17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

23 KASIM 2008 / SAYI 1183 5 Vicdan Kayır Topaktaş’ın hazırladığı bir yazı dizisi de var deli kadınlarla ilgili. Ona göre her deli kadın, kendisini ve hayat hikâyesini üzerinde taşıdıklarıyla veya yaptıklarıyla ifade ediyor. Tanıdığı kadınlar arasında, sokakta yemek tenceresiyle gezen, sürekli yıkanan ve Müzeyyen Senar olduğunu iddia edenler var. Topaktaş onların hikâyelerini bu şekilde anlayabileceğimizi söylüyor ve “Yıldız Patladı” başlıklı yazısında anlattığı başka bir deli kadını daha buna örnek gösteriyor. Bahsettiği kadın hâlâ yaşıyor, Bursa’da en çok Heykel’de görülüyor. Çok da genç, 2223 yaşlarında. Hikâyesi ise şöyle; Bursa’daki bir güzellik yarışmasında birinci seçilmiş, ardından âşık olmuş ve hamile kalmış. Ancak aşk yaşadığı kişi onu terk etmiş. Ailesi de reddetmiş. Olaylar üzerine akli dengesini yitirmeye başlayan genç kadının bebeği de elinden alınmış. Bu yüzden şimdi hep oyuncak bebeğiyle geziyor. Topaktaş bu güzel kadının en etkileyici yönünün sürekli tebessüm etmesi olduğunu söylüyor ve “o adeta bir yıldız” diyor... G Deli Ayten’i Bursa’da tanımayan, bilmeyen yok. Üzerinde gelinliği, elinde davulu, bavulları ve kocasından kalan cümbüşüyle gezen adı üstünde deli bir kadındı o. Yıllarca Çingene mahallesi Kamberler’deki barakasında yaşadı, davul çaldı, gezdi, dolandı. Ayten’in ölümünden 16 yıl sonra Osmangazi’ye heykeli dikiliyor. Tepki gösterenler de var ama çoğunluk için Ayten onların yaşadıklarının da teminatı… Deniz Yavaşoğulları 1. Sayfanın devamı Evet, ama kimdi bu Ayten? Hikâyesi neydi... Hâlâ öğrenememiştik. Yeşilova ve Altepe’nin anlattıkları, Bursa Ansiklophesi’nde yazanlar ile Bursa Gazetesi’nden Vicdan Kayır Topaktaş’ın anlattıkları bir araya gelince, sorunun cevabı da şekillendi. Deli Ayten, yani (namı diğer!) Ayten Şenaşık 1935 yılında fakir bir Roman ailesinin çocuğu Ali İhsan Yeşilova. olarak Bursa’nın “Sulukulesi” Kamberler mahallesinde dünyaya gelmiş, küçük yaşta menenjit geçirmiş. Hastalığı tedavi edilmeyince, beyninde kalıcı hasarlar ortaya çıkmış. Çocukluğunda da pek normal olduğu söylenemezmiş Ayten’in. 1314 yaşına gelince Cümbüş Hasan diye anılan bir alkoliğe âşık olmuş. Ailesi onunla evlendirmek istememiş. Bunun üzerine iyice akli dengesini Recep Altepe. yitirmeye başlayan Ayten kontrol edilemez hale gelmiş. Hal böyle olunca, sevdiğiyle evlenirse düzeleceğini düşünmüşler ve evlenmelerine izin vermişler. Ancak bekledikleri gibi olmamış, Ayten düzelmemiş. Üstüne üstlük kocası da birkaç yıl içinde ölünce, kendini sokaklara vurmuş. Ölene dek, yani 1992 yılına kadar, Kamberler’in Kız Yakup Mahallesi’nde bir barakada hayatını sürdürmüş... Vicdan Kayır Topaktaş, Bursa’nın onun cenazesi kadar kalabalık bir cenazeye bugüne dek şahit olmadığını söylüyor. “O Bursa’nın simgelerinden biriydi, gelinliği, bavulları çantaları, kocasından kalan cümbüşü ve davuluyla dolaşırdı. Bana bu hali her zaman ‘yarım kalmış bir düğünü, aşkı’ anımsatır” diyor “Kıpkırmızı da bir ruj sürerdi taşıra taşıra, hâlâ kadındı yani! Süslü püslüydü. Eğer üzerinde bayrak asılıysa veya forma varsa, o gün Bursa’da maç mı, miting mi olacak, hemen anlardınız”. Ayten’i Kamberler esnafı yedirir içirirmiş. Sahip de çıkarlarmış, ama yine de tecavüzden kurtulamamış. Topaktaş, onu en az yedi sekiz yıl üst üste hamile gördüğünü, hatta annesine “neden karnı şiş?” diye sorduğunu anımsıyor. “Çocukları alıp yurtlara yerleştirdiler, kadıncağızı da kısırlaştırdılar” deyip, devletin ona sahip çıkmamasına sitem ediyor. “Son yıllarda artık gelinliği iyice parçalanmıştı” diye anlatıyor “zaten ölmeden kısa bir süre önce artık gelinliği çıkarmış normal kıyafetler giymeye başlamıştı”... Topaktaş bir kere de Ayten’le sigara içmiş, “yanına fazla yaklaşınca tükürürdü, bu yüzden ‘sana bir sigara vereyim karşılıklı içelim, ama tükürme’ dedim, öylece baktı, gerçekten hiçbir şey yapmadı. O hiç konuşmazdı, benimle de konuşmadı ama ağzında bir şeyler geveliyordu. Onu öyle hatırlıyorum” diye anlatıyor o anı. Heykelinin yapılmasını ona bir borç olarak görüyor ve belediye başkanını bu projesinde destekliyor... Bursalı Mimar Hüsniye Özatalay ise küçüklüğünde Deli Ayten’den korkanlardan. Onun, kendisini kızdıran çoculara çok sinirlendiğini ve davulunun içinde sakladığı taşları attığını anlatıyor. “Benim kardeşimi dövmüştü bir kez, o günden sonra hep kaçtık ondan” diye söz ediyor. Özatalay’ın babasının Kapalı Çarşı’daki manifatura dükkânına da uğrarmış sık sık, çay içermiş... Deli Ayten aklımıza bir başka deli kadını daha getirdi. O İstanbul Kadıköy’den, bölgenin en çok tanınan delisi. Herkesin hakkında farklı birşey anlattığı bir kadın. Bazısı ona “Çayır veya Kadıköy güzeli”, bazısı ise “Deli Brijit” diyor. Güzel ipek kıyafetlerle gezer, büyük şapkalar takarmış. Sarı saçları bukleliymiş her zaman. O da Ayten gibi kırmızı ruj sürüyormuş taşırarak. Konuştuklarımızdan biri, onun aslında Koşuyolu’ndaki bir köşkte doğup büyüdüğünü, zengin kızı olduğunu söylüyor, “Bazen köşkün camından dışarı eşyalarını fırlatırmış” diye de ekliyor… Hatırlayanlar sanki kraliyet ailesinden geliyormuş gibi, ahım şahım elbiselerle sokakta gezip durduğunu anlatıyor, “saraylı gibiydi” diyorlar. Kimseyle konuşmayan bu kadın 70’li yıllarda Kadıköy’de yaşayan herkesin değip geçtiği biriymiş, tabii çoktan ölmüş... Onlar kendi dünyalarında yaşayan “farklı” kadınlar. Neredeyse her şehrin, her semtin unutulmayan delileri vardır, böyle. Vicdan Kayır Topaktaş’ın dediği gibi, önemli olan onlara sahip çıkabilmek. Deli Ayten’in heykeli Kamberler Tarih ve Kültür Parkı’nda onun anısını yaşatacak. Bu heykel bütün deli kadınlardan, delirtilen kadınlardan özür dilemenin esaslı bir yolu olarak da görülebilir… Eğer vicdanın sesi derinlerde boğulup gitmediyse! G Sırlarla dolu bir devrim hikâyesi... Deniz Ülkütekin alabalık içindeki yalnızlığı, etrafında yaratılan efsanesinin gölgesinde mi kalıyordu? Bunu söylemek çok zor, çünkü Tina Modotti’nin yaşamöyküsü tam da 20. yüzyılın ilk yarısının absürd gizemine gayet uyuyordu. Modern ideolojiler, yerlerini postmodernizmin öncülerine bırakırken, siyaset deniz aşırı göçlerde kendine bir K değil. Onun devrimciliği, fotoğrafçılığı, gençlik yıllarında çok daha bağlı olduğu İtalyan köklerinden edindikleri ya da çocukluk döneminde ailesinin yaşadığı ani iniş çıkışlar, hepsi ayrı birer hikâye konusu olabilir. Tina’nın tanıştığı her insanın, yaşadığı her olayın ve yaşadığı her yerin hayatında bir izi var. Hooks, kitap için yazdığı önsözde Tina Modotti’nin günün koşullarına göre yapmak zorunda olduğu zor seçimlere dikkat çekiyor. “Duygusal ilişkilerinde, mesleki kararlarında geleneklere ters düşen zor seçimler yaptı. Evlilik yerine cinsel sanatında ilerlemesinde önemli rol oynamıştı. Ancak 1920’lerin koşulları göz önüne alındığında Latin Amerika’da tarihin her döneminde varolan yoksulluk, devrim inancı ve bu çelişki içinde yaşayan insanların hayatının Modotti’den önce böylesine somut fotoğraflanmamıştı. Onun anlatmak istediği, kullandığı figürler çoğunlukla yoruma yer bırakmayacak şekilde netti. Hooks’un fotoğraf sanatına yaptığı en büyük katkı da Tina Modotti’yi etrafındaki bohem çevrenin anektodlarından bilinme zorunluluğundan kurtarması oldu. Ölümünden yıllar sonra giderek artan popülaritesi, Tina Modotti’yi kült bir figür haline getirdi. Kimisi için fotomodel olarak verdiği birbirinden güzel kareler, kimisi için devrimci kişiliği, kimisi için fotoğrafçılığı bir anlam taşıyordu. Yazarı Margaret Hooks “Devrimci Fotoğrafçı Modotti” isimli kitabında tüm popülaritesine karşın hayatı gizemler ve Tina Modotti Mella suikastıyla ilgili sorgulanırken... yer ararken, onun hayatının bu gizemin gölgesinde kalması aslında bir hayli anlamlı. Hayatının büyük bölümünü, Modotti’nin kaderinde önemli rol oynayan Mexico City’de geçiren yazar Margaret Hooks, “Devrimci Fotoğrafçı Modotti” isimli kitabıyla işte bu gizemin kapısını aralıyor. Agora Kitaplığı tarafından Türkçeye kazandırılan eser, Tina Modotti’nin yaşamı, yaptıkları ve hissettiklerini bulabildiği tüm ipuçlarını birleştirerek ortaya döküyor. Tina Modotti’yi tek bir başlık altında anlatmak pek mümkün siyasetten kopuk değildi. Ancak sanatında gösterdiği ilerlemenin aksine hayatı eskisi kadar hareketli olmadı. İşte bu yüzden, kitap, Mella’nın ölümüyle başlıyor. Modotti’nin kaderini kendisinden başka çizen tek insan Mella’ydı. Avrupa yolculuğunda ilk durağı Rotterdam’dı. Savaşın yarattığı gergin ve umutsuz havadan etkilenen yaşlı kıta, Güney Amerika’daki devrim ateşinin çok uzağındaydı. Modotti, bu hisse çok uzaktan da olsa yabancı değildi. Çünkü çocukluğunu geçirdiği İtalya da savaşın acısı, umutsuzluğu ve sefaletini taşıyordu. Berlin ve İsviçre’de geçirdiği kısa dönemlerin ardından başladığı yere, İtalya’ya döndü. Orada Mussolini’ye karşı yürütülen antifaşist harekete katıldı. İspanya Sivil Savaşı’nda cumhuriyetçilerin saflarında yer aldı. Ancak Cumhuriyetçi Hareket başarısızlığa uğrayınca artık onun için gerçek vatanı saydığı Meksika’ya dönme vakti gelmişti. Maalesef burada kısa bir süre geçirebilecekti. 1942’de Meksico City’de geçirdiği kalp krizi sonucu birçoklarına göre zehirlenmişti hayata gözlerini yumdu. Ancak onun hikâyesi tam da burada başlıyordu. İlerleyen zamanla birlikte yarattığı efsane kendisini büyütecek ve gelecek kuşaklardaki birçok kadın için bir idole dönüşecekti. G kuşkuyla dolu İtalyan fotoğrafçıyı anlatıyor. Modotti’nin “Alman Gençlik Grubu” fotoğrafı. (1930) özgürlüğü, bireysel güvenceler yerine siyasal bağlılığı, sanat yerine de devrimi tercih etti.” Tina Modotti’nin fotoğrafçılığı, her zaman geri planda kalmıştı. Sırf kendisine atfedilen diğer sıfatlar karşısında değil, aynı zamanda beraber çalıştığı fotoğrafçılar ve birlikte olduğu diğer sanatçılarla ilişkisi fotoğrafının önüne geçmişti. O, Edward Weston’un daimi modeliydi ve belki de ne yazık ki Weston’a mükemmel kareler hediye etmişti. Yazıktı, çünkü bu kareler de kendisinin önüne geçecekti. Elbette Edward Weston da Modotti’nin Kitapta, hayatındaki dönüm noktası olarak gösterilen devrimci lider Julio Antonio Mella’ya yapılan suikast sonrası Modotti için artık ait olduğu bir yer yoktu. Onu 2. Dünya Savaşı’na dek sürecek uzun bir yolculuk bekliyordu. Meksika’da kalamazdı, Mella cinayetinden beraat edip Meksika’da adalet önünde aklansa da bir zamanlar devrim için umut bağladığı halkın gözünde cinayetle birlikte anılan bir kadın olması Latin Amerika’ya veda etmesini gerektiriyordu. Modotti’nin Avrupa’ya dönüşü, İtalya ve Almanya’da geçirdiği süre elbette Bursa’nın deli kadınları Beni siz delirttiniz! C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle