02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 5 1/3/07 15:39 Page 1 PAZAR EKİ 5 CMYK 4 MART 2007 / SAYI 1093 5 Fahrettin’in kızı Esmer... Sömestr tatilinde öğrencilerine birkaç bilgisayar, printer, kitap, defter bulabilmenin peşinde İstanbul’daydı, Midyatlı öğretmen Esmer Akan. Üniversiteyi İstanbul’da okumuş, sonra kendi ilkokuluna geri dönmüştü, kız öğrencilerine “Siz de yapabilirsiniz” diyebilmek için... Sırada önyargıları yıkmak var, Doğu’da ve Batı’da… Birkaç gün sonra öğrencilerine ileride ne olmak istediklerini sordu, bu kez önce kızlar el kaldırdı, “Öğretmen”. Esmer Akan, Marmara Üniversitesi Eğitim kuldaki ilk gününde, arşive girdi, yılları geriye Fakültesi Sınıf Öğretmenliği Bölümü’nden iki yıl önce doğru gezdi. Okul 1952’de açılmıştı, o mezun oldu ve köyünün kendisini de mezun eden aradığını 1962’de buldu, o yılın okuluna döndü. Bu bir tercihti ve arkasında babası vardı. mezunlarından biri babası Fahrettin Akan’dı. Kendisi yoksulluk nedeniyle okuyamayan Bayındırlık işçisi Sonra sınıfa girdi, erkek öğrenciler telaşlı, meraklı, kız Fahrettin, yedisi kız 11 çocuğunun 11’i de okusun diye öğrenciler sessizdi. Soruları yanıtsız kalınca, “Bakın” dedi ayak diremişti. En büyük çocuğu şimdi İngiltere’de “Ben de Midyatlıyım, hem de bu köydenim, Narlılıyım”… ekonomi masterı yapıyor, en küçüğü ise ana sınıfında. Babaannesinin ismini taşıyan Esmer, ortalarda, büyüklere yakın bir yerde. Kocasının dört çocuk yeter demesine rağmen doğurmakta ısrarlı annenin hakkını da yememeli, kızları duraksadıklarında, vazgeçmeye meylettiklerinde, “Yaparsınız” diye sırtlarını sıvazlayan o, “Okuyun, ayaklarınızın üzerinde durun, kendi paranızı kazanın ki, kendi kararlarınızı alabilesiniz” diyen de… Sadece çocuklarını okula göndermekle kalmıyor baba Aksan, geleneklerin çoğuna aldırış etmiyor, bazen sıkışsa, yorulsa da bunu çocuklarından saklıyor. Çocuklar tek başlarına Esmer öğrencileriyle. (Solda ÇYDD’den Ferhan Şenatalar) Foto: Edibe Buğra kaldıklarında üzerlerine Berat Günçıkan O üzerlerine geliyorlar oysa. Esmer, lisede Murathan Mungan, Kafka gibi yazarları okuduğu için yadırganıyor, ağzını açıp bir şeyler söyleyecek olsa, “Biz senin söylediklerini anlamıyoruz” deniliyor. Türkçe dersinde bir sunuma Kemal Kahraman’ın “Ateşe Sor” şarkısından bir sözle başlıyor “Geç mi kaldık kendimize”. Sonra kendi cümlesini kuruyor: “Baba sofrada otururken, kızının bağdaş kurup ona yer bırakmayacağı zamanlar…” Sınıf karışıyor, “Sen ne yapmaya çalışıyorsun” diye üzerine yürünüyor, o konuşmasını sürdürüyor… Ortaokul, lise bitiyor, üniversitede Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği’nden aldığı bursla, öğretmenlik okumak üzere İstanbul’a geliyor Esmer. Üniversitede ilk gün, bahçede oturup birbirleriyle tanışmaya çabalayan yedisekiz genç kızın arasına karışıyor. Birisi “Sen neredensin” diye soruyor, “Mardinliyim” diyor. Bir başka öğrenci, “İstanbul’u haritadan mı buldun” diye soruyor. Düşünmeden yanıtlıyor, “Evet, haritadan buldum, haritaya da internetten baktım”. Aradan geçen altı yıla rağmen bu ilk gün, ilk kırılma hiç aklından çıkmıyor. Felsefede okuyan abisiyle aynı evi paylaşıyor. Şiirler yazan, daha ortaokulda yazdığı bir şiirinde “Kadın sevişirken zevk almamak için tabanlarındaki çiğ yumurtayı düşürmemeye çalışır” diyen bir abi bu. Sinemaya, tiyatroya birlikte gidiliyor, birlikte kitaplar okunuluyor, her şeyden, politikadan da konuşuluyor. Esmer, sokağa çıktığında politikayı dilinin altına itiyor. Abi İstanbul’da kalıyor, Esmer Namlı’ya dönüyor, bazen sıkıştırılmışlık hissinin yakasına yapışacağını bile bile. Okuması yetmiyormuş gibi, öğretmen olup dönmesi köyün erkeklerini huzursuz ediyor. Okulun diğer üç öğretmeni erkek, onlar da Midyatlı. Bazen söylemek istediklerini erkek öğretmenlere söyletiyor, “Doğru şeyler anlatsam da kadın olduğum için kaale almayabiliyorlar” diyor. Bu durum onu öfkelendirmiyor, acıtmıyor da. “Çünkü” diyor “Köyün dışına çıkmamış insanların kafa yapısını bir anda değiştiremezsiniz Ben zorlu da olsa değişimin olacağına inanıyorum”. Bazen, Fahrettin kızının eşlikçisi oluyor, erkek meclislerine birlikte gidiyorlar. Esmer’in konuşmalarını başlarını sallaya sallaya dinliyor erkekler, onaylıyorlar, ama arkalarından “Fahrettin kızını yine meclise getirdi” diye söyleniyorlar. Kadınlar da kuşkuyla bakıyorlar, ama sessizliklerini bozmuyorlar. “Onlar” diyor “Erkek çocuk doğurmanın daha onur verici olduğunu düşünüyorlar hâlâ, ama yine de cesaretimi kıracak bir tepki görmedim”. Midyat’te bugüne kadar “namus” cinayeti işlenmemiş, ama diğer yerlerden olup bitenler canını yakıyor. Nedeni ne olursa olsun, o cinayetlerin arkasındaki başkaldırıyı görüyor, bu başkaldırının bir gün hedefine ulaşacağına inanıyor. “Öldürülen biz olmasaydık, güzel bir gelişme derdim” diyor. Törenin de öyle dizilerde gösterildiği gibi olmadığını, yumuşadığını düşünüyor. İtirazı, Batı’nın kafasındaki Doğu’ya, “Katı, değiştirilemez insanlar” olarak gösterilmelerine. Oysa her şey değişiyor, Namlı da, Fahrettin de, Esmer de... Bu bedeli ödemek zorunda mıydım? Â şık değildim; kuzenime. Abimden hiçbir farkı olmamıştı. Babam, “onunla, evleneceksin! Benim sözüm kanundur” dediğinde kanım çekilmişti. Babamın her gürlemesi karşısında boynu bükük duran annem sağ olsaydı; ne olacaktı? Ona kapanıp doya doya ağlayabilecek miydim? Yoksa o da elinin tersiyle beni odanın bir köşesine ittirip “Yıkıl kız karşımdan, boynun devrilesiye” mi diyecekti. Yapayalnız bu hayatta bir başıma kalmıştım. Ağrı’nın eteklerini öpsem bana avucumdan kayıp gitmekte olan körpecik yaşamımı geri verebilir miydi? Köyün kızları beni enayilikle suçluyordu. Kimisi altmışlık, ellilik adamlara kuma olarak başlık parası karşılığı satılıyordu. Kuzenim D, henüz 25 yaşındaydı. Sağlam yapılı, eli iş tutan bir adamdı. Anlamıyorlardı beni. Bu evlilik meselesi ortaya atıldığı günden beridir D’nin yüzüne bakamaz olmuştum. Kafama çocukken sokulan günaha, şimdi beni elbirliği ile ortak etmek istiyorlardı. İnsan hiç kardeşi ile aynı yatağa girer mi? Bir de nikâhımız kıyılır kıyılmaz gerdeğe girecektik ve kanlı çarşafı D, babama gösterecekti. Peki ben kimdim? Benim sesimi işiten yok muydu? “Hayır” dedim mi bir caniden beter oluyordum. Ellerinden gelse dilimi koparıp susturacaklardı beni. Onlar mı caniydi, ben mi? Esaret altında hissediyordum kendimi. Kaçmalıydım. Kaçmak demek aç, susuz ve evsiz kalmak demekti. Peki kanunlar ne işe yarardı? Kanun adamları bana yaşama şansı tanımayanlara karşı beni kollamaz mıydı? Bazen oturup saatlerce kendime “Onlar mı cani, ben mi caniyim” deyip duruyordum. Hesaplaşmak, didişmek, bana atılan tekmelerin, tokatların acısını çıkarmak istiyordum. Televizyondaki haberlerde duyuyordum, bazı kadınlar savcıdan sığınma evine gönderilmelerini istiyordu. Öyleyse bu artık ölüm kalım savaşı olmuştu. Tenime istemediğim bir erkek elinin dokunmasına nasıl razı olacaktım? Hakikaten tenime dokunacak mıydı? Yoksa bir anda külotumu sıyırıp üstüme mi çullanacaktı? Beni zevkten değil acıdan bağırtırken bütün ailenin erkekleri de aynı yoldan geçtiğinden hemen içime mi boşalacaktı? Ne diyorum ben? Köyümün anaları, ağıt yakarken, çocuklarına kızarken, ağlarken, yorgunluktan inlerken ses çıkarabiliyorlar. Benim de cinsel arzularım, heyecanlarım var mı, sahiden? Yoldayım. Üzerimde geceliğim ve sabahlığım var. Kaçıyorum. Savcının evine vardığımda kurtulacağım. Gecenin bu geç vakti kapısını yumruklasam beni evine alır mı? Onun yardımı olmadan bu beladan canıma kıyılmadan kurtulmam mümkün değil. Harika! Savcı, el yordamı ile perdesini aralıyor. Beni görünce yüzünde şaşkın bir ifade donup kalıyor. Korkudan, kadından öte küçük bir kız çocuğuna benziyorum. Sahi, benim yaşım kaç? Desen: Zeynep Özatalay NEDEN KADINSIZ BİR DÜNYA? Ertesi sabah, savcı adliyeye giderken ben de kaymakamlığın yolunu tutuyorum. Bana kalacak bir yer buluyorlar; bundan sonra yeni evim Ağrı Huzurevi olacak. Kendimi kökü budanmış bir ağaç gibi hissediyorum. Üstelik korkuyorum da. Ya aile meclisi toplanıp beni yok etmeye karar verirlerse? Onlar için tarlada çalışırken, yeğenlerimin karnını doyururken, D.’den oğlan çocuklara gebe kalırken varım. Bunları gerçekleştirmediğimde kötü yola düşmüş bir kadından en ufak bir farkım kalmayacak. Babam, zaman yitirmeden peşime düşmüş. Kaymakama, “Kızım, evine geri dönsün. Onu çok seviyoruz” diye dil dökmüş. Üstelik “evlendirmeyeceğim” demiş. Nasıl da Kaymakamı kandırmış. Bilmiyorlar mı ki, resmi nikâh kıyıldı. Onların derdi benim bekâretimde. Bekâretimi, kuzenimin bozmasını sağlarlarsa, artık onun malı haline geleceğim. Henüz malı satamadılar. Bütün kıvranmaları bundan. Fakat babamla dönmezsem, dik kafalı bir kız gözüyle bakacaklar. Beni boş yere devlete yük olmakla suçlayacaklar. Zannediyorlar ki, babam yumuşadı ve sözlerini tutacak. Davamın haklı bir dava olduğuna artık kimse inanmıyor. Dönmezsem, burada nelerle karşılaşacağımı bilemiyorum. Neden, kadınsız bir dünya burası? Evde, yaşamım normal seyrine döndüğünü zannediyordum. Birkaç gün boyunca sıkı göz hapsinde tutuldum. Öldüresiye beni dövmediler. Meğersem bedenimi kuzenime saklıyorlarmış. Sonra abim ansızın askerden izin alarak geldi. Ne bana sarıldı; ne de benimle konuştu. Sanki, askerdeyken devamlı karşınızdaki düşmanın kız kardeşiniz olduğunu varsayın şeklinde beyni yıkanmış gibi bir hali vardı. Cezaevinden firar edenler nasıl yakalandığında şiddetli bir şekilde cezalandırılıyorsa ben de cezalandırıldım. Nasıl mı? Sevgili abim ve babam, beni D ile aynı odaya kilitlediler. Sonra da kapı ve pencere önünde nöbet tuttular. Çocukken, D ile birlikte kırlarda koşuşturduğumuz, şen şakrak kahkahalar attığımız, sevgiyle birbirimize baktığımız günler geride kalmıştı. Paramparça olmuştum. Bana saldıran kişi, kuzenim gibi görünen bir yabancıydı. Fakat yılmadım. D’nin kanlı çarşafı, babamlara göstermesiyle gardiyanlarım zafer sarhoşluğu içerisinde uyumaya odalarına döndüler. D’nin soluğu leş gibi alkol kokuyordu. Kısa bir süre sonra sızdı. Bütün ev halkının derin bir uykuda olduğundan emin olduğum bir anda tabanları yayladım. Kasıklarımdaki morluklara, yanmalara rağmen koşarken çevikliğimi koruyordum. Soluğumu Jandarma Karakol Komutanlığı’nda aldım. Kaymakam, olaydan haberdar olur olmaz bana her türlü desteği sunmaya başladı. Artık davamın haklı bir dava olduğunu biliyorlar. Bunun için bu bedeli ödemek zorunda mıydım? Ağrı’nın Patnos ilçesinde, zorla amcasının oğluyla evlendirilen P.B, gerdek gecesi evden kaçarak Cumhuriyet Savcısı’na sığındı. Baba R.B, savcıya kızının istemediği bir şey yapmayacağı sözü vererek P.B’yi köyüne götürdü, kızını gerdeğe soktu, oğluyla birlikte kapıda nöbet tuttu. P.B, bir fırsatını bulup yine savcıya sığındı. Damat ve damadın babası tutuklandı, P.B. bir sığınma evine yerleştirildi. İnsan hakları hukuku üzerine çalışan Esra Emine Özeren empati kurdu ve P.B’yi, yaşadıklarını ve hissedebileceklerini yazdı.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle