Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R PAZAR 6 1/3/07 15:40 Page 1 PAZAR EKİ 6 CMYK 6 ELEKTRA: Ben, annem, kız kardeşim Esra Açıkgöz Baştarafı 1. sayfada Jaklin Çarkçı: Chrysothemis ve Klytamnestra’nın kıyafetlerinin renkleri farklı da olsa, birbirini çağrıştırıyor, kırmızı ve beyaz. Zaten Elektra, Chrysothemis’e “annemin kızı” diye hitap ediyor. Oysa kan dökme, can alma bakımından Elektra tam da annesi gibi. Daha önceki Elektra’larla sizin Elektra’nız arasında fark var mı? J. Çarkçı: Diğer operalarda, Elektra’yı delirmiş, kendinden geçmiş gösteriyorlardı, ancak hiç savaşçı Elektra'ya denk gelmedim, bizim oyunumuz dışında. En çok Elektra operasının filmini beğendim, ama çok kan vardı. Biz kan kullanmadık, hem kanı, hem bağı simgeleyen kırmızı bir pelerin var. Aslında mitolojide Elektra ölmez, bir köylü ile evlendirilir, çünkü onu Elektra karakterine dönüştüren intikam duygusu bittiği anda, Elektra olayı biter. Oyun sizin iç dünyanızı, çatışmalarınızı tetikledi mi, kim ve nasıl bir kadın olduğunuza ilişkin sorular, yanıtlar doğurdu mu? J. Çarkçı: Mutluluğu, ruh huzurunu şartlara göre değil, kendi içime göre yaşıyorum. Bu, Elektra’yla öğrendiğim bir şey değil, ama onunla pekişti. Lynn Çağlar: Klytamnestra her şeyi idare ediyor, güç onda gibi gözüküyor, ama içinde bambaşka şeyler yaşıyor, korkularını saklamak istiyor. Hayatta hepimiz bunu zaman zaman yapıyoruz. J. Çarkçı: Aslında karşınızda üç Elektra var. Annenizle, kız kardeşinizle, kızınızla ilişkilerinizde, siz de bir rekabetin içinden geçtiniz mi? Burçin Çilingir: Benim annemle çatışmalarım oldu. J. Çarkçı: Rekabet hissetmedim, ama farklı düşündüğümüz noktalar vardı tabii. Annem kendi ayakları üzerinde dursa da, hakkı yendiğinde “Sesimi çıkarmayayım, bir gün nasıl olsa anlarlar” yumuşaklığındaydı, bunu gördükçe, bende tersi bir hassasiyet oluştu. İşin ilginci, benden bir önceki kuşakla hiç anlaşamazken, düşüncelerim kızımla daha uyumlu. Ben 1950’lerde çocukluğumu yaşadım, şimdi fark ediyorum ki o zaman sivri kalıyormuşum. L. Çağlar: Kızım bir şey beğenmese söylüyor, ona zorla bir şey kabul ettirmek ne mümkün. Karakterleriniz bugünkü hayatta nereye, kime denk düşüyor? B. Çilingir: Chrysothemis gibi karakterler, sadece bir adamı kafalayayım, evleneyim, çocuğum olsun düşüncesinden ibaret yaşayanlar hâlâ var... Ayrıca Chrysothemis kendi amaçları için Elektra’dan yardım istiyor, ancak sonunda ağabeyi Orestes ile gidiyor, çünkü iktidar o. Normal hayatta da insanlar iktidarı sever. Elektra, bir kızın babasına olan sevgisini ve babasını öldürten annesinden intikam alma hikâyesini anlatıyor. Bu sadece bir oyun değil, psikiyatride kadınlık halinin çözümleyicisi, özetle Elektra Kompleksi. Şimdi bu hikâye İstanbul Devlet Opera ve Balesi tarafından sahneleniyor. İşte Türkiye’nin ilk Elektra’sı... Elektra oyununun üç kadın kahramanı, (en solda) Chrysothemis rolünde Burçin Çilingir, (ortada) Klytamnestra’yı canlandıran Lynn Çağlar ve (üstte) Elektra rolünde Jaklin Çarkçı... L. Çağlar: İntikam alma arzusu her çağda ve hemen herkeste var. Kadın ve rekabet kelimeleri yan yana gelince akla gelen bir söz var: “Kadın kadının kurdudur.” Sizce bu doğru mu? B. Çilingir: Ne yazık ki doğru. Günümüzde belki geçmiş zamanlarda da öyleydi kadınlara en büyük kötülüğü kadınlar yapıyor. L. Çağlar: Bu sözün doğru olduğu olayları görüyoruz, oysa kadınlar için daha iyi bir dünya, sadece birbirine yardımcı olurlarsa mümkün. J. Çarkçı: İnsanı içinde hem dişiyi hem erkeği barındıran kişilik olarak alırsak, bunun sadece kişileri bağladığını görürüz. Çoğunluğun normlaştırılması, çoğunluk böyle yapıyor diye, normal olanın ve olması gerekenin görmezden gelinmesi yanlış. Günümüzde kadınların aldığı yol düşünülürse, bugünün Elektra zamanı olduğunu söyleyebilir miyiz? B. Çilingir: Evet, bence öyle. J. Çarkçı: Televizyondaki bazı programları izleyince böyle olduğunu düşünemiyorum. Çok az bir kesim bu şansa erişebildi. L. Çağlar: Kadınların bugünlerde daha fazla fırsatları var, bakışlar da değişti. Ancak Türkiye’de şehirle köy arasında çok büyük farklar var. J. Çarkçı: Şehirlerde de varoşlarla merkezler arasında aynı fark karşımıza çıkıyor. Çığlık kraliçesi... Aslı Selçuk A vustralyalı Naomi Watts’ın başrolünde oynayıp yapımcılığını da üstlendiği, Somerset Maugham’ın 1920’lerde Çin’de geçen, İngiliz bir çiftin aşk öyküsünü konu alan “The Painted Veil/Duvak”ından uyarlanan filmi gösterimde. Film, Londralı varsıl bir ailenin kızı olan Kitty’nin (Naomi Watts) annesinin baskısından sıkılınca orta sınıftan bakteriyolog Dr. Walter’ın (Edward Norton) evlenmesi üzerine kurulu. Genç çift Şanghay’a taşınır. Mantık evliliğindeki bulamadığı tutkulu ilişkiyi İngiliz elçi yardımcısı Charles’la (Liev Schreiber) yaşayan Kitty’nin sadakatsizliğini öğrenen Walter öç amacıyla karısını beraberinde koleranın kol gezdiği köye götürür. Eski yaşantısının oyalayıcı tuzaklarından sıyrılan, çevrenin sert gerçekleriyle yüzleşmeye başlayan genç kadın giderek sevecenliği, bağışlamayı öğrenir. Kitty’iyle Walter’ın tensel ve tinsel aşkını irdeleyen roman Watts’ı çok etkilemiş. “Daha ilk okuyuşumda senaryoya hayran oldum. Kitty olağanüstü bir karakter, oradan oraya savruluyor, derin bir duygu yaşamı yok. Ancak içsel bir yolculuğa çıkınca kendini keşfediyor” diyor. Kitty’yi zamanının ilerisinde, gelenek ve göreneklere boyun eğmeyen bir kimlik diye tanımlıyor. Proje, Yale’de Çin tarihi okumuş Edward Norton’ın altı, Watts’ın dört yılını aldı. John Curran’la ilk kez “Aşk Artık Burada Oturmuyor/2005”da çalışan Watts, Duvak’ı da onun çekmesini istedi. Böylece ortaya duygu yüklü, iyi yorumlanmış, titiz, ayrıntıcı bir çevre çalışması içeren başarılı bir aşk öyküsü çıktı. İngiltere’de Shoreham’de doğan Naomi (39), yedi yaşındayken Pink Floyd’un ses mühendisliğini yapan babası Peter’ı yitirdi, 14’ünde annesi ve üvey babasıyla Avustralya’ya taşındı. Liseyi Sydney’de bitiren Naomi, katıldığı oyuncu seçimlerinde en iyi arkadaşı olacak Nicole Kidman’la karşılaştı. “For Love Alone/1986”dan sonra gençlik komedisi “Flirting/1986”de Kidman’la birlikte oynadı. ABD’ye giden oyuncu burada ilk komedisi “Matinee/1992”de rol aldı. “Wide Saragossa Sea/1992”, “Tank Girl/1995”, “Mısır Çocukları 4/1996”, “Sleepwalkers/1997” gibi B sınıfı korkugerilimlerde, değişik TV yapımlarında gözüktü. “Ellie Parker/2000” adlı bağımsız çalışmanın oyuncusu ve yapımcısı oldu. Sinemada 15 yılı geride bırakan Naomi Watts’a uluslararası ün David Lynch’in “Mulholland Çıkmazı/2001”yla geldi. Burada canlandırdığı ün peşindeki yıldız adayı rolündeki eksiksiz yorumu onu bir anda seçkin “Duvak” filminden... “Halka”nın tanıtımında bir gazeteci filmdeki gibi bir çığlık atmasını istedi, Naomi Watts da attı ve salonun camlarından biri kırıldı. O günden beri o bir çığlık kraliçesi. Korku ve gerilim filmlerinin oyuncusu Watts bu kez bir aşk filmiyle sinemalarda. “Duvak” annesinin baskısından kurtulmak için evlenen Kitty’nin Şanghay’da yaşadıklarını, daha doğrusu kendine yolculuğunu anlatıyor. oyuncuların arasına soktu. Japon korkugerilimi “Halka/2002”da yeniden çevriminde lanetli bir video bandının gizemini çözen araştırmacı gazetecibekâr anneydi. James Ivory’nin “Boşanma/2003”sında kocasının terk ettiği Amerikalı romantik şair, Inarritu’nun başarılı yazgı dramı “21 Gram/2003” da eşini, iki kızını kazada yitiren anne, varoluşçu komedi “Tesadüfler/2004”de seksi satış elemanı, psikolojik gerilim “Gitme/2005”de intiharın kıyısından dönen ressam, 1933 klasiğinin yeniden yapımı Peter Jackson’ın “King Kong/2005”unda Kong’un büyük aşkı Ann Darrow, “Halka 2/2006” de yeniden gazeteci Rachel Keller’di. Son günlerde David Cronenberg’in Rus mafyasını anlattığı politik gerilim “Eastern Promises”da bir ebeyi canlandıran, Michael Haneke’nin ikinci “Ölümcül Oyunları/2007”nda oynayan Naomi Watts, hem bağımsız, hem ticari yapımlar arasında gezinmeyi seven, kendini yinelemekten çekinen bir oyuncu. “King Kong’un ardından Cronenberg’le, Haneke’yle çalışmak müthiş bir duygu” diyor “Çok karmaşık karakterlerden sonra insan uçucu şeylere yönelmek istiyor. Hep yoğun rolleri üstlenip kendimi aynılaştırmak istemiyorum. Peter olmasaydı King Kong’ta oynamak aklımın ucundan bile geçmezdi. Bağımsız filmlerdeki içten, rahat ortamı seviyorum, işbirlikçi yaratımdan yanayım”. Bugüne dek çingeneler gibi gezgin yaşayan oyuncu şimdi Los Angeles’ın modasına uydu, taşrada bir evi var. Duvak’ta birlikte oynadığı sevgilisi Liev Schreiber’dan bir bebek bekliyor, Angelina Jolie gibi Birleşmiş Milletler için çalışıyor, ilgi alanı AIDS. “Mulholland Çıkmazı”, “Halka”, “Halka 2” ve “King Kong”ta bol bol çığlık atan Watts’ın sinemadaki adı Çığlık Kraliçesi. Avustralya’da Halka’nın tanıtımında gazetecilerden biri çığlık atmasını istiyor. O da atıyor ve salon camlarından biri patlıyor. “Bu gerçek bir performanstı” diyor Watts, “Ne de olsa bu türde uzmanlaştım”. Yine de gözü bağımsız yapımlarda. Oradaki ortak yaratım sürecini hiçbir şeyle değişmeyeceğini söylüyor.