Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 9 27/9/07 17:18 Page 1 PAZAR EKİ 9 CMYK 30 EYLÜL 2007 / SAYI 1123 9 Böylece de belki daha az “sanatkârane”, ama daha gerçekçi, daha açık sözlü davranmış oluyor… Ülkücü ve türkücüye sanki, eveleyip gevelediğiniz, üstünü sözüm ona kapatır gibi yaparak söylemek istediğiniz şey bu değil miydi diye soruyor... Ve birkaç istisnasıyla, klipteki görüntülerle yanıtını da vermiş oluyor… Ülkücü ve türkücü bunun üzerine kıyameti koparıyor: Biz böyle demek istememiştik! Peki siz ne demek istemiştiniz? Şimdi izleyebildiğim kadarıyla toplum ve yargıç önünde bunun hesabını verme uğraşındalar… Ben ülkücünün şiirindeki “toplu kıyım” imasıyla, daha önce bir başkasının minareleri süngüye kubbeleri kalkana benzetişi arasında benzerlik buluyorum… Ve bunda şaşılacak bir yan da görmüyorum. Aynı hümanizm karşıtlığı, aynı düşmanlık duygularıyla kirletilip daraltılmış beyinler, yürekleri aynı sevgisizlikle karartılmış insanlar… Ülkücü ve türkücü olayında bir olgu daha dikkatimi çekiyor ve beni şiir denilen bu sözlerin kendisi kadar rahatsız ediyor: Gözle görülen bir gerçeği yadsımak… Bir şeyi sanki o şey değilmiş gibi göstermeye çalışmak… Cinayet övgüsünü sanki dostluk çağrısına dönüştürme çabası… Katilin masumu oynamaya yeltenmesi… Başka bir deyişle, toplumumuzu dalga dalga, tepeden tırnağa sarmakta olan ikiyüzlülüğün tipik bir örneği… O zaman insanın klipçiyi neredeyse alkışlayacağı geliyor… Niyeti bu olmasa da, bir cinayet övgüsünü, simgesiz mimgesiz, şiirsiz bestesiz, olanca pislik ve çirkinliğiyle apaçık gözler önüne serdiği için… ataolb@cumhuriyet.com.tr PAZAR SÖYLEŞİLERİ Mahalledeki değişim Aylin Kotil Ülkücü ve türkücü Ataol Behramoğlu Ülkücü şiir olduğunu düşündüğü bir şey yazmış. Türkücü onu bestelemiş. Bir başkası bu besteyi görüntüleyip internet ortamına taşımış. Ülkücünün şiirini gazetelerde gördüm. Türkücünün türküsünü dinlemedim, dinlemek de istemem. İnternet ortamında dolaştığı söylenen (hâlâ dolaşmakta mı bilmem) klipi izlemedim, izlemek de istemem. Ülkücünün şiirinde bazı katillerin adları simge gibi kullanılarak kısa süre önce ülkeyi sarsan bir cinayete göndermede bulunuluyor. Böylece bu katillerin adları gerçekten de simgeleştirilmiş oluyor… Şöyle denmek isteniyor: Bu insanlar sayısızdır. Şiirde adı edilenler onların bir kaçı, sadece simgesidir… Ve yine, bu simgesel anlatımla şöyle denmek isteniyor: İşlenen cinayet işlenebilecek olanların yanında devede kulak kalır. Ayağınızı denk almazsanız hepinizin sonu aynen böyle olacaktır. Ve böylece de, söylenen şey tek bir cinayeti övmenin de ötesine geçerek bir toplu kıyım uyarısına dönüşüyor… Esasında her şey bu sözlerin içinde bütünüyle söylenmiş oluyor. R Türkücünün yaptığı onu müzikle bezemek… Yapılan bu kadarla kalsa “vaziyet idare” edilebilecek… Çünkü anlatım ne de olsa simgesel… Fakat klipçi pişmiş aşa su katıyor… Simgeyi simgeliğinde bırakmayıp gerçeğe dönüştürüyor… amazan ayının başlamasıyla görsel ve yazılı basından mahallelerde uygulanan baskıları gözlemleyebiliyoruz. Bu haberleri okurken ve izlerken annemin anlatımları geliyor aklıma. Asırlar önce değil, en çok 2030 yıl önce ramazan ayında, oruç süresi içerisinde dışarıda yemek yemediklerinden bahsederdi, ama bir baskı unsuru olarak değil, insanların birbirine olan saygısı olarak anlatırdı bunu. Aynı mahallede, aynı sokakta, semtte yaşayan insanlar birbirlerine saygı duydukları için oruç süresince sokakta yemek yemezlerdi. Bugün gelinen noktada ise şiddet kokusu mahallenin en arka sokaklarına kadar keskin bir şekilde yayılmakta. Kutuplaşma alabildiğine hissettirilmekte. Bir arada saygıyla yaşamak yerine bizden ve onlardan kavramı iyice oturtulmaya çalışılmakta. Gizliden bir savaş var ülkemizde. En küçük yönetim birimi olan mahallelerde bile kaynamanın olduğu psikolojik savaş… Hatta psikolojik olmakla kalmayıp yaptırıma dönüşen bir savaş… Ortak paydaların unutulduğu, özlerinse çoktan hafızalardan silindiği bir ortam yaratıldı. Sırf bu anlamda mı? Tabii ki değil. Bakkal Garbis Amca’yla da açtılar aramızı. Daha doğrusu yenildik tüm bu oyunlara. Ya cahilliğimizden yenildik ya da para ve iktidarda kalma hırsımızdan… Çocuklarımız ise bizim yetiştiğimiz mahalle kavramından çok uzakta… Ya iyice dibe vurduğumuz bir noktada tekrar birlik olmayı akıl edebileceğiz ya da bölünme mahallelere sınır çizip yönetim farklılıklarına kadar gidecek. Her ikisi de kötü, her ikisi de acı. Muhalefet liderlerine düşen, bu kutuplaşmalara çanak tutmaktan çok, esas gelinmek istenen noktanın bölünme ve daralma olduğunu tüm açıklığıyla halka anlatabilmektir. Yoksa istikrar adına sınırlarımızın yeniden çizilmesi söz konusudur. İyi pazarlar. aylin@kotilsarigul.com