Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
10 YEMEK 29 HAZİRAN 2008 / SAYI 1162 Aylin Öney Tan Murat Sayın Einstein’ın Tanrısı... Ataol Behramoğlu Bilmece bulmaca ir bilmecenin gizini çözmek, bir bulmacayı eksiksiz tamamlamak, bir yapbozun parçalarını doğru yerlere oturtmak kolay değil. Bilinmeyen bir dilin gizini çözmek de çok bilinmeyenli bir denklemi çözmek gibi. Üstelik denklem bazen hiç bilinmeyenli olabiliyor. Tıpkı I. Dünya Savaşı yıllarında aklını fikrini çiviyazısı tabletlere takan Çek dil uzmanı Bedrich Hrozny’nin karşı karşıya kaldığı dev bulmaca gibi. Hrozny, Viyana’da Doğu dilleri okumuş, İbranice ve Arapça gibi yaşayan diller dışında Akad, Sümer, Sanskrit dillerini bilen, çiviyazısını okuyabilen bir dilbilimci. Okuduğu, bildiği diller yetmiyormuş gibi bilinmeyenin peşine düşmüş. 1906 yılında Alman arkeologların Çorum yakınlarında şimdi Boğazköy olan Hitit başkenti Hattuşaş’ta buldukları çiviyazısı tabletlerin içeriğini çözmeyi kendine iş edinmiş. AvusturyaMacaristan İmparatorluğu ordusunda teğmen olarak görev yaparken üstlerini ikna ederek İstanbul’a gelmeyi ve Müzei Hümayun yani bugünkü İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde araştırmalarına başlamış. B E instein Tanrıya inanıyor muydu? Ya da şöyle sormamız belki daha doğru: Einstein bir Tanrıya inanıyor muydu? Tanrı kavramı bin yıllar boyunca hem varlığını sürdürmüş, hem değişimlere uğramış. Hiçbir inanış kendi Tanrısına toz kondurmaz, onun başka Tanrılara üstünlüğünü tartışma konusu yapmaz. Tanrı fikrinin ne zaman nerede nasıl hangi nedenle ortaya çıktığını, hangi süreçlerden geçerek bu günlere ulaştığını araştırmak kuşkusuz ki çok ilginç bir araştırma konusudur ve bu konuda sayısız araştırma yapılmış olduğunda da kuşku yok. Fakat bir Tanrı inancına sahip olanlar bu gibi araştırmaları da hoş karşılamazlar. Onlar için Tanrının varlığı, bilgi değil inanç konusudur. Zaten “Tanrıyı bilmek” değil “Tanrıya inanmak”tır söz konusu olan... Tanrı bilinebilir mi? Bilmek bilimle olur... Bir Tanrının var olup olmadığı sonucuna bilim yoluyla ulaşılabilir mi? Bilimsel bilgi, gözlemler ve deneyler sonucunda kanıtlanabilirliği sağlanan bilgi demektir... Bunun dışında kalan bilgi, inançlarımız ve sezgilerimizle edindiğimiz öznel (sübjektif) duyumlarımız olabilir... Bilimsel araştırmalar ve buluşlar bin yıllar boyunca sürekli bir gelişim gösterirken, aynı bin yıllar boyunca büyük insan toplulukları günlük pratik yaşamlarında bu bilgilerin ürünlerinden yararlanmakla birlikte, varlık ve yokluk söz konusu olduğunda bilgiyle değil inanç ve sezgiyle yaşamlarını sürdürdüler... Yaşam ve ölüm olguları bilimsel bilginin bunca büyük aşamalara ulaştığı günümüzde de insanlığın büyük çoğunluğu için bilgi değil inanç konusudur... Çiviyazısı okunabilmesine rağmen Hitit dili hakkında hiç kimsenin en ufak bir fikri olmadığı için tabletlerde ne yazdığı anlaşılamıyormuş. En gizli sırlar bazen olmadık bir tesadüfle ortaya çıkıyor, ufacık bir kıvılcım sırrı çözmeye yetebiliyor. Tıpkı Hrozny’nin başına geldiği gibi. Müzede rastladığı tabletlerde bir cümle bulmaca meraklısı Hrozny’nin dikkatini çekmiş: “Ninda an ezzateni watar ma ekutteni” Uzun çabalar sonucu tarihin ilk Hitit cümlesi de ortaya çıkmış: “Ekmek yiyeceksiniz, su da içeceksiniz.” HİTİT MUTFAĞI Bu ilk cümle yepyeni bir bilmece bulmaca sürecini başlattı. İlk cümle ekmek ve su ile ilgili olunca, Hrozny’i izleyen araştırmacıların Hitit mutfağı’nın gizlerini çözmeye uğraşacağı belli olmuştu. Gerçekten de Hitit belgelerinde tarım, ticaret ve yiyeceklerle ilgili pek çok bilgi var. Yiyecek adları kadar pişirme teknikleri ile ilgili de bilgiler bulunuyor. Son yıllarda bu konuda yapılan araştırmalar, yayınlar çoğaldı. Dr. Hayri Ertem’in 1974 yılında yayımladığı Albert Einstein. Aynı şeyin bilim insanları için de geçerli olduğunu düşünebilir miyiz? Konu bir kez daha, Albert Einstein’ın 1954 tarihli bir mektubunun ortaya çıkmasıyla gündeme geldi. Bu mektubunda Einstein, dinler için “insan zaafının ifadesi, çocukça, ilkel efsaneler” diye yazmakta... Tanrı fikri için “safsata” deyimini kullanmakta... Einstein gelmiş geçmiş en büyük bilim insanlarından biri, belki de en üstünüdür... Eski Yunan düşünürlerinden (Aristoteles’ten) Rönesans’a (Newton’a) ve onlardan 20. yüzyıl başlarına kadar varlığını sürdüren bir evren kavrayışı Einstein’ın görecelik kuramıyla büyük bir dönüşüme uğradı... Zaman, mekân ve hız kavramları “mutlak” değerler olmaktan çıktı ve insan bilincinin önünde yepyeni, bambaşka bir ufuk açıldı... Böyle olmakla birlikte, bütün bu bilimsel buluşlar ve bilgiler, günlük yaşamındaki pratik sonuçları dışında, sokaktaki sıradan insan için ne anlama geliyor? Evrenin doğuşundan başlayarak yaşamın ortaya çıkışı bilimsel verilerle bir biçimde kanıtlansa bile, bu var oluşun nedenini bilimsel olarak açıklamak olanaksız... Evren neden var sorusu yanıtsızdır... Tıpkı, ölüm sonrasının (maddenin dönüşümü dışında) nasıl bir şey olduğu sorusunun da yanıtsızlığı gibi... İnanır ya da inanmazsınız, gelmiş geçmiş bütün dinsel inanışlar bu soruları yanıtladıkları savındadırlar... Einstein çapında bir düşünür herhangi bir dinin bu konulardaki yanıtlarıyla yetinebilir miydi? Din olgusunun ve Tanrı kavramının da “ilahi” bir şey değil, eninde sonunda insan düşüncesinin ürünü olduklarını düşünmemesi mümkün müydü? Söz konusu mektuptaki satırlar olmasa bile, bu sorulara farklı bir yanıt verilemez... Bir Tanrıya ve bu anlamda da ölümden sonraki yaşama inanmayan, bir başka deyişle de Tanrıya inanma rahatlığına sahip olmayan bir insan, sonsuz yok oluş demek olan ölümün katı gerçekliği karşısında nasıl bir duruş sergileyebilir? Bu sorunun en elle tutulur yanıtı Einstein gibilerin yaşamlarıdır... İnsanın bilme sınırlarını olabildiğince genişletmek ve gerçekliğinden emin olduğumuz şu yaşamın daha insanca, daha adil, daha yaşanılır olması; sonraki kuşaklara daha az sakatlanmış olarak teslim edilmesi için çaba göstermek... G ataolb@cumhuriyet.com.tr “Boğazköy Metinlerine göre Hititler Devri Anadolu’sunun Florası” ilk rehber kitap olarak hâlâ yeri doldurulamaz önemini koruyor. Geçen yıl Güngör Karauğuz’un “Hititler Döneminde Anadolu’da Ekmek” adlı kitabı kapsamlı bir çalışma olarak öne çıktı. Tarihi yazmak her zaman biraz tartışmaya açık. Yazılı ve görsel kaynaklar ipuçlarının ancak bir kısmını verebiliyor. Kazılarda günışığına çıkan arkeolojik buluntular içinde kapkacaklar, ocak yerleri, tohumlar da bize somut kanıtlar veriyor. Ama çoğu kez bulmacayı çözmek için bugüne bakmak gerekiyor. İşte yeni bilim dallarından etno arkeoloji bu noktada devreye giriyor. Amerikan arkeolog Lewis Binford’un 1960’larda temellerini attığı bu bilim dalında günümüz geleneklerine, inançlarına, yemeiçmepişirme yöntemlerine bakarak geçmişin izlerini sürmek mümkün. Çok eski dönemlerde mükemmele erişen arketip kullanım araçlarının çağlar boyunca kullanılagelmesi doğal. Bu yüzden bir testi, bir pişirme kabı, bir maltız, bir öğütme taşı aynen binlerce yıl önce kullanıldığı gibi günümüzde de kullanılabiliyor. Bulmaca ruhu taşıyan üç araştırmacı bu yolda bir adım daha atmış. Metro Cash&Carry tarafından basılan “Deneysel Bir Arkeoloji Çalışması Olarak Hitit Mutfağı” kitabı yeni bir pencere aralıyor. Kitabın en heyecan verici yanı farklı disiplinlerden kişilerin bir araya gelerek ortak bir çalışma sergilemeleri. Hem Gıda Mühendisi, hem Protohistorya ve Önasya arkeologu olan Ahmet Uhri ile Çorum Anadolu Otelcilik Turizm Meslek Lisesi’nde öğretim üyesi olan beslenme uzmanı Asuman Albayrak ile Ülkü Menşure Solak tam bir deneysel arkeoloji örneği ortaya koymuşlar. Nilhan Aras’ın fikir analığını ve editörlüğünü yaptığı kitaptaki tariflerin canlandırılmasında civar köylerde yapılan araştırmalar, kitabın Çorumlu Asuman ve Ülkü hanımların kendi akrabalarının da katkılarıyla tam bir etno arkeoloji çalışmasına dönüşmüş. Kitapta nice çözülmesi gereken bilmece var. Örneğin bu topraklara Amerika’nın keşfinden sonra geldiği kabul edilen kuru fasulye ile yapılan ekmek. Ahmet Uhri “biz Hititologların yalancısıyız” diyor. Hayri Ertem de 1974 tarihli kitabında 29. sayfada gugal sözcüğünü kuru fasulye olarak tanımlıyor. Öyle görülüyor ki Hitit yemekleri bulmacası çözdükçe dolaşıyor. Bu çalışma yepyeni bilmece bulmacalara yelken açıyor. Hitit olduğu kadar diğer Anadolu kültürleri de gizlerini çözecek sabır sahibi bulmacacıları bekliyor. G aylinoneytan@yahoo.com Rifat Mutlu rifatmutlu@gmail.com MİZAH MAĞARA ADAMI / Tayyar Özkan www.tayyarozkan.com C M Y B C MY B