22 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 3 29/3/07 15:30 Page 1 PAZAR EKİ 3 CMYK 1 NİSAN 2007 / SAYI 1097 3 EDİTÖR’DEN Yugo çantalarınızı alın ve yola koyulun! Dünyanın en çok oynanan oyunu Monopol’ün çağrıştırdığı hâkimiyet Dejan Kaludjeroviç’in elinde bir sanata dönüştü. Kaludjeroviç’in Europoly adını verdiği enstalasyon çalışmasında, kendinize kimlik satın alabilirsiniz. Tehlikeli bir oyun bu, kendinizi seks işçisi olarak da bulabilirsiniz, hapiste de. Adı üzerinde, çalışma, Avrupa Birliği’nin kıyısında kalan, görünmeyen “öteki” bireyleri ve AB vatandaşı olmayı bekleyenleri anlatıyor. in dokuz yüz otuzlardaki “Büyük Buhran” sırasında Amerikalı satış ve pazarlama elemanı Charles Darrow, Monopoly adını verdiği bir oyunu Parkers Kardeşler’e sattığında bunu işsiz kaldığı sıkıntılı günlerinde evde kendi başına icat ettiğini söylemişti. Oyunda amaç, emlak ticaretiyle dünyanın en zengin adamı olmaktı. O günden beri bu oyunu dünyada yaklaşık 750 milyon kişi oynadı ve bu rakamla Monopol dünyanın en çok oynanan oyunu unvanını aldı. Ne var ki o tarihten 50 yıl sonra Amerikan Mahkemeleri oyunun asıl mucidinin 20. yüzyıl başlarında Marryland’de yaşamış Lizzie Maggie adındaki bir kadın olduğunu tespit ettiler. Üstelik Maggie’nin pazarlamacı Darrow’un aksine bu oyunu tasarlamaktaki amacı dünyanın nasıl maddi zenginliklere takıntılı bir toplum haline dönüştüğünü hicvetmekti. Belgrad doğumlu sanatçı Dejan Kaludjeroviç de Pistoletto Vakfı, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi ve Avrupa Kültür Derneği’nin işbirliğiyle bu hafta İstanbul’da Mimar Sinan Üniversitesi’nde sergilediği projesini benzer amaçla hazırlamış. Monopol oyununu Europoly olarak değiştirerek hâkim güç yerine Avrupa Birliği’ni koymuş. “Avrupa Birliği her şeyi kontrol eden bir makine” diye anlatıyor Kaludjeroviç bu adaptasyonun nedenini açıklarken, “kendini korumak için kuralları koyar, kimin girip, kimin girmeyeceğine karar verir. Bu yeni sistemin içinde görünmeyen bir öteki olarak var olan bireyler ya da kıyısında bekleyen Avrupalı sayılmayanlar da Avrupa Birliği vatandaşı olmak amacıyla beklerler”. Oyunda tıpkı Monopol’deki gibi attığınız zarlarla ilerlediğiniz karelerde sizi yatırım araçları ya da şans kartları bekliyor, ama bu kez yatırım şekli Nispetiye Caddesi ya da Vali Konağı’nda ev almak değil. Gerçek kişilerin, gerçek gelir düzeyleriyle gösterilmiş birer meslek var bu karelerde. O kareye geldiğinizde bu mesleğe sahip olmak isteyip istemediğinize karar veriyorsunuz. Tabii sosyal hiyerarşide en üstte olan meslekleri edinmek daha pahalı, ama getirisi de daha yüksek. “İnsanlar artık kimliklerini satın alabiliyor” diyor Kaludjeroviç, “belli bir başlangıç noktanız var. Doğduğunuz aile, sosyal tabaka, ülke. Buradan yola çıkıp elinizdeki kaynaklarla yeni bir kimlik yaratmaya çalışıyorsunuz”. Europoly’de Monopol’deki ev ve oteller yerine çantalar kullanılıyor. “Avrupa Birliği’ne alt bir sosyal sınıftan, düşük bir meslek grubundan giren kişiler genelde aileleri ya da akrabalarının aracılığıyla geliyor ve dar bir aile çevresiyle sınırlı kalıyorlar. İşte mesleklerinize göre kurduğunuz bu ilişkileri de bu çantalarla belirledik.” Meslek grubuna geldiğinizde bu torbalardan yani arkadaşlardan edinebiliyorsunuz. Bu bir bakıma her bireyin kendi çevresini temsil ediyor. Ne kadar geniş ve ne kadar çok Avrupa Birliği vatandaşlarından oluşan bir çevreniz varsa sisteme entegrasyon şansınız o denli artıyor. Bu yüzden de iki tip çanta var. Birisi özel tasarlanmış çantalar, diğeri ise plastik taşıma çantası görünümündeki Yugoçantalar. İlki Avrupa Birliği vatandaşlarını, ikincisi Avrupa Birliği vatandaşı olmayanları temsil ediyor. Kaludjeroviç’e ikinci torbalara neden “Yugo” adını taktığını soruyoruz. “Türkiye’de de öyle olmaz mı? Kalitesiz bu tip plastik çantalar genelde küçük görülen bir alt sınıfa mal edilir. Mesela biz Yu A B Yazı: Volkan Aran Fotoğraf: Uğur Demir goslavya’da buna Balkan torbası derdik. Fransa’da Arap çantası deniyor. Avusturya’da da Yugoslavlara itafen Yugo çantası.” Herhalde bizde pazar çantası denir, diyoruz. Kaludjeroviç, kibar bir toplum olduğumuza kanaat getiriyor. GÖRÜLMEYEN ÖTEKİLER… Dejan Kaludjerovic tüm bu çağrışımları Avrupa içinde Avrupalı Birliği vatandaşı sayılmayan bir Avrupalı, bir öteki olma tecrübesiyle ortaya çıkarmış. Eski Yugoslavya’da başlayan iç savaş sırasında Sırp ordusuna alındığında, burada olmaması gerektiğine karar vermiş. “Ordudan kendimi attırmak için elimden geleni yaptım ve başardım, ama 19 yaşında tüm bir sisteme karşıymış gibi durmak çok yıpratıcıydı” diyor. Bu zorluğa göğüs germesinin nedeni ise âşık olduğu kızın yanına, New York’a gitmek. Meksika sınırından Amerika’ya yasal olmayan bir yolla giriş yaptığında New York’ta kaçak bir Sırp olarak, tüm dünyanın düşmanlığını kazanmış, Birleşmiş Milletler yaptırımlarına maruz kalmış bir ülkenin vatandaşı olarak yaşamış ilk öteki olma deneyimi. “Milliyetinizden önce insan olarak önemlisiniz bence, ama insan olarak komşularımızı, başkalarını kabullenmek konusunda yetersizliğimiz var” diyor, “İşte bugün Avrupa Birliği denen büyük topluluktaki insan durumlarını politikacıların plan ve uygulamalarından çok insanların bu birbirine yaklaşımı belirliyor. Bu kabullenme eksikliği yüzünden Avrupa Birliği de dahil her toplumda benim ‘görülmeyen ötekiler’ diye adlandırdığım insanlar var.” Dejan Kaludjeroviç Europoly ne bir yargıya varıyor, ne de sistemi eleştiriyor. Söylediği, sistemin böyle de görülebileceği. Bugünkü çağdaş dünyanın ya da insanın düşünme şeklinin bir tür algılanma biçimi. “İnsanlar Avrupa’ya daha yüksek bir hayat standardı yakalamak, para kazanmak için geliyor ve herkes başlangıç noktasına göre bir yol seçiyor” diye özetliyor Kaludjeroviç. Bunun içinde seks ticaretinin içinde kendini bulanlar da var, “kodese gidin” ibaresini görenler de. “Kolonileştirme eskiden Avrupalı güçlerin başka ülkeleri işgaliyle olurdu. Şimdi ise ülke halkları kendiliğinden geliyor” diye ekliyor. Ne var ki, Avrupa Birliği’ne gelip tamamıyla entegre olmuş pek çok insanın bile Avrupa Birliği vatandaşlığını kendilerinin bir kimliği olarak benimsemesi zor gözüküyor. Geçen hafta Avrupa Birliği’nin 50. kuruluş yıldönümünü kutlamaları sırasında, Papa XVI. Benedikt, bir gün önce imzalanan Berlin Deklarasyonu’nda Hıristiyanlığına atıfta bulunulmamış olmasından dolayı kızgınlığını ifade ederken, Berlin Duvarı’na yakın bir yerde konuşma yapan Angela Merkel, papaya itiraz ederek Avrupa Birliğinin bir HıristiyanYahudi geleneği üzerine kurulu olduğunu söylüyordu. Avrupa Birliği vatandaşı olan milyonlarca Müslüman ya da resmen aday olan Türkiye vatandaşlarının pek çoğu bu resimden kendilerinin birer öteki olarak kalmayı sürdüreceklerini çıkarırken, Merkel kendi çocukluğunu anıp bir Doğu Alman olarak yaşlanıncaya kadar Batı’yı hiç göremeyeceğini düşündüğü günlerdeki o ayrılmışlığın, dışarıda kalmışlığın bitmiş olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Anlaşılan kavramlar herkesin kendi geçmişi içinde ayrı ayrı anlamlara sahip. Europoly sergisine katılanlar arasında çok değişik ülkelerden insanlar da olmuş. “Herkesin bir geçmişi, bilgi ve yaşam deneyimi var. Bu geçmişe göre düşünüp, algılayabiliyorlar” diyor Kaludjeroviç “Europoly’yi Filistinli, İsrailli, Boşnak, Sırp, Hırvat ya da Güney Amerikalı katılımcıların çok kolay anladığını ama İngiliz, Alman ya da Fransızlar için bunu anlamanın zor olduğunu gördüm. Kartlardan birinde ‘Hangi ülkede doğmak isterdiniz, seçin’ yazıyor örneğin. ‘Bu ne demek? Niye başka ülkede doğayım ki?’ diyorlar. İşte oyunu bu ötekilerin hisleri anlaşılsın diye yaptım.” Kaludjeroviç, şimdi Europoly’yi kutu ebadından evlere kadar ulaştırma çabasında. Beraberinde sosyolog, filozof, sanatçı ve aktivistlerin katkıda bulunduğu Avrupa Birliği üzerine düşünceler kitabıyla birlikte. Ama muhtemelen Parkers Kardeşler’in bugünkü sahibi Hasbro Oyun Şirketi kendi ‘Monopol’ünün yeniden biçimlendirilmesinden pek hoşlanmayacaktır. Tıpkı Europoly oyunundaki bugünkü hâkim gücün kendi kimlik tanımlamasının değişmesinden hoşlanmadığı gibi. çılışı Begüm yaptı. Neşeliydi, çocuklarla ip atladı, en uzağa tükürme yarışında ikinci oldu, uzuneşek oyununda mızıkçılık yaptı, duvara kırmızı boyayla ayıp sözler yazdı! Sırası gelince, tam bir dakika konuştu. Dünya Konseyi’nin toplantısında alınan kararlara bağladı cümlelerini. Amerika’nın Siyah, Rapçi Başkanı, bir zamanların devrik başkanı Bush’un heykelini taşlama yarışında hile yaptığını kabul etmişti… “Birinci Iraklı Fatima oldu” dedi Begüm, “İkinci Çinli Yang, üçüncü ise ben”… Elbette ıslıklandı. “Kolaysa siz yapın bakalım” dedi dişlerinin arasından “Bu yıl seçimlerde içinizden biri alır umarım yönetimi, seneye de ben onu ıslıklarım. Kaçınız aday olacak, merak ediyorum doğrusu”. Bütün eller havadaydı… Birlikte kahkahalarla güldüler… Bir köyün yüzme havuzunun suyunun yenilenmesinin açılışıydı. Köy, zihinsel ve bedensel engelliler için yapılmıştı, tek katlı evlerden oluşuyordu. İçinde sinema, tiyatro, oyun salonları, spor kompleksleri vardı. Kalabalık aileler için daha geniş evler ayrılmıştı, bakıcısıyla yaşayacaklar için daha küçük… Açık ve kapalı derslikler de vardı, fizik, kimya, tarih, coğrafya, matematik, edebiyat… Kim ne öğrenmek istiyorsa, o dersliği seçiyordu… En kalabalık dersliklerden biri tarihti. Herkes kendine bir dönemi seçiyor, filmlerle, müziklerle o tarihi anlatıyordu. O günkü derse Begüm de katıldı. Onu en çok güldüren, güldürürken ağlatan dönemdeydi çünkü sıra. Sunumu Ece yapacaktı, danışmanı ise Ulya’ydı. Bir hayli çaba harcamış, ellerine geçen her belgeyi didik didik etmişler, kafalarına takılan her yeni soruyla kaynaklara yeniden dönüp, yanıt aramışlardı. Her yanıtın yeni soru doğurmasından bıkıp usanmışlardı. Kafalarını en çok karıştıran, nasıl olup da milyonlarca kişinin baskıcı, karanlık bir dönemin devamı için onay verdiğiydi. Bu, korkuyla mı açıklanırdı, cehaletle mi, neyle? Sonunda yanıtı derste birlikte aramaya karar vermişlerdi… Ulya “Çok gülecekler” dedi “Çok”… Güldüler. Hem de çok. Ece, soluksuz anlattı, öğrendiklerini. Şiddetten başı dönenler de oldu, darağacının anlamını kavrayamayan da. Sıra şiddetten sorumlu apoletlinin resim sergisine geldiğinde yine koyverdiler kahkahalarını. Sıra sorulara geldiğinde, herkes elini kaldırdı, “Eee, o sıralar, orada yaşayan insanlar bunlara bir tepki göstermemişler mi”? Ece “Gösterenler olmuş” diye yanıtladı, “Ama kalabalık onları da yutmuş”. “Neden” diye sordu ortalarda oturan biri, diğerleri de bir ağızdan bağırdılar, “Evet, neden”? Bu soruyu Ulya yanıtladı: Bilmiyoruz. Gözler Begüm’e çevrildi, omuzlarını silkti, o da bilmiyordu. “Bilmediğim gibi, anlayamıyorum da” dedi… Ders bittiğinde hepsinin üzerine bir ağırlık, bir yorgunluk çöktü. Serinlemek için havuza attılar kendilerini… Demokrasinin, insan haklarının ve özgürlüğün 1 Nisan şakası olmadığı bir gelecek dileğiyle, iyi haftalar... Berat Günçıkan bguncikan@yahoo.com Cumhuriyet DERGİ* İmtiyaz Sahibi: Cumhuriyet Vakfı adına İlhan Selçuk Genel Yayın Yönetmeni: İbrahim Yıldız Editör: Berat Günçıkan Görsel Yönetmen: Aynur Çolak Sorumlu Müdür: Güray Öz Yayımlayan: Yeni Gün Haber Ajansı Basın ve Yayıncılık AŞ İdare Merkezi: Prof. Nurettin Mazhar Öktel Sok. No: 2 34381 Şişli/İstanbul (0212)343 72 74 (20 hat) Reklam Genel Müdür: Özlem Ayden Genel Müdür Yardımcısı: Nazende Pal Koordinatör: Neşe Yazıcı Reklam Müdürü: Dilşat Özkaya Rezervasyon: Mete Çolakoğlu / Mustafa Doğan (0212) 251 98 7475 / 343 72 74 Baskı: İhlas Gazetecilik AŞ 29 Ekim Cad. No: 23 Yenibosna/ İstanbul (0212) 454 30 00 *Cumhuriyet gazetesinin parasız pazar ekidir. Yerel süreli yayın. cumdergi@cumhuriyet.com.tr
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle