Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 8 29/3/07 15:35 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 PAZARIN PENCERESİNDEN 1 NİSAN 2007 / SAYI 1097 Konserde uyumak... Selçuk Erez ek iyi yönü horlamamasıydı! Gittiği her konserde, her toplantıda uyuyakalması, önce eleştiri konusu oldu, “Evinde yatak mı yok da gelip burada uyuyor?” dediler. Sonra tiye almağa başladılar, “Sarımsaklı yoğurt ye; daha iyi uyursun!”. Bir niteliği daha vardı: Şom ağızlıydı. Kızdırılınca ettiği tüm bedduaların hiç olmazsa yarısının tuttuğu bilinir, ondan alay etme konusunda fazla ileri gidilmezdi. Zamanla onun aslında sandıkları gibi kültür faaliyetlerinden sıkılıp uyumadığını, tiyatrosuyla, konseriyle sanatın her koluna bayıldığı, ancak bir uyku hastası olduğu anlaşıldı: Bir gazeteciye, “Benim kadar sanatseven azdır. Berlin Filarmoniği dinlerken, Saint Martin in the Fields konserinde, sonra Barber’ın yaylılar için Adagio’su çalınırken bile uyumuş bir sanat vurgunuyum!” Sonunda bir uzman meseleyi çözdü: O bir tür uyurgezerdi; gittiği yerde uyumuyordu; konsere uykusunda gezerken gidiyor, perde açılıp ortalık karanlığa bürününce de normal uykusuna dönüyordu. Hekim, uyurgezerken gözlerinin anlamsız bakmasına, uyandığında hiçbir şey anımsamamasına bakarak bu tanıya varmış ve kanısını beyin elektrosunda hiçbir şey görülmemesi ile pekiştirmişti. Nasıl iyileşir? Valla pek geçmez... “Stres”ten uzak tutun. Mesela? Her şeyden önce gazetecilere söyleyin de zavallının gözüne böyle flaş patlatıp resmini çekmesinler. Sonra gittiği açılışlarda Menemen karşılaması, Çökertme gibi halk oyunları oynamasını sağlayın.. Teşhisinden sonra gerçekleşenleri yeni öğrendik: Bir yaz günü Aspendos Tiyatrosu’nda Tanhauser çalıyormuş. Bakmışlar bizimki ön sırada uyuyor. Konser bitmeden kalkmış donuk donuk bakarak ve söylenenleri kös dinleyerek sahnenin önünde dolaşmağa başlamış. Adamın uyurgezmesine herkes alışık; orkestra duraksamamış, seyirciler de bir şey yokmuş gibi konseri izlemeyi sürdürmüşler. Adam genellikle beş dakika gezip yerine otururken bu sefer dolaşması biraz daha mekanikleşerek yarım saate yakın sürmüş. Görevliler telaşlanmışlar. Onu yerine oturtmak için gelen bir memur kolunu tutup nabız alamayınca başını göğsüne dayamış ve kalp seslerini duyamayınca fırlamış doktor çağırmış. Doktor da nabız alamamış, “Maalesef şu ana kadar uyurgezer olan bu vatandaşımız şimdi bir ölmüşgezerdir” demiş ve eklemiş: “Öldüğünün farkında değil; uyandırdığımız anda sonsuza doğru yolculuğuna başlayacaktır!” Kök hücresi ya da yapay kalp kullansak? Beyin ölümü çoktan gerçekleşmiş... Yaramaz... Bence uyandırın! Konser durmuş, sanatçılar ve izleyiciler karışmışlar; her kafadan bir ses çıkmış: Ya doğrudan katılaşmaz da bir süre uyanırsa? Uyansa ne olur? Sakın ha! “Aspendos başınıza yıkılsın!” diye beddua ederse... Biliyorsunuz dedikleri çıkıyor... Biz de AKM’ye gider orda izleriz konserleri. Tepesi atarsa orayı da yıkmağa kalkar! Sonra bakarsın bize “Evlerinizde ölün!” diye beddua eder.. Ondan uyandırmayın dolansın dursun! Orkestra Şefi, “Uyandıralım da arkasından requiem besteleyelim! Hiç olmazsa sanata bu yoldan yararı dokunsun!” demiş; bunun üzerine halkoylaması yapmışlar ve tüm hesaplarını altüst eden sonuç yüzde 88 “bırakın gezsin!” çıkmış. Bu sanat âşığı uykucu işte o günden beri ülkenin en eski opera binasının fuayesinde böyle dolanır durur. Binayı yıkmadan bir daha düşünün. Çünkü o şıkta altında kalacaktır! “Kurtarılmış bölge” ZincirlikuyuMaslak Azmi Karaveli İstanbul’un siluetini artık, kültürel T Tilkiler hep burada ve tarihi mirası değil, çokuluslu şirketler belirliyor… Yeni siluetin en görülür yeri, paranın da toplandığı yer, ZincirlikuyuMaslak hattı. Sama Dubai İstanbul Gayrimenkul’ün Levent’teki İETT garajı arazisini alması da bu yüzden, paraya yakın olmak, İstanbul’a en tepeden bakmak… Gölgesinde Merkez Bankası da olacak üstelik, yeni gökdelenler ve binlerce beyaz yakalı da… Ya ulaşım, yemek, eğlence… İstanbul’a en çok “kaos”u yakıştıranların bunlar için de bir çözümü vardır mutlaka! Y eşilçam filmleriyle büyüyenler, bugün televizyonda gösterildiklerinde bu filmlerden gözlerini alamayanlar, daha çok Hulusi Kentmen’e biçilen fabrikatör rolünü, o rolü taşıyan evi ve işyerini de iyi anımsarlar… Zenginliğin en iyi göstergesi mekândır çünkü… İşyeri olarak seçilen bina İstanbullular için tanıdıktı, ironik bir şekilde, bir kamu kurumuna, Karayolları’na aitti. İşte bu bina yok artık. ZincirlikuyuMaslak hattı paranın merkezi ilan edilip de gökdelenler yükselince o öylesine alçak, öylesine “eski”ye ait kaldı ki, kentin yeni sahiplerince ömrünü tamamladığına karar verildi ve satıldı. Bina şimdi Zorlu Gayrimenkul’un. Şirket ihaleyi 800 milyon dolara aldı, ama hesaplamalara göre, arazisine yapacağı konut, ticaret veya turizm merkezi inşaatlarından iki milyar dolar gelir sağlayacak… ZincirlikuyuMaslak hattı, İstanbul’un toplamından bağımsız, ama İstanbul’un içinde, çokuluslu şirketlerin dişini kamaştıran bir hat. Bu yüzden de el değiştiren sadece Karayolları binası değil. Her gün yeni projeler hazırlanıyor, yeni ihaleler yapılıyor. Levent’teki İETT garajı da geçen hafta gürültülü bir ihaleyle satıldı. Araziyi 705 milyon dolara Sama Dubai İstanbul Gayrimenkul aldı, hani şu Dubai Towers projesi yargıya takılan şirket… Sırada projeyi yargıdan geçirmek var! Yine Levent’teki, 10 bin 630 metrekarelik Renault Mais Genel Müdürlük binasının ihalesini 56.3 milyon Avro’ya alan Kazak Landmarkk İnşaat aldı. Hükümet, Merkez Bankası Başkanı’nın bilgisi dışında kurumu Levent’e taşımayı kararlaştırdı. Geçen aylarda açılan hiper lüks alışveriş merkezi Kanyon ise şimdi bu araziler için öngörülen projelerin tamamlanmasını, yani gerçek müşterilerini bekliyor… ZincirlikuyuMaslak hattı uzunca bir süre bakir alan olarak anıldı, sonra gecekondu mahalleleriyle gündeme geldi. Cumhuriyet’in ilk yıllarında İstanbul’da 1500 kadar otomobil vardı ve araba yarışları Maslak yolu üzerinde İstinye Köprüsü ile Zincirlikuyu arasında yapılıyordu. 9.5 kilometrelik mesafe üzerinden yapılan yarışlar, 19311934 yıllarında aralıksız olarak düzenlendi. Kışları Levent’e ya da Maslak’a tilkilerin ya da başka yabani hayvanların indiği söylenirdi. Şimdilerde bölgede Maslak’ın az ilerisinde konuşlanan İstanbul Menkul Kıymetler Borsası’nın jargonuyla ifade etmek gerekirse, yine “tilkiler” cirit atıyor. “BEYAZ YAKALI” CENNETİ... Hem ZincirlikuyuMaslak hattında, hem İstanbul’un genelinde yaşanan değişim 1980’lerin kentleşme anlayışının bir sonucu. Önceleri Gültepe, Ayazağa gibi gecekondu semtleriyle gündeme gelen hat üzerinde önce Akbank Genel Müdürlüğü binasıyla tanıştık. Bu, bir anlamda kısa ve orta vadede finans sektörünün bir araya toplanacağının da sinyaliydi. Yapı Kredi Bankası’nın ardından Türkiye’nin en yüksek binası olarak, “İstanbul artık 8 tepe” sloganıyla İş Bankası bölgedeki yerini aldı. Slogan doğruydu, çünkü İş Bankası İstanbul’a 180 metre yukardan bakıyordu! Bu bankaları, diğerlerinin izlemesi gecikmedi (HSBC, Garanti, Oyak, vs). Bölge bankalar, yatırım ve gayrimenkul, reklam ve halkla ilişkiler şirketleri buna bağlı olarak gelişen otel ve alışveriş merkezleri ile tam bir “beyaz yakalı cenneti” haline döndü.. Bu merkezileştirme projesi; kapitalizm ve verimlilik kanunlarından “zaman, kalite, maliyet” üçlemesine de uygun bir iç tutarlılığa sahip aslında. Kendine has kuralların olduğu bir dünya gökdelenler. Zamanın en değerli nakit olduğundan hareket eden bu yapılaşma biçimi, iç içe geçmiş büro düzeniyle, oda kavramını reddeden bir dekorasyon anlayışıyla tasarlanıyor. Herkesin herkesi görebileceği bu düzenlemeyle özel alan kavramı yok sayılıyor. Her gökdelenin altında, çevresinde bulunan fastfood dükkânları ya da yemekhaneler, üretimi aksatmamak üzere sürate dayalı bir yemek yemeyi zorunlu hale getiriyor sanki. Artık operasyonların çoğu internet üstünden yapılsa da, dolaşımı zorunlu dokümanlar, bölgede konuşlanan bankalar arasındaki alışveriş de bu hıza önemli ölçüde katkıda bulunuyor. Ayrı yerlere dağılmış grup şirketlerinin bir araya getirmesiyle maliyet düşerken (örneğin İş Bankası’na bağlı tüm birimler Levent’teki binaya taşındı), kalite kavramı da kâr maksimizasyonları hedeflenerek adeta putlaştırılıyor. Metro da ZincirlikuyuMaslak hattına ayrı ivme kazandırıyor. Metro ile aynı adı taşıyan, bir aksla ona bağlanan bir “City” olması da şüphesiz tesadüf değil. Reklamcıların binayı tanımlayış biçimi de amacı özetliyor aslında: “Çıkana kadar içerdesin... Her şey yürüyüş mesafesinde. Şık ve güvenli. Her şey ayağınıza geliyor. Sokağa çıkmanıza gerek kalmıyor.” Bu, cam fanus bir yaşam biçimine övgü, aynı zamanda yeni bir ayrımcılık söylemi… Daha düne kadar bölgeye çok yakın olan Küçükarmutlu için sol örgütlerin “kurtarılmış bölgesi” tanımı yapılırdı, şimdi Zincirlikuyu’dan başlayıp Büyükdere Caddesi’nin sonuna kadar uzanan bölge ve yan akslarında beyaz yakalıların kurtarılmış bölgeleri oluşturuluyor. İMKB’nin de bu hattın sonunda İstinye’de konuşlandığını unutmamak gerek. ABD Konsolosluğu’nun aynı yerde bir kale gibi inşa edilmesi ise şüphesiz sözü edilen olgulardan bağımsız bir tesadüf değil! Düne kadar çarpık çurpuk olmakla eleştirilen Türkiye’deki kapitalist sistem, bütün oyuncularıyla mekânsal ve örgütsel birlikteliği sağlama yönünde emin adımlarla ilerliyor. Bunun yarattığı kentsel dönüşümlerin “çarpık” yansımaları da hızla gözlerimizin önüne seriliyor... Bize düşen ise kamuoyunun itirazları ve yargı kararıyla durdurulan Galataport, Egeport, Dubai Tower, Haydarpaşa projelerine karşı çıkmayı sürdürmek… ÖZGÜR CUMA, SERBEST KIYAFET... Kalite kavramının sadece üretimle sınırlı olduğu düşünülmemeli. Bu büyük gökdelenlerde örneğin kahverengi takım elbise giyilmesi bazı yerlerde resmi, bazılarında ise yazılı olmayan yasaklar arasında. Beyaz çorap ise Türk “yuppilerinin” zaten çok önceleri kullanmayı bıraktığı eşyalardan. Bu binalarda erkekler için lacivert takımlar, kadınlar için “döpiyesler” bir tür üniforma özelliği taşıyor. Yine top sakal kabul edilebilirken normal sakal, çağrıştırdığı anlamlardan olsa gerek, makbul sayılmıyor. “Özgür cuma” günleri, bazı plazalarda uygulanan “kıyafet serbestliği” yönetimlerin çalışanlara bir tür teselli ikramiyesi… Plazalar, yeni bir yaşam anlayışını da çalışanlarına dikte ettiriyor. Tuvaletler bile yaka kartı ile açılıyor, sigara gaz odalarını anımsatan alanlarda içiliyor, herkes, her yere yerleştirilmiş kameralarla izleniyor… Genel olarak “akıllı bina” olarak tanımlanan bu yapılarda günün birinde ya ekonomik kriz ya da performans yetersizliği gerekçesiyle plaza girişlerindeki turnikeleri kartınızın açmadığını da görebilirsiniz. Güvenden çok çıkara dayalı ilişkilerin sürdürüldüğü plaza kültüründe işten çıkartılanlara eşyalarını toplarken genelde çalışma arkadaşlarının değil, güvenlik görevlilerinin eşlik ettiği de bir başka gerçek.