02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 2 29/3/07 15:29 Page 1 PAZAR EKİ 2 CMYK 2 1 NİSAN 2007 / SAYI 1097 Arabesk, hayatlarımızın ta kendisi... Haluk Çobanoğlu kendini “belgesel ve haber fotoğrafçısı” olarak tanımlıyor. “Arabesk” de bu tanıma uygun bir çalışma. Sergi ve kitabında arabesk müziğin ünlüünsüz Haluk Çobanoğlu. (Fotoğraf: Korhan Karaoysal) müzisyenleri, kendinden geçmiş dinleyicileri üzerinden Türkiye’nin yakın tarihini, kafa karışıklıklarını anlatıyor. Daha doğrusu onca reddetmeye rağmen arabeskin hayatlarımızın içine sindiğini gösteriyor… Nadide Karademir müziği de göreli olarak açıklayamaz. O dönemde insanlar aradıklarını Arap kültüründe buluyorlar. Özellikle Mısır müzikleri ve filmleri Türkiye’ye geliyor. Orhan Gencebay da bunu belirtiyor; “Esas olarak Mısır’dan etkilenildi” diyor. OrhanGencebay arabesk müzisyenleri arasında diğerlerinden farklı bir imaj çiziyor zaten. Kendisi ile görüşmeleriniz nasıl geçti? Orhan Gencebay çok ilginç biri. Gerçekten müziğin felsefesine eğilmiş, metafizik kanattanMarksist kanada kadar müziği incelemiş. “Batsın bu dünya” bence Türk müziğinde bir dönüm noktası. Müzik toplumsal şartlardan bağımsız değil. 70’lerde başka bir Türkiye vardı. Aslında insanlar 50’lerden beri kentlere göç ediyorlar, ama 70’lerde dünyanın her tarafında kabaran bir isyan dalgası vardı. Arabesk de bundan etkilendi. Orhan Gencebay, “Allah kahretsin, batsın bu dünya olarak söylemedim şarkıyı. Bu ilişki biçimleriyle, bu sömürü düzeniyle yaşanacaksa batsın bu dünya anlamında kullandım” diyor. Buradan yola çıkıp şunu söyleyebiliriz; 70’lerde farklı bir arabesk kültür vardı, 80’lerde farklı, 90’larda farklı. 2000’lere gelindiğinde ise arabesk kalmadı diyebiliriz. Bir zamanlar kaotik olan her durum arabesk olarak kötülendiği için insanlar arabesk yaptıklarını Arabesk kelime olarak kökünü nereden alıyor peki? Arabesk, müzikologların ya da bir komitenin koyduğu bir isim değil. Seçkincilerin tabii bunun altında Osmanlı İmparatorluğu’nun Arap kültürü mirasını küçümseme niyeti de var koyduğu bir isim. Aydınımızın bir problemi var: Edirne’den ötesine biat ediyor, Doğu’yu küçümsüyor. Oysa bu topraklar çok önemli. Türk sanat müziği içerisinde Bizans makamları var, doğal olarak bu makamlar arabeskin içinde de var. Müzik varken yok olmuyor, kökenlerimizi bu topraklara dayandırmalıyız. Arabesk Türkiye’ye özgü bir olgu mu peki? Hem de yüzde yüz... Türkiye’nin toplumsal sorunu çünkü. Hem Türkiye’de hem dünyada arabesk ritimlerini şarkılarına katan popçular var... Bunları nasıl yorumlamalıyız? Onlarınki oryantalist bir tutum olarak nitelenebilir. Yurtdışında da iyi arabesk çalışmalar var, Jane Birkin gibi. Ama arabesk özü itibarıyla Türkiye’ye ait bir olgu. Tarlabaşı’nda herkesin elini kolunu sallayarak giremeyeceği, kuytuda kalmış mekânlara girip fotoğraf çekmişsiniz. Önceden kurulmuş ilişkiler vardı. Elini kolunu sallaya sallaya gidemezsin zaten bu yerlere, çizerler adamı. Önemli olan, orada kimseyi rahatsız etmeden ortamın parçası olabilmek. Belgesel fotoğrafçılığında çok önemsediğim bir tavır bu. Bir yerde fotoğraf çekerken orada zaman geçirmen lazım, o insanlarla üretmen, ilişkide bulunman, çok sayıda yere girip çıkman lazım. Sergiyi hazırlamanız dokuz yıl sürmüş. Bu sürede hem sizde hem projeye yaklaşımınızda nasıl bir değişiklik oldu? Bu süreçte proje değişti, projeyle beraber ben de değiştim. Değişmeye çok da hazırdım. Ben bir 78 kuşağı olarak meseleleri sosyoekonomik açıdan ele almayı önemserdim. Bu hâlâ önemli, ancak tarih bize sosyoekonomik konuların toplumları açıklamakta yetersiz olduğunu gösterdi. Mesela sadece sınıf meselesi ile arabeskin geldiği noktayı açıklayamıyoruz. Etiler’de de, Gültepe’de de, Tarlabaşı’nda da aynı arabesk parçalar dinleniyor. Eğitim farkı diyenler olacak; ama bugün en seçkin üniversitemizde bir arabesk kulübü var. Demek ki bir kimlik problemi var. Projeyi yaparken bu benim için daha çok netleşti. Arabeskin sınıflar üstü bir kimliğe işaret ettiğini söylüyorsunuz, ama fotoğraflarınızda Etiler, Bebek yok. Daha çok varoşları fotoğraflamışsınız... Kabul etmek lazım ki arabesk, şehrin varoşlarından doğuyor. Müziği daha elit bir kesimin içine taşıyan ve yayan da onlar. Arabesk onlar için bize ifade ettiği anlamların ötesinde bir anlam taşıyor. er ne kadar gizlemeye çalışıp ötelesek de toplum olarak içimizde arabesk bir damar barındırırız. En unutulmaz aşklarda, en çok haksızlığa uğradığımız zamanlarda, öfkemizde, sevincimizde dilimize takılan şarkı kadar içine düştüğümüz duygudur arabesk. 27 Nisan’a kadar Fotoğrafevi Koç Allianz Gallery’de “Arabesk” başlıklı fotoğraf çalışmasını sergileyen belgesel ve haber fotoğrafçısı Haluk Çobanoğlu için arabesk; Türkiye’nin çelişkilerinin ve gerginliklerinin en iyi yansıtıcısı... “Kuşbazlar” ve “New York Metrosu” sergileri ile göç olgusuna farklı bakış açıları getiren Çobanoğlu’nun bu sergisi dokuz yıllık bir çalışmanın sonucu. Fotoğraflar renkli ve siyahbeyaz, sanatçının deyimiyle “tıpkı arabesk gibi”… Arabesk üzerine sergi yapma fikri nasıl ve neden oluştu? Öncelikle ben belgesel ve haber fotoğrafçısıyım. Bir belgesel ve haber fotoğrafçısı geçmişi anlamaya, geçmişte anladıklarıyla birlikte günümüzü yorumlamaya ve geleceğe belge bırakmaya çalışır. Türkiye gibi kaotik bir coğrafyada yaşıyorsan, bu kaotik durumun nedenlerini de sorgularsın. Bir ülkenin kültürü ile ilgili bilgi edinmek ve onu anlamak istiyorsan iki sürecini izlemenin çok önemli olduğunu düşünüyorum ben; mimarisini ve müziğini.. Müziği takip edersem Türkiye’nin sansür edilemeyen tarihini bulabileceğimi düşündüm. Yani müziği antropolojik bir çalışmanın en önemli verilerinden biri olarak görüyorsunuz. Peki ne kadar mümkün, müziğin izinden gidip toplumu anlamak? Suriye’de sinemalarda aynı oyuncu hem komedi, hem dram, hem de başka türdeki filmle karşınıza çıkabiliyor. Buralar “tek adam” ülkeleri olduğu için her şey de tekleşmiştir. Dolayısıyla sinemayı, müziği izleyerek, mimariye bakarak tanımadığınız bir ülkede nasıl bir tek merkezlilik olduğunu, nasıl bazı şeylerin daraltılıp empoze edildiğini hissedebiliyorsunuz. Adorno’nun söylediği gibi; “Her müzik türü, toplumun bütününde var olan çeMüslüm Gürses... lişkilerin ve gerginliklerin izini taşır.” Arabeskin ortaya çıkış sürecini izlediğisöylemeye çekiniyorlar artık. Yaptıkları işin adını değiştiriyormizde nasıl bir toplumsal yaşantıdan bahsedebiliriz öyleylar; fantezi müzik diyorlar mesela, ama fantezi müzik nedir dise? ye sorduğumuzda kimse bir tarif veremiyor. Oysa arabeskin Türk sanat müziğinin yasaklandığı dönem bence önemli bir bir tarifi var. Hem müzik, hem kültürel olarak var. kırılma noktası arbeskin ortaya çıkışında. Bu yasağın köklerini Arabeskin isyankâr kimliğinden söz etmişken Ahmet KaTanzimat Fermanı’na dayandırabiliriz. Fransız Devrimi’nin etya’nın durumunu sormak istiyorum. Bazı yazarlar Ahmet kileri ve Batılılaşma kaygısı döneme damgasını vuruyor. Tabii Kaya’nın müziğinde de arabesk bir tavır olduğunu belirtir... dönemin aydınları Cumhuriyetin kuruluş felsefesini de çok etAhmet Kaya devrimci arabeskti. Bunu net bir şekilde telafkiliyor. Bu tutum Türkiye’nin kendi aydınını ülkesine karşı şarfuz edebiliriz. Bence çalışmamın da eksik yanıdır Ahmet Kaya. kiyatçı bir tavır içine sokuyor zaman zaman. 1934’te radyoda Orhan Gencebay dışında kimler var çalışmanızda? Türk sanat müziği çalınması yasaklanıyor mesela. Halk müziği Hakkı Bulut, Ankaralı Yasemin, Ciguli, Sinan Özen, Küçük yasaklanmıyor, ama tek başına halk müziği insanların değişen Onur, Kâhtalı Mıçı, Müslüm Gürses, İbrahim Tatlıses, Türkiye’nin hayatlarına yanıt veremiyor. Sanayileşme ile insanlar kır yaşailk arabesk sunucusu Kadir Çöpdemir, Latif Doğan... mından kopuyorlar ve bu müziklere de yansıyor. İnsanlar, bi Peki gerçek anlamda hâlâ çok dinlenen bir müzik mi araçimsel olarak sanat müziğine benzeyen tınılar aramaya başlıyor. besk? Sizin de söylediğiniz gibi 2000’li yıllarda göz önünde Türk sanat müziğinin yasaklanması, insanları özlediği sesdeğil çünkü arabeskçiler... leri aramaya itiyor ve Arap ezgilerine yönlendiriyor ve yaLatif Doğan’ın albümü 1 milyon 250 binden fazla sattı mesesak kendi kazdığı kuyuya düşüyor sanki. la. Türkiye’de şu an herhangi bir sanatçının albümü bu kadar Sanat müziği yasaklanınca uzun dalgalı radyo satışları artıyor. satamaz. Tabii burada önemli olan pazar Anadolu. Çünkü uzun dalga ile yurtdışı programlarını dinlemek mümkün. Kadın arabeskçi sayısı çok az çalışmanızda. Kadınların Köyden kente göçle gelen, burjuva kültürüne sahip olmayan inbu tür müzikte daha az olmalarından mı kaynaklı bu? sanların dertlerini klasik Batı müziği açıklayamaz. Türk halk H Orhan Gencebay... Geçmişte çok fazlaydı aslında; Esengül, Belgen, Gülden Karaböcek, Mine Koşan, Kibariye... Bir kısmı öldü, diğerleri de piyasadan çekildiler. Bütün çabalarıma rağmen görüşmeyi de kabul etmediler. Anlayamadım nedenini. Konu arabesk olunca siyahbeyaz fotoğraflar bekliyordum açıkçası, ama büyük çoğunluğu renkli... Renkli tercih etmemin nedeni arabeskin kendine ait renklerini yansıtabilmek. Özellikle siyahbeyazı ve renkliyi bir arada kullanmak istedim. Zaten arabesk de böyle bir şey değil mi? Son dönemde Müslüm Gürses gibi birçok arabesk şarkıcısı farklı entelektüel çevrelerin ilgisini çekiyor. “Müslüm Baba”nın gerçek hayran kitlesinin tepkisi nasıl bu duruma? Siz birebir konserleri fotoğrafladığınız için daha yakından görmüşsünüzdür. Tam da o dönemde bir konserini izledim Müslüm Gürses’in. İnsanlar çok dışavurumcu ve “Müslüm Baba”yı protesto eder gibiydiler. Onu hem çok seviyor, hem protesto ediyorlardı. Entelektüellerin arabeske ilgisini siz nasıl karşılıyorsunuz? Daha ironik bir örnek vereyim: Devlet Kültür Bakanlığı Tınaz Titiz döneminde Hakkı Bulut’tan acısız arabesk parçası sipariş etti. İlgi meselesini anlıyorum; çünkü tepeden bakarken işin özünü kaçırdıklarını anladılar. Türkiye’de yaşayıp arabesk dinlememek mümkün değil. Her müziğin içinde arabesk ritimlerle karşılaşabiliyorsun. Bazı popçular bunu özellikle yapıyor, böyle yapınca dinleneceğini biliyorlar. İki ağlatıp üç göbek attıracaksın; formül bu. Arap ezgileri ile bezenmiş müzik olarak tanımlanıyor arabesk, ama bu çok yavan duruyor. Siz nasıl tanımlıyorsunuz arabeski? Tanımlamak çok mümkün değil aslında. Arabesk sözün bittiği yerde başlıyor biraz da. Tanımlamak için söyleyebileceğim en doğru şey, büyük bir karmaşa olduğu. Bir köksüzlük ve kimlik karmaşası olarak görüyorum. Bunu kesinlikle kötü anlamda kullanmıyorum. Buradan bir eleştiri çıkabilir; ama esas olan, Çobanoğlu’nun sergisinden bir fotoğraf... durumu anlama ihtiyacı olmalı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle