02 Haziran 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

R PAZAR 8 1/3/07 15:43 Page 1 PAZAR EKİ 8 CMYK 8 PAZARIN PENCERESİNDEN 4 MART 2007 / SAYI 1093 İran’a kızıyorum... Selçuk Erez on yıllarda gündemden düşmüyor: İran nükleer silah geliştiriyor mu, geliştirmiyor mu? Uluslararası Atom Kurumu Başkanı Baradey emin değil... ABD yönetimi orada nükleer silah geliştirildiğine o kadar inanıyor ki BBC’ye göre olası bir operasyonda İran’da vuracağı tesislerinin listesini bile açıkladı. İran’ın cumhurbaşkanı Ahmedinecat ise hemen her konuşmasında önce yüzde 3.5 oranında zenginleştirilmiş uranyum elde ettiklerini ve 3000 santrifuj üreterek bu oranı giderek yükselteceklerini açıklayarak vatandaşlarının alkışlarını kazanıyor, ardından amaçlarının silah yapmak değil petrole alternatif oluşturmak olduğunu söyleyerek batılıları sakinleştirmeye çalışıyor. Biz bu komşumuza eskiden beri demokratik olmayan ve baskıcı, dinci bir rejim güttüğü için kızardık, şimdi de çevremizde nükleer silah üretiyor diye bozuluyoruz: Bakanlarımız İran’a gidiyor, nasihat ediyorlar: “Vazgeç!” Bu işlere bakan adamları, Ali Larijani geliyor, “Sakın ha…” diyoruz.. Şimdi İran’a çok kızmamak elde değil... Ben de kızıyorum ama nedenleri başka! Açıklayalım: * Epeyi zaman oldu. İran’da bir film festivali düzenlenmişti. Baktım edebiyatçılarımızın en önemsediklerimden Firuzan bu toplantıya katılacakmış. Eleştirdim: “İnsan böyle bir ülkeye gider, çarşafa bürünür mü?” Firuzan, “Sen git birkaç İran filmi gör de sonra eleştir!” dedi. Uluslararası ödüller almış İran filimlerini seyredince, sonra Kiarostami’nin sanat değeri yüksek eserlerini görünce şaşırdım... İranlı filmciler, bunca kısıtlamalara rağmen “Cennetin çocukları”, “Terkedilmiş İstasyon” gibi yapıtlar üretmeye devam ediyorlar ve benim şaşkınlığım da sürüyor. Ritim üzerine kurulu bir yaşam... Okay Temiz, bu ay çıkacak albümünde, Afrika’dan, Küba’dan, Türkiye’den profesyonel müzisyenleri, ritim atölyesinin öğrencileriyle bir araya getirdi. Albümde yine caz var, ama yerel kültürlerin izleri caza eşlik ediyor. Şule Uslutekin kay Temiz, farklı kültürleri bir araya getirerek Afrika’dan, Küba’dan Türkiye’den profesyonel müzisyenler ve kendi ritim atölyesi öğrencilerinin buluştuğu yeni bir çalışmaya imza attı. Albüm Ada Müzik’ten bu ay içinde çıkacak. Temiz, dört yıldır olduğu gibi bu yıl da, doğum günü 11 Şubat’ta dünya ritimlerinin Türkiye’ye taşındığı Ritmin Günü konserleri verdi, farklı kültürler, farklı yaşamlar ortak bir dilde, ortak bir anlatımda, “ritim”de buluştu. Uzun yıllar yurtdışında yaşadıktan sonra 1998’de Türkiye’ye dönen vurmalı çalgılar ustası Okay Temiz; bugüne kadar Avrupa, Amerika ve Hindistan’da yaklaşık 3300 konser verdi, 350’den fazla festivale katıldı. Türkiye’den dünyaya açılan (Maffy Falay dışında) ilk ve en önemli müzisyenlerden. Temiz, müziğe kendi tabiriyle anne karnından başladı; ud çalan subay babası nedeniyle her gittiği yerde farklı hocalardan Klasik Türk müziği eğitimi alan annesinin karnında... “Ben” diyor Temiz, “Müziğin ilk tınılarını annemden duydum, annem o dönemlerde beni konservatuvara yazdırmak istedi, babam daha çok mekanik ile ilgilenmemi istemişti. Sonra, müzik ve mekaniği birleştirdim. Bu birleşimle, icat ettiğim müzik aletleri bir bir ortaya çıkmaya başladı”. Vurmalı çalgılara yönelmesi konservatuvara başladığında, hocalarından birinin ellerine bakıp “Sen davulcu olacaksın” demesiyle gerçekleşti. Temiz, “Türk folku, Ankara Devlet Konservatuvarı klasik eğitimi ve dünya folkuna ilgi duymam bugünkü yaptığım müziğe temel teşkil ediyor. Duyduğum tüm doğaya ait sesler, tınılar beni etkiliyor” diyor. Afrika’nın, Güney Amerika’nın ve Hindistan’ın ritimlerini en iyi çalanları dinledi, onlarla çaldı ve onların çaldıkları aletleri quicca, berimbau, parmak piyano, konuşan davulu yapmayı ve çalmayı öğrendi. Kendi el yapımı bakır davullar, üç farklı “Elektrikli Sihirli Piramiti”, deve ve koyun çanlarından yaptığı “Artemiz” isimli metal aleti de içeren geniş bir etnik ve elektronik çalgılar koleksiyonu var. “Kendi davullarımı da kendim yaptım” diyen müzisyenin kurbağa sesi çıkartan bir müzik aleti de bulunuyor. Müzisyen yıllar boyunca topladığı ve yaptığı birçok farklı enstrüman dahil tüm vurmalı çalgıları kendine özgü bir biçimde yorumluyor ve en basit ritimleri bile çarpıcı bir anlatıma dönüştürebiliyor. Temiz, müziğinin temel noktasına caz’ı koymasına rağmen özellikle yerel kültürlerden beslenmeyi ihmal etmiyor. Cazın yaratıcılıktan başka bilgi, teknik, kondisyon ve aşk istediğini belirten müzis S O yen kendi kültürünü dünya kültürü ile birleştirerek, günümüzde “world music” olarak nitelendirilen türün daha adı konmadan ve popüler olmadığı zamanlardan önceki örneklerini sundu. Temiz’in tek şikâyeti, ritim müziğin yeterince desteklenmemesi. “Senelerce İsveç kültür politikasıyla aldığım destek sayesinde kendimi geliştirdim ve dünyaya tanıttım” diyor ve ekliyor: “Kendi ülkeme kazandırmak istediğim bir sürü kültürel proje var, ancak Kültür Bakanlığı'ndan destek alamıyorum. Müzik lerin ve vokalin arkasında kalan ve yeterince fark edilmeyen ritmi ön plana çıkarmaya ve önemini anlatmaya çalıştım. Bu amaçla da Türkiye’nin ilk Ritim Atölyesi’ni kurdum. Müziğin bir çok dalına destek varken ritim içerikli kültürel etkinliklerimizde sponsor bulmakta zorlanıyoruz. Tüm dünyada ritim festivalleri yapılırken, ben bunu Türkiye’de gerçekleştirmek adına yeterli desteği alamıyorum.” www.okaytemiz.com / www.ritimatolyesi.com ALICE COLTRANE “Kaplumbağalar da Uçar”. (Yön: B. Ghobadi) Bir davetteydim... Yanıma bir grafik sanatçısı oturmuştu: “Mesleğinizde Japonların, İtalyanların ileri bir düzeyde olduklarını biliyorum. Başka hangi ülkenin grafikçileri önemsenir?” diye sorduğumda grafikçimiz “İran” demesin mi? Sonra saymaya başlamasın mı: “Rıza Abedini, Macid Abbasi. Mustafa Assadullahi..” İran, İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Japonya’ya benziyor. O yılların Japonya’sı bilimde vb ABD’den geridedir ama iki siklotrona sahiptir ve savaşa rağmen Japonya’da araştırmalar sürmektedir: Mesela, Masaru Ibuka, derinlerdeki denizaltıların varlığını belirten bir amplifikatör geliştirmiştir. Bu araştırıcı, memleketine her gün tonlarca bomba atılırken “Japon Ölçüm Aletleri Şirketi”ni kurmuş ve radar aletlerinin frekanslarını düzenleyen yeni mekanik elemanlar üretmiştir. O günlerdeki perişanlığına ve bunlara yol açan rejime rağmen sürdürülen bu tür araştırmalar ve çalışmalar, bugün ekonomide ve endüstride bir süpergüç olan Japonya’nın habercisiydiler.. Rejim, bir demokrasiye dönüştüğünde bu araştırmalar daha yaygınlaştı ve hızlandı. Bunları anımsayarak İran’ın nükleer araştırmalar, grafik ve sinema sanatı ve daha birçok alanda sürdürdüğü çalışmaların yarının süpergücünün habercisi olduğunu seziyorum. Ben İran’a yanıbaşımızda uranyum zenginleştirdiği için değil, biz hâlâ görgüsüz bir iktidarın ve zavallı muhalefetin güdük gündemlerini aşamazken, yanıbaşımızda giderek daha ciddi bir güç olmaya yüztutmasına kızıyorum ve onları kıskandığımdan bu komşumuzu yeterince hızlanıp bizi geride bırakmasına yol açacak demokrasiye kavuşmasını geciktiren molla rejiminin sürmesini candan diliyorum! Müzik dünyasının akordu... Zekeriya S. Şen lli yıldır Coltrane soyadı modern müzik platformunda güncelliğini korumayı başardı. Amerika’nın yanı sıra uluslararası bir methe sahip soyadı, her görüldüğü afiş, program ve albümde dikkat çekti. İşte, 12 Ocak 2007 tarihinde Los Angeles’da ölen caz dünyasındaki ender arpçılardan biri piyanist, orgcu ve besteci Alice Coltrane’ın hayat hikâyesinin özeti... Michigan, Detroit’da dini inançları oldukça kuvvetli bir ailede 27 Ağustos 1937’de doğan Alice McLeod’un ufak yaşlarda müziğe olan tutkusunu fark eden ailesi, yedi yaşındaki çocuklarının piyano öğrenmesini teşvik etti. Klasik müzik eğitimi aldı. Klasik müziğinin, bestelerin saygıyla tekrar canlandırılması olmaktan öteye gitmediğini fark etti ve yaratıcılığı, ifade özgürlüğüne sahip olan kardeşi basçı Ernie Farrow’un tanıştırması ile caz platformuna geçiş yaptı. 1959’da Paris’e gidip Bud Powell’dan piyano dersleri aldı, Detroit’te ilk caz üçlüsünü kurdu. Alice Mcleod, piyanist Hugh Lawson ve baterist Earl Williams ile okuduğu liseden mezun olduğunda oldukça tanınan yerel bir müzisyendi. Şehrindeki en iyi gospel korosunda piyano ve org çalması sanatçıya inanılmaz katkıda bulundu. Kısa sürede Alice org, arp ve sintisayzır enstrümanlarında da iddialı olduğunu fark ettirdi. Gitarist Kenny Burell ve saksofoncu Lucky Thopmson gibi ustalarla çaldı. 60’larda New York’a taşındıktan sonra, Terry Gibbs Quartet’de ile müziksel tecrübesini paylaştı. Efsanevi E avantgarde, müzik dehası, tenor ve soprano saksofonlarını konuşturan John Coltrane ile 1962’de tanıştı. Coltrane’in grubunda piyona çalan McCoy Turner’in 1965’te solo kariyerini kovalamak için gruptan ayrılması ile boşalan koltuğa Alice oturdu ve Coltrane ölene kadar bu koltuktan kalkmadı. Coltrane’in Doğu ezgilerine Alice’in piyanoda yarattığı sınır tanımayan varyasyonlarının büyük katkısı oldu. Birlikte avantgarde caz sınırlarını keşfettiler. 1965’de Meksika’da evlenen John ve Alice Coltrane’in üç çocukları oldu. Baterist John Jr., saksafoncu Oran ve Ravi. Ne yazık ki John Jr. 1982'de bir trafik kazasında öldü. Kocası 1967’de akciğer kanserinden öldükten sonra, müzik yapmaya devam eden Alice, meditasyon ağırlıklı derin müziksel sınırlara sokuldu. Müziği dünyevi meseleleri aşarak insanın ruhsallığına uzanan bir anahtar olarak kullandı. Vedanta (gerçeğin doğası ile ilgilenen Hindu filozofisi) ile ilgilenen sanatçı adını Swamini Turiyasangitananda olarak değiştirdi. Hintli guru Sathya Sai Baba’nın öğretilerinden oldukça etkilenen sanatçı, kendi ruhsal serüvenine yelken açtı, ancak ender olsa da Alice Coltrane adıyla konserler vermeyi sürdürdü. Pharoah Sanders, Joe Henderson, Frank Lowe, Carlos Ward, Rashied Ali, Archie Shepp ve Jimmy Garrison gibi sanatçılar ile gruplar oluşturarak müzik serüvenine devam etti. Alice Coltrane’in solo kariyeri 70’lerde ciddiyet kazandı. Sitar ve tabla gibi enstrümanlar ile caz müziğini dünya müziği sınırlarına soktu. Sintisayzır, org veya kuyruklu piyanoda çaldığı parçaları temellerine indirgeyen sanatçı, müziğini ve yorumunu içinden çıkartmayı bildi. Kendi ses sentezinden oluşan bir yörünge yarattı, adeta dualara eşlik edecek müzikler yaptı. “Journey in Satchidananda,” “Ptah the El Daoud”, “World Galaxy” ve “Universal Consciousness” adlı albümleri çıkarttı. Ayrıca kendisi John Coltrane’in “A Love Supreme” albümünü Hindu duasal ağıtları ile yeniden yorumladı. 1980 ve 1990’larda fazla dağıtılmayan birkaç ruhsal albüm çıkarttı. 1990’da yeni ilgi alanlarını yansıttığı “Astral Meditations” toplama albümünü çıkarttı. 2004’te “Translinear Light” albümünde, Charlie Haden, basçı Jack DeJohnette, Jeff “Tain” Watts ve James Genus gibi sanatçıların katkısı vardı. Albüm, oğlu Ravi tarafından aranje edildi. Sanatçı 20 yıllık bir aradan sonra ise ilk defa 2006’nın sonunda tekrar sahne ve seyirci ile buluştu. Ölmeden önce Musevi duaları, Sanskrit ezgileri, kilise müziği ve caz harmanlamasından oluşan “Sacred Language of Ascension” adında bir albüm üzerine çalışıyordu. John ve Alice Coltrane’in yenilikçi, gelecekçi ses sentezleri, çağdaş müziğe yeni bir güzergâh açtı. Müzik dünyasının kayıp akordunu bulan sanatçılar, kendilerinden sonraki genç sanatçılara keşfedilmesi geniş bir müzik vahası bıraktı. [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle