22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 4 27/9/07 16:34 Page 1 PAZAR EKİ 4 CMYK 4 ÇOCUKLAR TAŞLADI! Esmeray (Stand Up’çı) Yaşadığım, kim olduğum, ben ne kadar saklasam da çok görünürdü. Yaşam şeklim, yürüyüşüm, konuşmam, bütün bunlar erkek çocuklardan çok farklıydı. Bunu bastırmak için kendimi zorluyordum, 1214 yaşlarımda neden böyleyim, niye erkek gibi değilim diye isyan ettiğim durumlar oluyordu. Transeksüel kimlikle ilk çıkışımda, oturduğum mahallede travestiler yaşamasına, yani alışkın olmalarına rağmen sürekli dışlanıyordum. Mahallenin küçük çocukları bazen bizi taşlıyordu. Mahalleli ile devletin baskıları iç içe geçmiş gibi, ikisinin de zihniyeti aynı ve birbirlerini besliyorlar. 30 EYLÜL 2007 / SAYI 1123 ANNE BURALARDAN GİDELİM! Armen Bağdatlıyan (Ev kadını) Ben 56 yaşımı çok iyi hatırlıyorum. Komşulardan birinin çocuğu gelmişti. Oturmuş oyuncaklarımızla gayet güzel oynuyoruz. O kadar dalmışız ki oynamaya, kız birden bire ağlamaya başladı. Şaşırdım. “Sizin evde iğneli beşik var, beni içine koyacaksınız” dedi. Gitmek istedi. Ben de kapının çengelini yerine geçirdim, tek amacım oyuna devam etmekti. Bunun üzerine daha çok ağlamaya başladı. Annesi kızının sesini duyunca “vay gâvurlar, çocuğuma ne yapıyorsunuz,” diye veryansın etti. Olay mahalle kavgasına dönüştü ve ben seyirci kaldım. Bunu hiç unutamam. Bizim evimizin Hıristiyan evi olduğu belliydi. Çünkü kilisenin avlusunda oturuyorduk. Okuldan dönen bütün çocuklar ya tebeşirle haç işareti yaparlardı veya özellikle “Haçolar” deyip taşlarlardı. Artık gına gelmişti. Okulun çıkış saatleri en sevmediğim saatlerdi. Aileler tepki vermekten korkardı. Oturduğumuz yerde rahat değildik. Empati kurmayı bir deneyin, biliyorsunuz ki okul çıkışında kapınız taşlanacak veya dışarı çıktığınızda din olarak veya ırk olarak dışlanacaksınız. İstanbul’a medeni şehir diyelim… Diyarbakır’da gâvur kelimesini çok duyardım ve orayı düşündüğümde, hadi onlar köyden gelmiş, cahil insanlar, aileleri tarafından böyle yetiştirilmişler diye düşünürdüm. Buraya gelip de kendime sosyal bir çevre edindiğimde de benzer bir tablo çıktı ortaya. Örneğin oturduğum semtte bulunan bir okulun Kültür ve Yardımlaşma Derneği üyesiydim. Dernek olarak 50 kişilik bir grupla Ruhban Okulu’na bir tur düzenledik. Grup içerisinde tek Ermeni bendim. Başkanımız çok aydın biriydi, ailecek de tanışırdık. Masada otururken giderlerle ilgilenen arkadaşımız “başkanım papaza ne verelim?” dedi. Pazarlık yapılmaya başlandı. 10–20 derken başkan söze girdi “Allahın gâvuruna ne 20 milyon veriyorsun,” dedi. Gayri ihtiyari göz göze geldik başkanla. Çok bozuldum ve kendimi yalnız ve yanlış yerde hissettim. Yani demek ki medeni insanlar da bu fikre, bu zihne sahip. Bunun eğitimlisi veya eğitimsizi fark etmiyor. Çocuklarım için, hele Hrant Dink’in öldürülmesinden sonra çok büyük bir travma yaşadık. Aidiyet duygumuzu kaybettik. Daha doğrusu, bize bir zarar gelir tereddüdüyle yaşamaya başladık. Güven içinde yaşamak istiyoruz. Bu sadece bizim için değil, dünyadaki bütün insanlar için geçerli. Güven duygusu çok önemli bir kavram. Kızımın “Anne buralardan gidelim” sözü bana çok dokundu. Onların burada kendilerine gelecek görmemesi beni daha çok üzdü. İNANCIN TERÖRÜ... Orhan Alkaya (Tiyatrocu) Babam doğduğunda ülkenin yarıdan fazlası Müslüman iken, benim yetiştiğim zamanlarda bu oran yüzde seksen beş üzerinden doksana ulaştırılmış, 12 Eylül darbesini müteakip yüzde doksan dokuzlara vardırılmış ve toplum rakam boyunduruğuna alınmış durumda. Her türden farklılığın üzerinden silindir gibi geçen bir tahakküm ile karşı karşıyayız. Ben ateizmi de bir inanç deklarasyonu olarak nitelendiren, çok gerekiyorsa, yasak savma kabilinden “gnostik” tarifini tercih eden bir “merak ve ilgi sahibi”yim. Her türden inanca samimi bir saygı taşır, her türden “inanç yayıcılığı”nı ise ürkütücü bulurum. Bedenim, yeryüzünde durduğu o en son anlarda, nasıl yaşadımsa öyle durmalıdır. Bizatihi “son” olduğunu zannettiğim ölüm, bir yabancılaştırma törenine dönüştürülmemelidir. Ateistlerin ya da farklı inanış sahiplerinin cenazelerinde dini törenin zorla yaptırılmadığı, namazlarının zorla kıldırılmadığı, farklı inanış sahipleri için dini tören yapılacak alanların daraldığı apaçık. Merkezden çevreye doğru açıldıkça, bu alanda mahalle baskısının “mahalle terörü”ne dönüştüğü birçok vakaya da tanık olduk. Korkmamak mümkün değil elbette ama korkunun ecele faydası olmadığı da unutulmamalı. Yazar, İngiliz Edebiyatı profesörü Mina Urgan ateist olduğunu anılarında da yazmasına rağmen varisleri tarafından dini törenle gömülmüştü. Bir sosyolojik kavram olan “Mahalle baskısı” hızla günlük dilimize giriyor. Tartışmalar türban sorunu etrafında dönüyor, ama baskının tarihi eski, mağdurları her alanda, her yerde... Ateistler, komünistler, kadınlar, Aleviler, saçı uzun öğrenciler, Ermeniler, itaatsizler, muhalifler... İhbar, şiddet, dışlama baskının görünen yüzü... Berat Günçıkan Mahalle onları hiç sevmedi BİR FİLM OYNUYOR VE... Pınar Selek (Sosyolog) Bir sosyolog olarak “mahalle baskısını” nasıl tanımlıyorsunuz? “Mahalle baskısı”, iç içe geçen çeşitli iktidar biçimlerinin çok sesli korosu. İnsanlık tarihi boyunca kendi varoluşunu yaratmak isteyen insanlar, “mahalle baskısı”nın değişik biçimleriyle karşı karşıya geldiler, ama özgürlük adına eski kalıpları yıktığını iddia eden çağımızda insan üzerindeki denetim çok daha ağırlaştı. Mahalle baskısı geleneksel mahallelerden çıkarak globalleşti. Dokuz yıldır kamuoyunun önündesiniz. “Büyük mahalle” olarak tanımlanabilecek medyanın sizi sunum şekli, sizi nasıl etkiledi, etkiliyor? Savunmamda da bahsettiğim gibi, kendi patikasını kazmaya çalışan bir insanı bambaşka bir kimlikle toplumun önüne serdiler. Hiç olmadığın bir rol içinde oynatılıyorsun. Üstelik sen değil, görüntün oynuyor… Kimi zaman durduramıyorsun. Bu bir kabusa dönüşüyor ve birdenbire bitmiyor… Çünkü film reyting yapıyor. Siz bambaşka bir yaşam sürerken, hiç beklemediğiniz bir anda, tamamen iradeniz dışında, çeşitli kurgular üzerinden toplumun önüne sunuluveriyorsunuz. Hatta imajınız uygun bulunursa, “mahalleye” hedef gösteriliyorsunuz. Travestiler, Ülker Sokak’tan polis ve ülkücüler tarafından sürüldüğünde, medya bu olayı “mahalleli isyanı” gibi göstermiş, üç beş kişiden “mahalleli” yaratmıştı. Şimdi de böyle bir tehlike var. Başımın üstünde ise Demokles’in kılıcıyla dolaşmak zorunda kalıyorum… En kötüsü de gündemimi meşgul ediyor. Sürekli kendimi savunmak zorunda kalıyorum, ama yakın çevremin büyük desteğiyle bu kabusun etkisi altına girmedim, bana dayattıkları gündemden sıyrılıp olduğum gibi yaşamayı başardım. Sadece oynayan bu filmin arada bir yaşamıma sokulmasından usandım… Artık bu konuyu konuşmak bile istemiyorum. ALEVİ OLDUĞUNU SÖYLEME! B.S. (Şarkıcı) Alevilikle Sünniliğin ayrı şeyler olduğunu ilk kez ortaokulda, din dersinde fark ettim. Evde Alevi kimliği yüceltilmez, Sünniler de küçümsenmezdi. Din hocam Aleviler’in tanrısız olduğunu, Ali’ye taptıklarını söyleyince şaşırdım. Akşam olup biteni babama anlattım, o günden itibaren bize Alevi olduğumuzu söylememiz yasaklandı. Üniversiteye kadar, kimliğim sorulduğunda "bilmiyorum" diyordum. Evlendikten sonra Alevi olduğumu bilmeyen çok yakın bir dostumla onun arkadaşları ziyarete geldiler. Söz Alevilikten açılınca, gusül aptesti almazlar, mum söndü yaparlar, birbirleriyle yatarlar demeye başladılar, ben de aaa öyle mi, ne ayıp, ne ayıp diye katıldım konuşmaya. Sonra biri bana kocamın ne iş yaptığını sordu, “Benim kocam, Emel’in kocası” dedim “Biz Aleviler herkesle yatarız ya”… Sonra onlara Aleviliğin ne olduğunu anlattım, utandılar ve özür dilediler… Geçenlerde alışveriş yaparken tezgâhtar kıza nereli olduğunu sordum, Sıvaslıyım, dedi, Alevi misin, diye sordum, “Aaa yok, Allah korusun” diye yanıt verdi… “Korkma dedim, ben Aleviyim ama bak hem sevimliyim, hem güzelim”… BU İLİŞKİ YASAK... Ç.Y. /A.K. (Öğrenci) Birbirimizi Samsun’da, lisede tanıdık. Ben Kürdüm, sevgilim Karadenizli. İkimizin de ailesi ilişkimizi onaylamadı. İlişkimize akrabalar, komşular, sonunda da neredeyse bütün şehir karıştı. Babam “Eğer o Kürt kızıyla ilişkin sürerse, dönecek bir evin olmayacak” dedi. Ben vazgeçmedim, bir süre sonra sokakta dolaşamaz olduk, küfürler, sataşmalar. Hatta sıkı bir de dayak yedim. Benim ailemin de A.K’nin ailesinden bir farkı yoktu. Yaptıklarını hatırlamak bile istemiyorum. Sonunda üniversiteyi kazanıp Samsun’dan ayrılmaya karar verdik. Çok çalıştık ve ben hukuku kazandım, A. matematiği. Şimdi İstanbul’da aynı evde yaşıyoruz, ama ailelerimiz bunu bilmiyor. Korku hep ensemizde, ama biz ayıp işlemedik, bize yapılanlar ayıptı… UZUN SAÇLIYA EV VERİLİR Mİ? Gökçer Peker (Üniversite öğrencisi) İzmitliyim, Marmara Üniversitesi Seramik bölümünde okuyorum. Ailem burada yaşamadığı için ev tutmak zorundayım ve her seferinde ev bulmakta zorluk çekiyorum, birçok problemle karşı karşıya kalıyorum. Öğrenciye ev verilmiyor. “Öğrenciye verilir” ibaresi bulunan evlerin kiraları ve depozitleri ise normalden çok daha pahalı. Ev bulduktan sonra da başka sorunlar çıkıyor. Bir ara Üsküdar’da oturuyordum, gece eve dönerken “Bu saatte ne işin var dışarıda” diye soran komşular oluyordu. Hatta “Uzun saçlıya niye ev kiraladınız?” diye ev sahibini arayanlar da olmuştu. KOCAM ARIYOR, SUSUN... A.E. (Muhasebeci) Eşimden boşanalı 15 yıl oldu. Bir oğlum var. Boşandıktan sonra ilk günler evden hiç dışarıya çıkmadım. Komşulara kocamı şirketinin altı aylığına Ankara’daki ofislerinde görevlendirdiğini söyledim. Altı ay dolunca semt değiştirdim, yeni komşularıma da kocamın Ankara’da çalıştığını söyledim. Bir şirkette muhasebeci olarak işe girdim, evli olduğumu söyledim. Arasıra erkek kardeşim arıyordu, onunla kocammış gibi konuşuyordum. Balkona erkek çamaşırları asıyor, alyansımı hiç çıkarmıyordum. Ben ne yapıyorsam, oğluma da aynı şeyleri öğütledim, beni dul bilirlerse yaşamımızın zorlaşacağını söyledim. Uzun süre böyle yaşadım, hala böyle yaşıyorum, çünkü çevremdeki herkesin dullara nasıl baktığını biliyorum. SULAR KESİLİNCE Şaban Dayanan (İnsan hakları aktivisti) 1997 yılında Beyoğlu’nda, Sadri Alışık sokakta oturuyordum, bir gün sular kesildi, ben de evden çıkarken muslukları kapatmayı unutmuşum. Sular gelince, aşağı kata akmış. Alt kattaki komşu evde kimseyi bulamayınca, polisi arayıp “Üst katımızda teröristler oturuyor” diye ihbar etmiş. Polis gelip kapıyı kırmış. Diyarbakır’dan gelen, yol yorgunu uyuyan, komşunun kapıyı çaldığını da duymayan misafirimi alıp götürmüş. Çocuk iki gün gözaltında kaldı, işkence gördü. Emniyete gidip neden kapımı kırdıklarını sorduğumda alt komşunun ihbarını öğrendim ve neden böyle davrandığını sordum, o da özür diledi, böyle bir sonuç beklemediğini söyledi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle