Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 23 KASIM 2008 / SAYI 1183 Sosyalist Feminist Kolektif Sosyalist feminist kadınlar bir kolektif kurdular. Dertleri sadece erkek egemenliğiyle değil, onu daha da güçlendiren kapitalizmle de. Kadınların kurtuluşunun sadece hak mücadelesi ile olmayacağını biliyor, patriyarkal kapitalizme dikkat çekiyor, eylem planlarını da onun tahlili üzerinden Sosyalist Feminist Kolektif üyeleri Filiz Karakuş, Berrin Hatacıkoğlu, Selin Çağatay ve kolektifle ilgili bilgi almaya gelen Sema. kampanyalar bunun bir halkasıydı. “Bütün mücadeleyi anayasal zeminde yapmak şu anlama geliyor, kadınlar hak anlamında erkeklerle eşit olmak istiyor” diyor Hatacıkoğlu “Oysa sistemin kadınlar için yarattığı dezavantaj, ezme koşulları sadece yasalarda eşitsiz şekilde tanımlanmaları değil. Patriyarkanın ve onunla örülmüş kapitalizmin kadınları hapsettiği nokta daha derin bir tahlil içeriyor. Sosyalist feminizmin ya da maddeci feminizmin buradaki önemi, patriyarkayı, kapitalizmi ve onların nasıl birbirinin içine geçtiğini materyalist anlayışla tahlil edebilmek. Tüm o yapıyı bozuntuya uğratmayı hedeflediği için gerçek bir özgürleşme ve kadın kurtuluşunu hedefliyor”. Selin Çağatay, sosyalist feminizmin, feminizm içindeki duruşlardan sadece biri olduğunu söylüyor, feminist hareketin çok parçalı olması bir zorunluluk, çünkü patriyarkayı birçok yerinden delmek gerekiyor. Onun bu parçalardan sosyalist feminizmi seçmesinin nedeni, sadece sistem eleştirisi yapmakla kalmayıp, geleceğe yönelik bir projeksiyon tutması, gelecekte nasıl bir dünya istiyoruz, sorusuna farklı cevap vermesi. GÖRÜNMEYEN EMEK... Ev içi emek, sosyalist feministlerin programlarındaki önemli bir başlık. Ne de olsa kapitalist sistemin yeniden üretiminde iktisadi açıdan önemli olan bu durum, kadınlar üzerindeki en yoğun baskı da. Hatacıkoğlu, bu “görünmeyen emeğin”; kendine bakma yetisi olmayan bebek ve yaşlılar ile kendisine bakma yetisi olan ama bakmayan erkeklere ev içinde sunulan bakım emeğinin iktisadi açıdan değerlendirilmesi ve görünür kılınmasının en önemli hedeflerinden biri olduğunu söylüyor. Feminist politikalarını yaparken, çalışan kadının kreş hakkını dile getirirken de, evdeki emekle bağlantılıyorlar. Küresel kriz bu sorunu daha da yakıcı hale getiriyor. Karakuş, “Krizde kadınlar daha düşük ücretle mi çalıştırılacak yoksa eve mi kapanacak belli değil, ama kesin olan bir şey var ki, kadınların ev içi emeği artacak” diyor. Krize bir de muhafazakâr AKP hükümeti eklenince vahamet iyice artıyor. “Bize üç çocuk doğurmamızı tavsiye eden; yaşlılarımız kenarda köşede ölüyor, yaşlılara evlerde bakmak lazım diyen bir hükümetle karşı karşıyayız. Ev içi emeğimizi pekiştiren bir politika bizzat iktidarca yürütülüyor. Bu noktada, feminist arkadaşlarla bir kampanya yürüttüğümüzde bu ikisi arasındaki bağlantıyı kuracak bir politikayı yaygınlaştırmayı düşünüyoruz”. Yapacakları bu kadarla sınırlı değil, film gösterimleri, seminerler düzenleyip, bilinç yükseltme grupları oluşturacaklar. Bir de ocakta çıkacak bir derginin, Feminist Politika’nın hazırlığı içindeler. Ayrıca TCK’de yasalar kadınlar lehine değişse de erkek egemen anlayışın uygulamayı engellemesine itiraz edecekler. Kadın cinayetlerine müdahil olmak da var programlarında. Ayşe Yılbaş davası bunlardan biri. Pippa davasına da müdahil olmayı teklif ettiler, 16 Aralık’taki duruşmada belli olacak. G yapıyorlar... Esra Açıkgöz B eyoğlu Akşam Lisesi’nin karşısında, çerçeveleri mora boyanmış, perdeleri, koltuklarıyla bir ev havasını andıran bu daire, Sosyalist Feminist Kolektif’in. Yeni yeni yerleşiyorlar, ama memnunlukları gözlerinden okunuyor. Uzun bir çalışmanın ürünü bu “ev”. Evin sahipleri mi? Feminist harekete güç katmak isteyen 120 kadın. En azından biz onlarla konuşurken sayı buydu, değişmiş olabilir, çünkü temellerini, 1015 kişinin attığı oluşumun, dışarı açılması sadece iki aylık bir olay. İstanbul’dan değil, Ankara, Adana, Afyon, Eskişehir ve daha pek çok şehirden; farklı yaşlardan ve meslek gruplarından kadınlar var. Çağrıda bulunurken bu kadar büyüyeceklerini düşünmemişler, bu onlara bunca zaman suya yazı yazmadıklarını da göstermiş. Berrin Hatacıkoğlu ve Filiz Karakuş, bu çağrının sahiplerinden ikisi. 25 yaşındaki Selin Çağatay’sa çağrıya kulak verenlerden. Aslında üniversite öğrencisi olduğu yıllardan beri sosyalist feminist, ancak diğer örgütlenmelerin politik zeminini kendine çok yakın görmediğinden daha önce sokağa çıkmamış, ama artık... “Bir çağrı yaptık” diyor Karakuş, “gelen arkadaşlarla kendimizi yeniden tarif ettik. Bir yanıyla sıfırdan başladık, bir yanıyla bir birikimin üzerinde yürüdük, bir yanıyla da her şeyi yeniden yazdık”. Üzerinde yürüdükleri birikim mi? Karakuş’un yanıtı feminizmin kısa bir tarihçesi: “Türkiye’de feminist hareket 80’lerde ortaya çıktı, sosyalist feministler de kendilerini bu sırada gösterdi; Gülnur Savran, Banu Paker... Ben de kendime sosyalist feminist diyordum. O dönem Kaktüs diye bir dergi çıkıyordu. Kaktüs’teki birikimleri devraldık, ancak devamı değiliz, kendimize yeni bir politika çizdik. Biz bir sosyalist feminist tahlille güncel politika benimsiyoruz”. Hem sosyalizm hem de feminizm mücadelesi yapılan bir politik anlayıştan değil, patriyarkal kapitalizm tahlili üzerinden kadının kurtuluşu perspektifi kuran bir feminizmden bahsediyorlar. “Biz feminist bir grubuz” diyor Hatacıkoğlu, “Sosyalizm anlayışları çok farklı yüz kadın var aramızda, kendine sosyalist demeyenler de. Elbette ki antikapitalist bir örgütlenmeyiz, ancak sosyalizm mücadelesi başka bir yerde politika yapmayı gerektiriyor”. Karakuş’a göre, feminizm son yıllarda yaygınlaşsa da, kadınların ezilmesinin hak mücadelesi değil, sistematik bir şey olduğunu; bunu sadece erkek egemenliği değil, kapitalizmin de güçlendirdiğini gören feminizm anlayışı silikleşti. Şimdi onlar bu anlayışı yeniden parlatacaklar. Diğer feministlerle birlikte yoğun olarak çalıştıkları Novamedli işçi kadınlarla ilgili GÜNNUR ÖZSOY SERGİSİ Haydi kızlar tarlaya! Okumak istiyor, okuyamıyorlar. Ya aile kuralları dikiliyor karşılarına, ya maddi sıkıntı… Üstelik Doğu’da da yaşamıyorlar, Zonguldak’tan birkaç saat uzaklıktalar… Okul olmayınca geriye iki hamleleri kalıyor, ya tarlada çalışmak ya da evlenmek… İkisini de istemiyorlar… Selda (arkadaki) ve Hülya, okumak istiyorlar, ancak ne ekonomik şartları ne de aileleri buna izin veriyor. Heykel için her şey malzeme... G ünnur Özsoy, portfolyosu çok geniş bir heykeltıraş. PG Art Galeri’de 2002’de açtığı ilk kişisel sergisinden sonra yeniden başladığı yere döndü. Sanatçı şimdiye kadar alüminyum, bronz, polyester gibi pek çok farklı malzeme kullanarak organik formlarda heykeller üretiyordu. Bu kez doğal kök boyalarla renklendirdiği yassı çakıl taşı formundaki keçe işleriyle karşımıza çıktı. Eserlerin hepsi teker teker anlama sahip, aynı zamanda serginin bütünü içindeki parçaları oluşturuyorlar. Üstelik bu bütünü bir kural dahilinde sıralanmadan başarıyorlar. Daha önceki işlerinde gördüğümüz pürüzsüz, parlak, kaygan, ışığı yansıtan yüzeylerin aksine yeni çalışmaları ışığı emen yüzeyleriyle izleyicilere adeta arkaik dönemi hatırlatıyor. Günnur Özsoy’un kişisel sergisi, bu ay sonuna kadar görülebilir. G Yazı ve fotoğraf: Ayşe Baziki G ümeli. Zonguldak’ın Alaplı ilçesine bağlı bir belde. Bir aşağısı var bir de yukarısı, yani dağları. Aşağıda okul zili çalıyor, çocuklar sıralı, dersliklere giriyor. Yukarıda ise eğitimi yarım kalmış çocuklar var, eksik kalmış düşleriyle… Biz de onlara ulaşmak için dağlara tırmanıyoruz. Kimini tarlada, kimini evde buluyoruz, elbette iş yaparlarken! Emine, on beş yaşında, başarılı bir öğrenci. Babası sadece üç ayda bir beş yüz lira maaş alıyor, bu parayla geçiniyorlar. “Dokuz kardeşiz. Ablamın biri vefat etti. Yedi kız bir erkek kaldık. Durumumuz kötü. Evde herkes ilkokul mezunu. Bir ben ortaokul mezunuyum. Burada kız kısmı okumaz diyorlar, okutmuyorlar. Okul, Alaplı’da olduğu için ve kalacak yer de olmadığı için okula göndermiyorlar kızları” diyor. “Liseyi okumak istiyorum ama imkânsızlıklar izin vermiyor. Alaplı’da kalacak yerim yok, o yüzden liseye kayıt yaptıramadım. Okursam anasınıfı öğretmeni ya da hemşire olmak istiyorum.” Dilek de ortaokulu bitirdikten sonra liseye gönderilmeyen ama derslerinde başarılı olan kızlardan. Ortaokul dönemi boyunca hep takdir belgesi almış. Babası liseye göndermemiş, nedeni ekonomik sıkıntı. Başlangıçta kız çocuğu, okutmasak da olur lafı düşse de ağzından Dilek’in dersleri iyi gidince “aferin kızıma beni utandırdı” demiş. “Utandırdım babamı” diyor Dilek “Ama fazlasını yapamadı. Okuyabilirsem öğretmen olmak istiyorum.” Selda on dört yaşında. Yedinci sınıfta çizim yapmaya başlayıp bir defter doldurmuş, öğretmeni de ne olacaksın diye sorunda “Modacı” yanıtını vermiş. Bir sene sonra, yani son sınıfta çizimi bırakmış. Öğretmeni neden çalışmadığını sorunca ağlamaya başlamış “Zaten okuyamayacağım, niye çalışayım!? Dediği olmuş, okuyamamış, babası maddi sıkıntıyı neden göstererek liseye göndermemiş. “Kızların okumasını daha çok istiyorum” diyor “Hep kızlar geride kaldığı için onların okumasını, erkelerle eşit olmalarını istiyorum. Burada kız çocuklarının çoğu okutulmuyor, evlendiriliyor. Ben evlenmek istemiyorum, okumak istiyorum. Otuz sekiz sınıf arkadaşımdan sadece üçü liseye gidiyor. Okutulursam, anaokulu öğretmeni olmak istiyorum”. Hülya, Gümeli’de İstiklal Marşı’nı okuma yarışmasının ikincisi. Elbette okula gittiği zamanlara ait bir anı bu. Umutla başlayıp, hayal kırıklığıyla biten bir anı... “Yarışmada derece yapınca ilçe milli eğitimi bana yardım edeceğini söyledi. Annem bundan etkilendi ve beni okutacağını söyledi. Daha sonra olmadı” diyor “Ailem kabul etmedi. Burada ya da yakınlarda lise yok diye, olmaz dediler. Maddi durumumuzun kötü olduğunu ve aşağıda, Gümeli’de geçinmenin zor olduğunu söylediler. Kalabalık aileyiz, dokuz kardeşiz.” “Ablalar da benim gibi okuyamadı. Benim büyüğüm benden daha başarılı, Anadolu lisesini kazandı ama göndermediler” derken ağlamaya başlıyor; “Gümeli’ye de taşınamadık. Kalabalık aile olduğumuz için ev veren olmadı. Ailem çevreye güvenmedikleri için de göndermiyor. Bize hep kötü örnekler gösteriliyor. Okuyup da başarılı olmuş kişileri örnek vermiyorlar. Mesela köyümüzün hemşiresi buralı, onu örnek göstermiyorlar. Burada insanlar okumanın güzelliğini bilmiyor, bize de tattırmıyorlar.” G C M Y B C MY B