bu tür oluşumlar varsa da, ki “68 Kuşağı”na atfen yapılıyor, kimse kusura bakmasın ama ben bunu biraz saygısızlık olarak görürüm. Apaçık görülecektir ki yenildik ve çok fazla fire verdik. Ben tekil anlamda devrimciyurtsever duruşumu sürdürmeye çalışıyorum. Ayrıca dünyada da çok önemli değişimler oldu, Sovyetler’in çöküşü, küreselleşme… Şiire gelince, kuşak kavramı ancak belli bir yaş diliminde doğanlar olarak kullanılabilir. O kuşağın şiirsel karşılığı da 80’li yılların şiiri/şairleri olabilir ancak. Bitmiş midir, hayır, şu anda en olgun çağını yaşıyor. Bir vefa kuşağıdır. Şiirimizde ilk kez bir kuşak kendinden önce yazılan şiirle çatışmaya girmeden olağandışı bir senteze, bileşime ulaşmıştır. Bu kuşağın
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle