Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 9 1/3/07 15:44 Page 1 PAZAR EKİ 9 CMYK 4 MART 2007 / SAYI 1093 9 PAZAR SÖYLEŞİLERİ Sabahattin Ali Ataol Behramoğlu nce adını doğru okuyalım. Âli değil Ali. Önceki gün bir TV programında sunucu a’yı uzatıp duruyordu. Sevgili Filiz Ali’nin bu konuda haklı olarak ne kadar titizlendiğini bilirim. Fakat söz konusu sunucuyu da kınamamak gerekir. Sabahattin Ali’den tek satır okumamış olduğundan kuşkum yok. Bende en derin iz bırakan ilk yapıtı “Kuyucaklı Yusuf”tur. Hangi mutlu vesile ile, kimin yönlendirmesiyle anımsamıyorum, Ankara’da büyük olasılıkla bir sahafta bulup edindiğim kitabı okuduğumda, aklımda yanlış kalmadıysa ortaokul öğrencisiydim ve kitabı hasta yatağımda okumuştum. Yusuf’un dramını hiçbir zaman unutmadım. Küçük bir memura boğucu kasaba ortamında yapılan kötülüğü. Karısı Muazzez’le parçalanan aşklarını. Sevdiği kadının cansız bedeni atının terkisinde dağlara doğru vurup gidişini. Daha öncelerde de yazmıştım, Yusuf’un yokluğunda kasaba eşrafıyla ileri gelen bürokrasinin Muazzez’i oturak âleminde oynattıkları sahnede vücudumdan elektrik akımı geçer gibi olmuştu, öylesine üzülmüştüm.. Aynı sarsıntıyı, “Kuyucaklı Yusuf”u okuyuşumdan çok önce Ömer Seyfettin’in “Bomba”sında benzer bir sahnede yaşamıştım… Öykücülüğümüzün tarihinde Ömer SeyfettinSabahattin AliBekir Yıldız arasında bence bir kan bağı vardır. “Çarpıcı son”la biten öykünün ilk ustası Ömer Seyfettin’dir. Buna “dramatizm” de diyebiliriz. İnternet bizi gözetliyor... Ali Deniz Uslu nan Taptık 80’li yılların başından beri bilgisayar sektöründe çalışıyor. Emekli olduktan sonra kendine bir tekne alıp denize açılmış. Cep telefonu ile bağlanıp yaptığı internet siteleri hacklenmeye başlayınca da dümeni karaya kırıp bunu önleyecek bir şirket kurmaya karar vermiş. Hacker Safe Türkiye’de böyle kurulmuş. Taptık, Türkiye’de bu işin pek ciddiye alınmadığını ve işin boyutlarının farkına varılmadığını söylüyor. “Eğer kapınızı açık bırakırsanız sonra suçlu arayamazsınız” diyor. İnternette tüm yaptıklarımızın kayıt altında olduğuna dikkat çeken Taptık, kişisel bilgisayarların hackerlar tarafından rahatlıkla izlenebileceğini söylüyor. Devletler ise bu işe hackerlardan daha meraklı. ABD “siber güvenlik” adı altında İnternet trafiğini kontrol etmek için 2008 yılında tam 65 milyar dolar ayıracak. İşte İnan Taptık’ın anlattıkları... Bilgisayarlarımızda tuttuğumuz kişisel bilgilerimiz artık eskisi kadar güvende değil mi? Önceleri virüsler bilgisayarlardaki bilgileri yok edip, onları kullanılmaz hale getiriyordu. Yeni nesil hackerlar ise spyware, adware yazılımlarıyla bilgisayarların içindeki birtakım işlemleri kaydedip, kendilerini bilgisayarınıza tanımlıyor ve bu bilgileri kullanıyor. Yani kredi kartınızı nerelerde kullandığınızdan, hangi internet sitelerini gezdiğinize, bilgisayarınızdaki tüm kişisel bilgileriniz spyware denen programlar ile tanımadığınız kişilerin eline geçiyor. İşin ürkütücü tarafı kullanıcının bundan haberi bile olmuyor. Hackerlar artık bilgilerinizi çalmakla kalmıyor, sizin gibi davranabilecek hale geliyor. Sanal birer kopyanız oluyorlar. Kablosuz internet ya da “wireless” bağlantılarda bilgisayarlar tamamen savunmasız durumda kalıyor sanırım... Wireless sağlayan alanlarda bilgisayarınız güvensiz, hatta çıplak durumda. Bu alanlarda bir network bağlantısı ile internete bağlanıyorsunuz, yani bağlandığınız yer bir başka ağ, bu ağ aracı bir bağlantı. Bu ne demek derseniz, siz İnterneti paylaştığınız bir havuza giriyorsunuz ve bu havuzda herkes birbirinin bilgisayarını çok net görebiliyor. İnternetetteki yazışmalarımız ne kadar güvenli? Tüm bunlar “ulusal güvenlik”, daha doğrusu ABD’nin sözde ulusal güvenliği adına kayıt altında tutuluyor. George Bush, ABD’nin siber güvenlik için 2008 yılında tam 65 milyar dolar ayıracağını söyledi. Bu aynı zamanda internet trafiğinin kontrolünü başka ülkelere kaptırmamak için harcayacakları para. Gerisini siz düşünün... Amerika Avrupa’daki internet trafiğini takipte biraz zorlanıyor diye duymuştum... Avrupa kendi altyapısını kontrol edip, sürekli güvenlik açığı denetimi yapıyor. Bu durumda da IP ve URL’lere ABD sahip çıkamıyor. Türkiye’de durum nedir? Türkiye’deki her türlü kurumsal ve kişisel bilgiye çok rahat ulaşılabilir. Bu konu fazla ciddiye alınmıyor ve umursanmıyor. Çünkü işin boyutları tam olarak bilinmiyor. Türkiye’de hacklenmiş ya da bu duruma düşebilecek o kadar çok kurumun internet sitesi var ki. Oysa internette kapınızı açık bırakırsanız suçlu da arayamazsınız. İnan Taptık, dünyanın sayılı bilgisayar güvenlik şirketlerinden Hacker Safe’in Türkiye temsilcisi. Taptık, internette hiçbir şeyin yüzde yüz güvenli olmadığını ve tüm yazışmalarımızın istenirse okunabileceğini söylüyor. Hatta çalınan özel bilgilerle sanal kopyalarımızın çıkarılıp internette dolaştırılması da mümkün. Ö İ Türkiye kamusal alandaki iç yazışmalarında özel bir önlem almıyor mu? Devlet hostingini kendi elinde bir merkezde tutuyor. Yani “gov.tr” adreslerini kullanmak bir çözüm olabilir, ama bunun için devletin kendi internet omurgasını kurduğu tüm IP ve URL’leri günlük güvenlik açığı denetiminden geçirmesi gerekli. Aksi takdirde IP’nin birine bir hacker kancayı takar ve kendini oradaymış gibi gösterir. Bu çok kolay. ABD’de böyle yapıyor. Anlaşılır haliyle; sizin adresinizi kullanıp başkalarına mektup yazabilir, IP’nizi kullanarak da internette gezebilirler. “Kuyucaklı Yusuf” filminden. Sabahattin Ali dramatizmin büyük ustasıdır. Yapıtları arasında, “Kuyucaklı Yusuf”un yanında “Yeni Dünya”nın da bence ayrı bir yeri vardır. Orada işlenen dram alabildiğine insani, bir o kadar da keder vericidir. “Dramatizm”in yanına “hümanizm” sözcüğünü koymalıyız. Bu iki kavram bence gerçekçi edebiyatın en büyük değerleridir. Büyük edebiyat yapıtlarının onlarsız olabileceğini düşünemiyorum… Sabahattin Ali’nin olgunluk dönemi yapıtlarında bu iki özellik sıkı bir örgüyle dokunmuştur. Onu unutulmaz kılan budur. Ve “ölümsüz kılan” diye eklemeliyim. Yaşasa 100 yaşına basmış olacaktı… Öldürüldüğünde 41 yaşındaydı. Alçakça cinayet konusunda birçok şey yazıldı. Hıfzı Topuz’un değerli çalışması bunlardan sonuncusudur. Bir başka değerli çalışmaya,Tuncer Cücenoğlu’nun “Sabahattin Ali Dosyası” adlı oyununa birkaç yıl önce bir önsöz yazmıştım. Bir fotoğraftan söz ediyordum bu önsözde. Sözünü ettiğim fotoğraf, Sultanahmet’te, Hitler’in propaganda bakanı Gobels’le İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nün bir üst düzey görevlisini, belki de müdürün kendisini, birlikte gösteriyordu… İkinci Dünya Savaşı yıllarında Hitler’in adamları, faşizmin ve nazizmin casusları Türkiye’de cirit atmıştır. Bu her zaman da böyle olmuştur… Sabahattin Ali’nin katili, o dönemin “derin devlet”inin ta kendisidir. Cinayetin kurgusunda kişisel kıskançlıklar, başkaca alçaklıklar da vardır. Bu cinayetin izinin sürülmesi, bizi sonraki yılların, günümüzün siyasal cinayetlerine kadar getirecektir. Doğumunun yüzüncü yılında bu ölümsüz yazarımızın öykülerini, romanlarını, bir kez daha okumak, günümüzde “hümanizm”in edebiyattan kovulmuş olmasıyla neler yitirdiğimizi anlamamız bakımından da öğretici olacak. ataolb@cumhuriyet.com.tr Yani hackerlar bazı devletlere göre çok daha masum saldırılar ve ihlaller yapıyor diyebiliriz... Kesinlikle. Hackerların amaçları ve yöntemleri devletlerinkilerden çok farklı. İnternette İsrail gizli servisinin üstüne yok. Artık telefon değil de internet portlarını dinliyorlar ve tüm interneti kaydediyorlar. İnsanlar neden hacker olmak ister? Bir sayfalık, hatta daha kısa bir yazılım ile milyon dolarlık sunucuları ele geçirebilmeniz mümkün. Bunun yaratacağı haz ve tatmini bir düşünün! Sözel toplumlar olarak kabul edilen doğu toplumlarından daha becerikli hackerlar yetişiyor... Doğu ülkelerinin ve ülkemizin internet altyapısı güvenlik açıkları konusunda denetimsiz. Bu kadar açık sistemler hackerlar için en verimli topraklar. Bu işi burada çok iyi öğreniyorlar. “Hacker Safe” tam olarak ne yapıyor? Biz güvenlik katmanının en dış cephelerini oluşturuyoruz. Günlük güvenlik denetimi ile yüzde 99,9’luk bir güvenlik sağlamak mümkün. Dünyada her gün ortalama 30 güvenlik açığı ortaya çıkıyor. Bu güvenlik açıklarını hardware, software firmaları ve dikkatli internet kullanıcıları keşfediyor. Bunların oluşturduğu 15 dakikada bir güncellenen bir veri tabanımız var. Bu veri tabanı ile portların ya da URL dediğimiz “www” adreslerinin taramasını gerçekleştiriyoruz ve ortaya çıkan güvenlik açıklarını bildiriyoruz. Kurumlar bu açıkları yamalarla kapatıp sitelerini daha güvenli hale getiriyorlar. Yani hacker gibi davranıp sistemin açıklarını arıyorsunuz? Evet, aynen öyle. . Geçenlerde dünya çapında iki büyük sunucuya “ağ duvarı” saldırısı, yani yüklü miktarda veri yollanarak küresel bir saldırı yapıldı. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Hackerlar sistemleri ve sunucuları iyice zorluyorlar. Daha önceleri kurumları ve belli adresleri hedef alırken şimdi internet omurgasına saldırıyorlar. Bu saldırı çok etkili değildi, ama bunlar öncü ataklar. Linux işletim sisteminin yazarı Linus Torvalds “en güvenli bilgisayar, fişi çekik olandır” diyor. Kişisel kullanıcılar için güvenlik önerileriniz var mı? Özel dosyalarını kilitlemelerini ve şifrelemelerini kesinlikle öneririm ya da bilinen en eski yöntemle dosyalarınızı gizleyip, görünmez yapabilirsiniz. İşini iyi yapan programlar ve günlük kontrolleriyle güvenliğinizi sağlayabilirsiniz. Maillere ise çok dikkat etmek gerekli. Çünkü dikkatsizce üstüne “tıkladığınız” mailler paravan ara yollar ile bir program başlatıp tüm bilgileri karşı tarafa aktarıyor. İnan Taptık. Fotoğraf: Serkan Yıldız Düşündüklerimizi söyleyebilmek... Aylin Kotil ç arkadaş sohbet ediyorduk. En şen şakrak olanımız bir konu hakkında yorum yaptı. Yeniliklere çok da açık olmayanımız “Bunu İran’da söyleseydin kim bilir kaç kırbaç cezasına çarptırılırdın” diye bir yorumda bulundu. O an kendi ülkemde bu söylemin karşılığının kırbaç cezası olmaması beni mutlu etmedi. Bu hoşnutsuzluğum, başkalarının değer yargılarının bizimkilerini belirlememesi gerektiği düşüncesinden kaynaklanmadı. O düşüncenin karşılığı kırbaç değildi belki, ama cezası, o anlık da olsa öteki arkadaşın soğukluğu oldu. Söyleyebildiklerimiz cezaya dönüşmese bile toplumda gizli bir ceza ve derinden gelen bir küçük görme ile karşılık buluyor. En aydınımız bile çoğu Ü zaman fikirlerinden dolayı bir başkasını küçük görebiliyor. Çok uzağa gitmeye de gerek yok. En son ne zaman annemize, kardeşimize, sevdiğimize, arkadaşımıza ve hatta çocuğumuza gerçek düşüncemizi söyleyebildik acaba? Söyleseydik kardeşimiz üç gün boyunca belki de bizi aramayacaktı. Arkadaşımız belli etmemeye çalışsa da bir süreliğine bizimle görüşmeyecekti. Patronumuz bunun intikamını mutlaka alacaktı. Sevdiğimizin ise gözünden düşmek bizim için en büyük ceza olacaktı. Hoş görünmek, insanlara istediklerini söylemek, orta yol tutturmak, suya sabuna dokunmamak bizi daha rahat yaşatır oldu. Hatta düşünce özgürlüğü diye bağıranlarımızı bile. Herkes beni sevsin, orta yolda gideyim düşüncesi hakim oldu benliklerimize. En son hangi politikacının kritik noktalarda ve olaylarda gerçek fikrini duyduk? Hep çoğunluğun hoşuna gidecek söylemler duymadık mı? Bir bütün olarak sevemedik, sevilmedik. Sadece huyumuza gideni sevdik ve huyuna gittik etrafımızdakilerin. Peki, öz düşüncelerimize ne oldu? Onlar da kayboldu ve ortalamanın düşünceleri sardı benliğimizi. Toplumsal olaylardaki düşünce özgürlüğünden çok bireysel olarak düşüncelerimizi söyleyebilme özgürlüğünü ıskaladık çoktandır. Neden? Konuşmazlar, küserler, boykot ederler, sevmezler bizi diye. Hep sevimli olmak, şirin gözükmek çabası bizi nedense daha az yordu. Çünkü sonunda yalnız kalabilme ihtimali en ürkütücü tarafıydı işin. O yüzden kolaylıkları seçtik, tıpkı bizim gibi olan… Bize duymak istemediklerimizi, yüzleşmek istemediklerimizi değil sadece hoşumuza gidecekleri fısıldayan… Dost acı söyler deyişini ise çoktan unuttuk. İyi pazarlar. aylin@kotilsarigul.com Desen: Zeynep Özatalay