17 Haziran 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

12 23 KASIM 2008 / SAYI 1183 Hangi Avrupa, hangi kültür? Deniz Ülkütekin “Avrupa Kültürü Nedir” isimli bir sempozyum, ilk anda net bir konu çağrıştırmıyor, insanda. Türkiye’nin klasik çözümsüzlüğünün kıtalar ve kültürler arasındaki geçiş noktasında durması olduğunu düşünürken, Avrupa kültürü ülkenin yüzünü Batı’ya dönen kısmı için bir referans noktası. Oysa sempozyumda aksi istikamette konulardan da sıkça bahsedildi. Avrupa’da yaratılmak istenen ortak kültür, bilinç ve belki de standartlaşmanın parçası olmak için adımlar atan Türkiye’ye de soruldu: Hangi Avrupa kültürü? Helsinki Üniversitesi’nden Prof. Laura Korbi uzun süredir Türkiye üzerine incelemeler yapan bir isim. İstanbul’a ilk ziyaretini 1980 darbesi sonrasında yapmış. Dahil olmak istediğimiz Avrupa kültürünün çarpıklıkları ve boşluklar hakkında ise son derece samimi. Türkiye ve Avrupa arasındaki kültürel ilişkiler üzerine konuşurken çelişkiye düşmemek zor. Çünkü fazlasıyla kaygan bir zemin… Kim Avrupalı kim değil belli değil, yaşanılan ülkeden ülkeye, algılara göre sınır da değişebilir… “Avrupa Kültürü Nedir” sempozyumuna katılan iki akademisyen Laura Korbi ve Raoul Motika’nın ise böyle dertleri yok. Onlar Türkiye’ye ve Avrupa’ya hem içeriden hem İstanbul iki yıl içinde Avrupa’nın kültür başkentini temsil edecek. Ama hangi Avrupa? dışarıdan bakabiliyor… Baltık ülkelerinin entegrasyonu biraz Türkiye’nin durumuna benziyor. Evet. Polonya’daki milliyetçilik gerçekten ürkütücü. Ancak dini kökleri ve politik geçmişinin yarattığı özel durum göz ardı edilmemeli. Sonuçta ülke, hâlâ Avrupa’nın ortasında duruyor. Ancak şu anda en büyük problem Batı Avrupa ülkelerinin pasifliği ve durumu yeterince ciddiye almamaları. Çünkü kültürel gelişime bakarsak, şu anda en büyük hareketlilik eski Doğu Bloku ülkelerinde ve Türkiye’de yaşanıyor. İstanbul 2010 gibi projeler gerçekten kültür alanında gelişmelerin önünü açıyor mu? Yoksa sadece bir gösteriden mi ibaret? Bence her ikisi de. Helsinki 2000’i yakından izleme şansı buldum. Organizasyonun düzenlendiği yıl boyunca bir şeyler değişiyor. Ancak geleceğe yönelik enstitüler kurmak bir hayli zor. Yine de o yıl çok önemli. Çünkü yaratıcılığın ve hareketliliğin önü açılıyor. İnsanlar bir arada eğleniyor. Bir şekilde yaratılan ruhu ayakta tutmak ise mümkün olmuyor. Yine de İstanbul’da her türlü imkân var. Çok kimlikli olmakla barışık olmak zorundasınız. Çünkü gelecekten kaçamazsınız. G Prof. Laura Korbi. Fotoğraf: Vedat Arık İstanbul’a ilk gelişiniz ve şimdiki durum arasında gözlemlediğiniz farklar nedir? İstanbul’un iki kıtayı, kültürü ve dinleri birleştirmek gibi belli özellikleri var. Gördüğüm kadarıyla temelde pek bir şey değişmedi. Ancak kent şu anda Akdeniz’deki en önemli metropollerden biri haline geldi. Bu yüzden tarihini her defasında yeniden yaratıyor. İstanbul’a yüklediğiniz bu özelliklerin bazen fazla abartıldığını ve kültürel gelişimin önünde engel oluşturduğunu düşünüyor musunuz? İstanbul da tıpkı diğer kültürel başkentler gibi. Hepsinin ortak bir sorunu var. Acaba ülkenin geri kalanı için bir referans oluşturuyorlar mı? Türkiye’deki gerçeklerin oluşturduğu varyasyonların ucu son derece açık. Bu yüzden İstanbul’un tüm Türkiye’yi temsil ettiğini söyleyemeyiz. Ancak Türk tarihiyle ilgili hikâyelerin büyük ölçüde İstanbul’la ilişkilendirilmesi çok ilginç. Ülkenin geri kalanına kültürün İstanbul’dan yayıldığını düşünürsek, bu yayılma sürecinde dışarıdan gözlemlediğiniz boşluklar var mı? Yoksa tüm olan biten doğal bir gelişim süreci mi? Bu, İstanbul’un konumunu nasıl gördüğünüzle alakalı. İstanbul’u nasıl görüyorsunuz, Türkiye gerçeği içinde pozitif bir element mi yoksa Türk kimliğini yansıtmayan bir yer mi? İkinci Dünya Savaşı’ndan, Berlin Duvarı’nın yıkılmasına kadar geçen sürede politikaya bakarsak büyük şehirlerin diplomasi alanında büyük sorumluluk aldığını görürüz ki bu sorumluluk genelde süper güçlerin tekelindedir. Türkiye’nin bu anlamda gelişimi de çok ilginç. İstanbul kentler arası liderlik rolünü geri aldı. Sizce Avrupa’da kültürel gelişim için çalışan kurumlar Türkiye’nin kendilerinden beklentilerini yeterince anlayabiliyorlar mı? Ne yazık ki sanmıyorum. Çünkü Avrupa konsepti tam anlamıyla bir batı konsepti. Ancak benim de içinde bulunduğum kuzey ülkelerinde tamamen farklı bir Avrupa algılanıyor. İçinde Doğu da var. Bu ülkeler tamamen farklı bir Avrupa’yı anlatıyor. Batı Avrupa’daki sorun kendilerine dar bir çerçeveden bakmaları. “Burada küçük bir ülke var, onu kendi başına bırakalım, Rusya’yı uzak tutun, Türkiye’yi uzak tutun, Polonya fazla milliyetçi, uzak tutun”. Fransa ya da Hollanda’da olmak kolay, kritik durumda olan toplumlar ise kesinlikle istenmiyor. Türkiye de değişecek... Prof. Raoul Motika, Hamburg Üniversite’sinde Türkoloji Bölüm Başkanlığı yapıyor. Türkiye ile ilgisi yalnız akademik alanla sınırlı değil. Gençliğinden itibaren birçok Türk arkadaşı olmuş, ilki 26 yıl önce olmak üzere, sık sık da Türkiye’yi ziyaret etmiş. Klişe tabirle, tam anlamıyla bizden biri. Ancak bu samimiyeti “rakı, şiş kebap, Sultanahmet” üçgeniyle sınırlı değil. Ülkedeki sorunları da yakından inceliyor. Almanya’daki gurbetçiler kültürel entegrasyona, Türkiye’dekilerden daha mı açık? Yoksa ülkelerinden uzakta oldukları için geleneklerini korumaya daha mı çok özen gösteriyorlar? Başka bir ülkeye kitlesel göç sonunda gelenler daha muhafazakâr oluyor. Eğitim düzeyleri de düşükse, başka bir ülkedeyken bunu geliştirmeleri çok daha zor. Almanya’da tercümanlık yaparken tanıştığım eski kuşaktan Türklerin birçoğunun okuma yazma bilmediğine şahit olmuştum. Onların üzerinden Türkler için kötü bir imaj yaratıldı. Ancak bu onların suçu değildi. Çünkü fakirdiler ve ne Alman ne de Türkiye devletlerinden durumlarını iyileştirmek için herhangi bir yardım görmediler. Genç kuşak içinse din faktörü ve milliyetçilik ön plana çıktı. Onlar iki taraflı bir dışlamayla karşı karşıya kaldılar. Yine de bir genelleme yapmak çok zor. Birçok Türk arkadaşım var, hepsi birbirinden o kadar farklı ki. Avrupa’daki genç kuşak Türkleri kültürel entegrasyon için bir basamak olarak kullanmak gibi bir yaklaşım var mı? Çünkü onlar kendi yaşıtlarıyla önceki kuşaklardan çok daha iyi iletişim kurabiliyor. Prof. Raoul Motika. Evet, bu bir taraftan doğru. Bazı siyasetçiler de bu yönde düşünebilir, ama bunu hayat gösterecek. Bir öğrencim, İstanbul’da iş arıyor. Belki bir Alman şirketinde çalışacak. İleride uluslararası alanda çalışmalar çok daha artacak. Bu da farklılıkların daha da azalmasına sebep olacak. Yaşananlar bunun bir alameti olabilir. Siyasetçiler bunu çok iyi kullanmalı. Kapılarını yabancılara kapayanlar bence gelecekte ekonomik ve iktisadi alanda hiç başarılı olamayacak. Bu biraz da toleransla alakalı sanırım. Tam olarak tolerans değil. Demek istediğim, günlük hayatta başkalarının da olduğunu kabul etmek değil. Çok kültürlülüğü gerçekten içselleştirmekten, başkasının hakkını ve hukukunu da savunmaktan söz ediyorum. Belki ben de Almanya’da Türklerin yaşadığı bir semtte kendimi yabancı hissedebilirim, bu olabilir. Ancak onlar artık orada yaşıyor. Dini hakları ve kıyafet özgürlükleri var. Ben bazı kıyafetleri hoş görmesem bile onların hakkını savunurum. Türkiye’de de böyle olmalı ve bence olacaktır da. G Tuvallerdeki kediler... T uvallerine kedileri yansıtan Sedef Yılmabaşar’ın yeni sergisi Artev Sanat Galerisi’nde açıldı. Sanatçı “puzzle” diye tanımladığı tekniği ile kompozisyonunu birçok parçaya bölüyor. Her parça farklı bir desen ve renkten oluşuyor, ama bir araya geldiğinde birbirini tamamlayan bir bütüne dönüşüyor. Yılmabaşar bunun, hayatı bir arada tutan seçimler ve tesadüflerle olduğunu anlatıyor. Tuvallere kedileri yansıtmaya ne zaman başladınız? “Çok kedili” yıllarımın başlangıcı 1994 yılının başına dayanıyor. Evde kedi nüfusu yavaş yavaş artarken ben her kediyi bir tabiat harikası olarak görüyordum. Sonra da “acaba hayran olduğum bu güzelliğin ne kadarını tuvallere yansıtabilirim” dedim. Hikâyem de böyle başladı. Kedileri tuvallerime gerçekçi olmaktan uzak, daha çok stilize ederek, Sedef Yılmabaşar kedilere hayran, yıllardır onları tuvallerine yansıtıyor. Yalnızlığını, hüznünü, sevincini onlarla anlatıyor. Resimlerinde en çok gözler belirgin, çünkü ona göre ruh gözden yansıyor. Ali Deniz Uslu parlak renklerle, akrilik boyanın kuvvetli vurgularıyla yansıtmaya başladım. Bunun yanı sıra kâğıt üzerine ekolin ve yağlı pastel ile daha yumuşak geçişli birtakım araştırmalar da yapıyordum. Kedilerin ruh dünyanızdaki karşılığı nedir, uyuyan veya irkilen ya da oyun oynayan bir kedi figürünü göründüğü gibi mi algılamalıyız? Siz onlara nasıl anlamlar yüklüyorsunuz? Onlar tüm duyguları yansıtabiliyor. Mesela bahar çiçekleri arasına yayılmış kediler benim için yeni baharların, yeni başlangıçların sembolü. Tek başına hülyalara dalmış kedi yalnızlık, kıvrılmış uyuyan kediler ise huzur. Bir resmime baktığınızda o resim sizde hangi duyguları uyandırıyorsa aslında benim anlatmak istediğim de odur. Kedilerin duygularınızın bir sembolü olduğunu söylüyorsunuz, peki renkler ve çizim tekniğiniz ile neleri anlatıyorsunuz? Son yıllarda ağırlıklı olarak tercih ettiğim, “puzzle” diye tanımladığım tekniğimde kompozisyon her biri kendine özgü birçok parçaya bölünüyor, her parça farklı bir desen ve renkten oluşsa bile bir araya geldiklerinde birbirini tamamlayan bir bütünü oluşturuyor. Bunu hayatımızın tümünü oluşturan küçük anılar, tesadüfler ve seçimlerimize benzetiyorum. Resimlerimde kullandığım renk kombinasyonlarının bütünde beni heyecanlandıracak ya da farklı duygu hallerinde gezdirecek gruplar halinde seçiyorum. Karamsar veya çok uçucu pastel tonları tercih etmiyorum, daha çok yan yana kullandığım renklerin bana sürpriz yapmasını seviyorum. Stilize, akıcı, devamlılığı olan çizgilerle desenimi tuvalime yerleştiriyorum. Şu an kaç kediniz var? Elbette kedilere bu kadar hayran olup da onlarsız yaşamam mümkün değil. Şu anda evde kedi nüfusu dokuz. En yaşlısı 16, en genci ise iki yaşında. Resimlerinizde kedilerin gözleri özellikle çok belirgin, resme ruhunu onlar veriyor gibi. Gözleri resminizin belirleyicisi yapan nedir? Gerçek hayatta olduğu gibi, resimlerde de ruh gözlerden yansıyor. Resimlerimde en son gözleri çalışırım, o ana kadar eksik görünen resim, gözler bana doğru bakmaya başladığında canlanır. İnsanlar da iletişim kurarken göz temasını iyi kurduklarında sıcak bir bağ kurduklarını hissederler. Ben de kedilerimle bakışırken de, resimlerimdeki kedilere bakarken de o güzel gözlerinin parıltısını görmek istiyorum. G C M Y B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle