22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

29 HAZİRAN 2008 / SAYI 1162 3 Her şey güvenle başlar Dünün kaba gücü bugün yerini güçlü ilişkiler kurabilme becerisine bıraktı. Bu ilişkileri kurabilmekse kişide güven duygusunun yerleşip yerleşmediğine bağlı. Daha anne karnında başlayan bu duygu kırılırsa ruhsal güvenin yerini megalomani alıyor, oysa insan yapayalnızsa hiçbir zaman güçlü değil!.. İ çsel güç var oluşun baskılarıyla yüzleşmeyi ve aşmayı sağlayan bir tür yaşam açlığıdır. Bize belli bir yaşama isteği verir, böylelikle insan düş kırıklıklarına, terk edilişlere, kayıplara, yoksunluklara karşı destek bulur ve her şeye karşın var oluşunu düzenleyebilir. Bu güzel iştah biyolojik olarak belirlenmiş midir derseniz, bugün tüm ruhbilimsel tezahürlerin ilişkilere bağlı ve duygusal, ama aynı düzeyde genetik ve biyolojik bir gerekirlilikler kümesi sonucu olduğunu biliyoruz. Örneğin yeni doğanların, biri yaygaracı, öteki çok uykucu, bir diğeri yakaran mizaçtadır. Rahimdeki yaşamdan itibaren, gerçekte, doğum öncesi tanılar dopamin ya da serotonin gibi doğal keyif vericilerimizin salgılanmasındaki anormallikleri ve bunun sonucunda ruhsal gücümüzün canlılık biçimini ortaya çıkarabilir. Bu salgılama aynı zamanda ilişkiye bağlı etmenlerle de yönetilir, zevk kaynaklarının ve bebeğin tek başına beslenmesiyle yavaşlar, ama birisi yardıma gelir ve onunla ilgilenirse yeniden hızlanır. Ruhsal güç bir sürekli kazanım değildir. Tüm var oluş boyunca örülen bir süreçtir. Ayrıca, ruhbilimde hiçbir şey bir defalığına sürgit verilmemiştir. Siperlerde cesaret ve dayanıklılıklarını kanıtlayan İsviçreli paralı askerler ve Birinci Dünya Savaşı’ndaki Fransız askerleri, dağlarını ve yurtlarını bırakıp uzak cephelere savaşmaya yollandıklarında çöküntüye uğramışlardı. Genellikle bezgin ve mızmız hale gelmişler, dönemin askeri hekimleri ruhun gerçeklerini görmezden gelip, “mızmızlık parazitinin” peşine düşmeye kalkışmışlardı. Bir başka çevreye nakledilip yerleştirilme ruhsal gücümüz için tehdittir. Sürgün her zaman için bir yaralanmadır. Ruhsal güç ötekine olan bağla, duygusal ilişkilerle beslenir. Genetik olarak mükemmel sağlıklı bile olsa, hiçbir birey tek başına güçlü olamaz. Tek başlarına bırakılan, başka varlıklara bağlanamayan çocuklar ölürler. Üretken bir biçimde bağlanmak ise birdenbire ortaya çıkmaz. Bu yaşamın ilk on ya da on iki yılında yapılanır, bu sürede, çocuk ebeveyn sinesi sayesinde, belleğine güven veren bir bağlılığın izlerini kaydeder ya da kaydedemez. Bu ona çevresini keşfe çıkmak ve başkalarına yönelmek yetisi sağlar. Araştırmalar, bir yaşındaki çocukların yüzde 65’inin bunu kazandığını gösteriyor: Anneleri yanı başlarında olunca, ortaya düşüp güvenle tehlikelere atılabiliyorlar ve annenin yokluğu durumunda, kısa bir ürküntü anının ardından, bunaltıya kapılmadan keşif eylemlerine devam ediyorlar. Görülüyor ki, bu çocuklar belleklerine bir temel güven kazındığı ölçüde ruhsal güven kazanıyorlar... Bu güvenin koşulları iki tanedir: Annenin şefkati ve babanın varlığı. Anne kendini iyi hissettiğinde, tutarlı olduğunda, sözlerle, bakışlarla, okşamalarla bebeğini ruhsal ve fiziksel olarak bütünleştiren, duyusal bir fanus içinde sarmalar... Onunla ilgilenme biçimi oyun gibidir, çocuk da ısrarcı olur ve duyuları uyarılır. GÜVENLİ BİR BAĞ KAZANMAK... Ebeveynlerin çocuklarının yaşamı için çok kaygılı, endişeli olmaları, bu bunalımlarını yansıtış biçimlerine göre değerlenir. Eğer bu kaygı “sıcak” bir biçimde, ses pırıltılarıyla, net sözlerle ortaya çıkarsa ve çocuk da çevresindeki yaşamı öyle algılarsa gelişimi tehlikede değildir. Bunun aksine eğer bıktırıcı, soğuksa fazlasıyla ketleyici olma tehlikesini taşır. Bir gruba, bir birlikteliğe bağlı olmak hissi, ruhsal enerjinin gelişimini kolaylaştırır. Çünkü bu, çocukluktan itibaren, olaylarla yüz yüze gelindiğindeki davranış ve tepki modellerini çoğaltır. Geleneksel olarak, anne ve babanın geniş aile ve komşular tarafından çevrelenmiş olduğu toplumlarda, çocuklar yaşam sınavlarına dirençlidirler. Öte yandan, bağımlılık hissi kendini aşırı zararlı olarak da ortaya koyar, çünkü bu his yabancılaştırıcı olabilir. Ruhsal güce ilişkin olarak özgüveni nasıl yerleştirmeli? Bu, insani başarımızın ateşleyicisidir. Kendilerine güveni olan kişiler arzularının büyük bölümünü gerçekleştirmeyi başarabilirler. Ne var ki bu güven, “güvenli” bir bağı erken zamanda kazanabilmeye bağlıdır. Ruhsal güven ile megalomanlık, aşırı güçlülük hissi arasındaki fark, megaloman olmanın, insanın yenilmez, üstün kişilikte olduğuna inanmasıdır. Bu bir içsel gücün işareti değildir. Bu derinden bir yapı bozumunu ve bir zayıflık duygusunu belli eden bir savunma mekanizmasıdır. Bundan dolayı da insan megalomanlığı hiç üstüne almak istemez ve yadsır. Düş görenler çoğu kez gerçeklikten kaçmakla suçlanırlar. Oysa bir düş gücü, imgelem gücü de vardır. Düşlerimizde, bizi mutlu kılacak arzularımızı sahneye koyarız. Düşler bizim kendimizi geleceğe yansıtmamıza izin verirler, bizi bir “sonrası” olduğunu düşünmeye yetkili kılarlar, içinden geçtiğimiz hayal kırıklıklarından, yaslardan, kopuşlardan daha ötesini görmemizi sağlarlar. Yani düşler bizi gerçeklikten koparmadıkları sürece yapıcıdır. Ruhsal gücün ölçütleri, toplumsal gerekliliklere bağlıdır. Ruhsal gücün kanıtlanması yakın dönemde gerçekleşti, kötülüğe karşı dayanıklı olmak, güç karşısında geri çekilmemekti. Eskiden kas gücü, yani kaba güç toplumun ruhsal ve ahlaki gerekirliklerine uyarlanmak için ana ölçüttü. Şimdi, güçlü olmak, tersine, çevresinde bir iletişim ağı örmek, yaratıcı olmak becerisidir. Yaşam beklentisi en fazla olanlar sorun karşısında en iyi muhataplara yönelebilen ve bulabilenlerdir. Bugünkü güç, güçlü ilişkilere bağlıdır... G Psychologies’den çeviren: EMRE ÇAĞATAY DERGİDEN D oğuya doğru giden trende aynı kompartımandaydık. Yaşlı karı kocanın fısır fısır, ama kederli konuşmalarından bir sorun olduğu ortadaydı. Konuşmuyor, sadece bakışıyorduk… Kadın, sık sık camdan uzaklara dalıyor, erkek onu koluyla dürtükledikçe, olduğu yere, kompartımana dönüyordu. Hırçın, hatta kızgındı. Hikâye yazılmaya uygun bir durumdu, giyim kuşamları köyle bağlarını koruduklarını, ama yeni yeni kentleştiklerini söylüyordu, kadın erkekten yirmi yaş küçüktü, erkek kadını çok derinden incitmişti, bir başka kadın kıskançlığı ihtimali düşüktü, dönemin ruhuna ses verilirse, hapishane ziyaretinden dönülüyordu, adam oğluna ya da kızına sitemler yağdırmıştı, kadın da şimdi onu cezalandırıyordu… Zamanı geçiştirmeye dair elde olanlar tüketilince, sohbetten başka yol kalmadı… Karslıydılar, on yıl önce İstanbul’a göçmüşlerdi, dört çocukları vardı, erkeğin iki ticari taksisinden birini oğlu, diğerini kendisi kullanıyordu… Hikâye çürümeye başlamıştı, konuşma canlarını sıkan konuya gelince, lime lime oldu. Karşımızda iki dertli insan değil, iki suç ortağı vardı. Otuzuna merdiven dayamış büyük oğullarını evlendirmeye karar verince, memleketlerinden, Kars’tan bir kız bulmuşlardı. Kız on üç yaşındaydı, bu yüzden resmi nikâh kıymamış, yüklüce bir başlık parası verip, hallice bir düğün yapıp, genç gelini İstanbul’a getirmişlerdi. Kız yeni kentten de, kocasından da, onun ailesinden de korkuyor, durmadan ağlıyordu. Bu yüzden gerdek ertelenmiş de ertelenmişti. Sonunda kızın babası gelmiş, biraz daha büyüsün, sakinleşsin diye Kars’a götürmüştü. Kısa süreli evliliğinde kıza sırılsıklam âşık olan oğlan bir süre beklemiş, sonunda dayanamayıp soluğu karısının yanında almıştı, ama o artık yoktu… Öldü, hastalandı, kaçtı yalanlarına inanmayıp işi sıkı tutunca, kızın yine yüklü bir başlık parası karşılığı başkasıyla evlendirildiğini öğrenmiş, sıkı bir de dayak yiyip geri dönmüştü. Şimdi yaşlı çift, gelinlerinin ailesiyle konuşmaya, becerebilirlerse ve iş işten geçmemişse (!) kızı oğullarına getirmeye gidiyorlardı. “Bari parayı kurtarsak, ne dersiniz kurtarabilir miyiz” diye sordu adam, kadın “Bana verdiğine say o parayı” diye susturdu kocasını… Sonra ne oldu, bilmiyorum, ama genç arkadaşımız Asuman Çetiner Almanya’dan “gözleri açılmadan” Türkiye’ye ya da Ortadoğu ülkelerine, yani memleketlerine götürülüp zorla evlendirilen kadınlarla, sığınabilecekleri kadın kuruluşlarının yetkilileriyle görüştü. Deniz Yavaşoğulları’nın röportaj yaptığı, gittikleri her yerden kovulan kaykaycı gençleri okuyun bir de… Birkaç çağı bir arada yaşamak zenginlik mi dersiniz? İyi haftalar... Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212) 343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdürü: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı / Hakan Çankaya Reklam Müdürü: Dilşad Özkaya Rezervasyon Yönetmeni: Onur Tunalı (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 (554555) Baskı: DPC Doğan Medya Tesisleri/Hoşdere Yolu 34850 Esenyurt/İstanbul * Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergicumhuriyet.com.tr C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle